- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
İSLÂMCILIK, SİYASET VE İKTİDAR

D. Mehmet DOĞAN
09 Mayıs 2016 Pazartesi 10:00
Müslümanların siyaset tasavvuru 20. yüzyılda ciddi değişikliğe uğradı. 19. Yüzyılda batı emperyalizmi İslâm dünyasını büyük ölçüde sömürgeleştirdi. Bu dönemde ayakta kalabilen iki devletten İran, Rusya ile İngiltere arasında nüfuz bölgelerine ayrıldı. Diğer müstakil devlet Osmanlı İmparatorluğu ise ciddi tehditler altında idi.
İslâm dünyasının sömürgeleştirildiği 19. yüzyılda Osmanlı Devleti çok yönlü saldırılara maruz kaldı. Batı emperyalizmi topraklarına göz dikmekle kalmadı, bünyesinden bazı devletler çıkarmak için de hareket halinde oldu. Bütün bunlar olurken, dünyanın hükümran gücü İngiltere 19. yüzyıl boyunca kuzeyde güçlenen Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’ni destekleme siyaseti takip etti.
19. yüzyıl aynı zamanda İslâm dünyasının batı emperyalizmine karşı kendiliğinden ortak şuur oluşturduğu bir dönemdir.
“İttihad-ı İslâm” (İslâm birliği) kavramı daha Abdülhamid’den önce telaffuz edilmeye başlanmıştı. Bu sadece entelektüel çerçevede Afganî-Abduh’un görüşleri ile bağlantılı sayılamaz, İslâm dünyasında geniş halk kitlelerinde kendiliğinden yayılan bir düşünce idi. İttihad-ı İslâm kavramında merkezi yeri halifelik tutuyordu. Sultan Abdülhamid’in İslâm dünyası ile kurduğu ilişkiler Osmanlı Devleti’nin atıf merkezi olma niteliğini pekiştirdi. Bir nevi “İslâm milliyetiçiliği” olarak tezahür eden görüşlerin İslâm dünyasında geniş kabul görmesi İngilizleri tedirgin etti ve müslümanların atıf merkezi haline gelin hilafet kurumunu ve Osmanlı Devleti’ni yok etmeyi yeni siyaset olarak benimsemesine yol açtı. Bu siyaset daha önce korumak iddiasında olduğu Osmanlı Devleti’ne karşı Rus Çarlığı ile ittifakla görünürleşti.
İslâmcılığın siyasî tasavvurunda asıl ciddi değişim Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılmasından sonra görüldü. Artık İslâmı temsil edebilecek, atıf merkezi olabilecek bir devlet ve kurum kalmamıştı. Bu iddiada olan İngiliz destekli odaklar da beklenen tesiri uyandırmadı. Osmanlı sonrası islâmcılığın müslüman ülkelerde emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi ötesinde siyasî bir talebi olamazdı.
Türkiye’de islâmcılık düşüncesi Cumhuriyet’ten sonra katı laiklik uygulamaları sonucu tesirini kaybetti. Yüzlerce yıl İslâm toplumunun önünde yürüyen bir halkın ülkesinde siyaseten dinin dışlaması karşısında kitleler dini bilgilenme ihtiyacını bir takım gizli çalışmalar yürüten kişi, grup ve tarikatlarla gidermeye çalıştı. Meşrutiyet döneminde tanınmaya başlanan Said-i Nursi bu dönemde ceza evlerinde ve sürgün yerlerinde hem imani bir mücadele zemini oluşturmaya çalıştı ham de siyaset karşıtı olmasına rağmen bir siyaset tasavvuru da oluşturmak istedi.
İslâmın fikri varlığını açıkça ifade etmek bir süre neredeyse imkânsız kılınmıştı. İlk defa Nureddin Topçu 1939 şubatında yayınlamaya başladığı Hareket dergisiyle islâmiyete kuvvetli atıflar yapan entelektüel bir şahsiyet olarak ortaya çıktı. 4 yıl sonra daha önce büyük bir şair olarak tanınan Necip Fâzıl, Büyük Doğu dergisiyle aktüelden beslenen siyasi görünümlü muhalif bir düşünce zemini oluşturmaya çalıştı. Bu çabaların ancak 1950’lere doğru tesir sahası oluşturduğunu, Demokrat Parti iktidarından sonra ise daha görünür hale geldiğini söylemek mümkündür.
Bir taraftan Bediüzzaman her ne kadar siyasete karşı olsa da tek parti CHP’sine karşı DP’yi desteklerken, Necip Fâzıl da Başbakan Adnan Menderes üzerinden böyle bir destek sağladı. Nureddin Topçu’nun Hareket dergisi 1952’den sonra yayınlanmadı. O yüzden onun Demokrat Parti ile ilişkili tavrı konusunda açık bir kanaata sahip olamasak bile, 1960 darbesinden sonra kurulan DP’nin devamı olmak iddiasındaki siyasi harekete destek verdiğini biliyoruz.
Eğer bu isimler “islâmcı” olarak nitelendirilebilirse, gerek Bediüzzaman ve gerekse Nureddin Topçu’nun müslümanlar adına doğrudan siyaset yapan bir partinin teşekkülü konusunda destekleyici görüşler ortaya koymadıkları söylenebilir. Daha ötesi, Nureddin Topçu, Milli Nizam Partisi’nin kuruluşundan sonra “İslâmı sömüren siyaset” başlıklı yazıyı yayınladı. (Hareket, Ocak/Şubat 1971) İşte bir başangıç cümleleri:
“İslâm dini , insanın ahlâk yapısını bütünlemek için gönderilmişti. Bütün özellikleriyle bir ruhi atletizm teşkil eden islâmî yaşayışın bu ana davası zamanla unutuldu. Ruhlardaki ilahî otoritenin silah olarak kullanılması Abbasiler devrinde başladı. Başta Mansur olmak üzere Abbasî halifelerinin birçoğu İslâm adına, gerçek hak davacıları olan büyük ruhları çiğnediler, sayısız cinayetler işlediler. Allah’a adanmış nice başlar kopardılar. Bunlar etrafında vicdansız kazançları hak, cinayetleri meşru, merhametsizliği mubah göstermeye kaabiliyetli mürailerden ibaret, gözleri devlet hırsiyle kararmış bir sözde din adamları sınıfı meydana geldi.” (Devam edeceğiz)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.