- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul17°C▼
- Ankara15°C
- İzmir20°C
- Konya15°C
- Sakarya20°C
- Şanlıurfa26°C
- Trabzon13°C
- Gaziantep23°C
“İŞLER TIKIRINDA, TÜRKÇE ALTIN ÇAĞINI YAŞIYOR!”

D. Mehmet DOĞAN
09 Kasım 2022 Çarşamba 14:17
Türkiye’de kültürel meseleler siyasileştirilmeden gündemimize giremiyor. Siyasileştirilerek girince de muhtevasından koparılarak hamasete boğuluyor ve gerçeklik zemini tüketiliyor, netice olarak konuyla ilgili sağlıklı düşünmek imkânsızlaştırılıyor.
Yakın zamanda bir siyasetçinin dil devrimi ile ilgili sözleri üzerine epeydir kamuoyuna ulaşmakta zorlanan kemalist kültçülerin darbe süreçlerindeki konumunu hatırlatan bir gelişme yaşandı. Konuşma muhtevasından koparılarak türkçenin yüceliği veya yetersizliği çatallaşması (dikotomisi) haline sokuldu. Konuşan siyasetçinin türkçe aleyhinde sözler sarfetmek gafletinde bulunduğu intibaı yaygınlaşıverdi. Oysa söylenen dile müdahalenin türkçeye verdiği zarar üzerine idi.
Türkiye’de siyaset ekonomide, sosyal konularda farklılaşsa bile CHP/tek parti zihniyetinde ittifakını sürdürüyor. Bir parti başkanı çıkıp, meseleyi genelleştirerek cumhuriyetin kültürümüze, dilimize zarar verdiğini iddia edenlerin talihsiz, tarifsiz ve temelsiz bir yanlışın pençesinde olduğunu iddia ediyor. Bunu iddia edebilmek için 1930’lu yıllarda dine, dile, tarihe ve musikiye müdahalelerden haberdar olmamak lâzımdır.
Hangi milletin dini, dili, kültürü 20. Yüzyılda böyle müdahalelere maruz kalmıştır? Ortada bir dil kaybı vardır, dilimiz hasar görmüştür. Üstüne üstlük “milliyetçi” geçinen gafiller millet varlığının tahrip edilmesi anlamına gelen bu müdahalelerin verdiği ağır hasar yok sayıyorlar.
Bu hasar nasıl ölçülebilir?
Bizzat dilin kullanılış alanlarına bakılarak ifade imkânlarının genişliği veya yetersizliği hakkında bir fikir edinilebilir. Bir süredir, akademide yapılan dil-dilbilimi tezlerini inceliyorum, dille ilgili “akademik” makalelere bakıyorum. Görülen şu: Akademi zengin ve ifade imkânları geniş türkçeyi kaybetmiştir. Ya uydurma bir terminolojiye teslim olmakta, ya da batı dillerinden sınırları belirsiz aktarmacılığa yönelmektedir.
Elbette istisnalar vardır, güzel örnekler de bulunabilir; onlara rağmen bu hükmümüzde ısrar ediyoruz.
Son olarak okuma bahtsızlığına maruz kaldığım ve benzerlerine çok rastlardığım “bilimsel makale”den bazı aktarmalar yapacağım.
Doktora öğrencisi olan, yani yüksek tahsilini tamamlamış hatta lisans üstü safhasını geçmiş yazarlarının cümle kurmaktaki kifayetsizlikleri kelime haznelerinin yetersizliği daha “öz”de kendini belli ediyor:
“Osmanlı Devletinde 19. Yüzyılda başlayan batılılaşma hareketleriyle birlikte devletin bekası için kaçınılmaz bir unsur olarak görülen ve ulus olma bilincinin en büyük göstergelerinden biri olarak görülen dil sorunu belirli dönemlerde hakim ideolojilerin etkisiyle farklı boyutlar içinde tartışılmıştır. Özellikle Fransız ihtilali sonrası ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla ulusal diller önem kazanmış, bu bilinç Osmanlı Devletinde de etkisini göstermiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte dil alanında asıl köklü deǧişiklikler meydana gelmiştir. Dil politikaları modern ulus-devlet yapısını oluşturma doǧrultusunda gerçekleşmiş, dilde modernleşme çalışmalarını bu alanda çalışmaları yürütecek dil kurumu yürütmeye başlamıştır. İşte bu makalede de; dilde modernleşme, anlaşılır bir dil oluşturma, dilde sadeleştirme şeklinde karşımıza çıkan dil devrimi gerçekleşirken Türk Dil Kurumunun tarihsel ve felsefi arka planının ve dil devriminin gerçekleşmesinden araç veya amaçsal fonksiyonunun ne olduǧu belirlenmeye çalışılmıştır.”
Bu beş cümlede ne anlatılıyor veya ne anlamamız gerekiyor?
Osmanlı Devleti’nde batılılaşma hareketleri 19. Yüzyılda mı başladı? Onu bir tarafa bırakalım, devletin bekası için hem kaçınılmaz unsur hem de ulus olma bilincinin büyük göstergeleri arasında sayılan dil sorununa bakalım! Hem de “dil sorunu” belirli dönemlerde hâkim ideolojilerin etkisiyle farklı boyutlar içinde tartışılmış.
Hâkim ideolojilerden kasıt nedir? “Dil sorunu” ile “devletin bekası” arasında ilk ağızda nasıl bir ilişki kurulabilir? Bunu sorun haline getiren kimdir?
Dil alanında asıl köklü değişiklikler cumhuriyetin kurulmasıyla meydana gelmiş! Bununla dile devletin müdahalesi kastediliyorsa, bu cumhuriyetin 9. Yılında Türk Dili Kurultayı ile başlamıştır. “Dil politikaları modern ulus-devlet yapısını oluşturma doǧrultusunda gerçekleşmiş!” Diyelim ki öyle. Dil devrimi dilde modernleşme çalışması mıdır? Anlaşılır bir dil oluşturma mıdır? Yoksa sadeleştirme midir? Hangisine inanalım?
Dil Kurumu’nun “tarihsel veya felsefi arka planı” var mıdır, olabilir mi? Çünkü Dil Kurumu, neredeyse Dil Kurultayı ile eş zamanlı kurulmuştur. Felsefi arkaplanı olan bir kurumdan ziyade, uygulamaya yönelik bir teşkilat yapısına sahiptir.
“Dil devriminin gerçekleşmesinden araç veya amaçsal fonksiyon” ile ne denilmek istenmektedir?
Makalenin “öz”ünden bir şey çıkarmak neredeyse imkânsız. Başlangıç paragrafını ve sonuç bölümünü aktaralım, günümüzde akademik dilin manzarası bütün açıklığı ile görülsün:
“Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve ardından kurulan yeni devletin oluşturmaya çalıştıǧı toplumsal yapıyı en temel mesele olarak ilgilendiren konuların başında dil meselesi gelmektedir. Dil meselesi gerek Osmanlının son dönemlerinde ve gerekse Cumhuriyet döneminde sosyal ya da toplumsal kaygılarla ele alınmıştır. Sosyal ve toplumsal bir kaygı taşıyarak ortaya çıkan konu dönemin geçerli ideolojilerinin etkisiyle de dönem dönem farklı boyutlar içerisinde tartışılmıştır.”
*
“Sonuç olarak denilebilir ki, Türkiye’de dil çalışmaları her ne kadar Osmanlı Devleti zamanında başlamış olsa da asıl köklü deǧişiklikler ancak Cumhuriyet döneminde gerçekleşebilmiştir. Modernleşme projesinin ve ulusçuluk politikalarının merkezinde bulunan dil politikaları modern ulus-devlet yapısını oluşturma doǧrultusunda gerçekleşmiştir. Bu yapıya uymayan Arap alfabesi ve Osmanlıca adeta atılarak, yerine Latin alfabesi ve türkçe toplumsal yapıya yerleştirilmiştir. Aynı zamanda pratik bir yarar olarak da daha hızlı okuma- yazma öǧrenme süreci saǧlanmış, eǧitim sadece belli bir kesimin yararlanabileceǧi bir a lan olmaktan çıkarılmıştır.”
“Bu reform süreci özellikle harf reformunun başarısı ile tetiklenmiş ancak bu başarı günümüz şartlarında gözünü batıya dönen ülkemizde sosyal, kültürel, teknolojik dönüşümlerle dilimize yerleşen yabancı kelimelerin istilasından kurtaramamıştır. Özellikle Avrupa Birliǧi sürecinde ülkemizin karşı karşıya kaldıǧı uyumlaştırma çabalarıyla da, farklı dil ve lehçelerin toplumsal hayatta, radyo ve televizyonlarda kullanılmasına izin verilmesi dil politikalarının yumuşadıǧına işaret etmektedir.”
Bu makale, yabancı isimli bir akademik dergide 2014 yılında yayınlanmıştır. Makale sahipleri şimdilerde muhtemelen, üniversitede kürsü veya devlet kurumlarında mevki sahibi kişilerdir…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.