- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
07 Kasım 2025- İstanbul17°C▼
- Ankara14°C
- İzmir17°C
- Konya12°C
- Sakarya16°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep17°C
İSMAİL KILLIOĞLU'NDAN: HİCRETİNİN İKİNCİ YILINDA ERBAKAN HOCA
60’lı yılların sonlarında, TOBB’da meydana gelen olay, o zaman için bir kuruluşun kendi içinde yaşadığı bir ihtilaf şeklinde algılandı. Kanununun verdiği yetkiye dayanılarak hükümet, daha doğrusu o zamanın başbakanı (S.

Ne var ki, sol olarak nitelenen hareket, başta üniversite, basın, düşünce ve sanat olmak üzere, kültürel alanda hem hakim konumda görünüyor, hem de rakipsizlik tabusu oluşturuyordu. Hakimiyet ve rakipsizliğinin delilini “sağ” ya da “muhafazakar” olarak nitelenen görünüşteki karşıtından oluştururken, hakimiyet ve rakipsizliğini itibari, göreceli olarak tanımlamaya başlamış, bu yeni, “yerli” devinimi ademiyet (yoksayma) ile küçümseme karışık duygusuyla tarassut ediyordu.
Siyaset alanında bu daha açık, daha somut ve daha şiddetli bir tarzda yankı buldu. Sol ve Sağ, kendi söylem ve eylem çeşitliliği doğrultusunda, daha sonra kavramlaştırılan ve “Milli Görüş” olarak nitelenen hareketi boğma noktasında aynı kararlılığı gösterdiler. Ne var ki, TOBB olayı dolayısıyla atılan işaret fişeği, insanların ve toplumun, deruni ve bilinçaltı dünyasında, kıvılcımın kavda işleyişi gibi nüfuz etmeye başlamıştı. Dışta, görünüşte pek bir değişiklik emaresi görülmüyordu. Hatta insanlar ve toplum, derununda ve bilinçaltında devinmeye yüz tutmuş duygularını, dışta farklı davranışlar şeklinde sergileyebiliyordu. Bir anlamda bir iç hesaplaşma yaşanıyordu. İçinde tasvip ettiğini, dışında uzak tutmaya çabalıyor gibiydi.
Sanıyorum, ’77 seçimleriydi. Kahramanmaraş’ta, Kıbrıs Meydanı’nda MSP’nin, açık hava toplantısını görmüş ve doğrusu hüzünlenmiştim. Üç yüz, bilemedin beş yüz kişiyi aşmayan bir kalabalığa Erbakan hoca, o sıcak altında, inançla, heyecanla, coşku ve güvenle projelerini, hayallerini, Türkiye’nin dünya siyasetindeki önem ve etki gücünü vb. saatlerce anlatmıştı. Bu seçimin sonucu, milletvekili ve senatör sayısında düşüş olmasına, elbette bunu açık-seçik bilme durumunda olmasına rağmen, ertesi günün gazetelerine yansıyan demeci, “İktidara geliyoruz!” mealindeydi.
‘90’lı yılların başlarında, ESAM İstanbul Şubesi Başkanı Azmi Ateş’in düzenlemesiyle, Erbakan hocanın isteği üzerine Prof. Dr. Raşit Küçük, Prof. Dr. Sacit Adalı ve ben, bir minibüs ile Ankara’ya gittik. Doğrusu çok istekli olduğumu söyleyemem ama dostları da kırmak giran geldiği için kabullendim. Ankara’ya vasıl olduk, hiç vakit kaybetmeden, beş – altı kişiden oluşan topluluğumuza Erbakan hoca, yemek ve namaz araları dışında akşam namazı sonrasına kadar, çizelgeler ile “Adil Düzen”i anlattı, sorularımız çerçevesinde açıklamalar yaptı.
Yine ESAM’ın yöneticiliği üzerimde bulunduğu ‘90’lı yıllarda, İstanbul’da gerçekleştirilen iki günlük toplantıda Erbakan hocanın çalışma disiplinine, yapılan iş ne olursa olsun bu işe ciddiyetle yaklaşımına ve kendini bütünüyle işe verişine şahit oldum. Kaynağını ne yazık hatırlamıyorum. Peygamber Efendimiz’in (SAV) bir yere bakarken, sadece başını çevirip ya da göz ucuyla bakmayıp bütün vücudunu döndürerek baktığı şeklinde bir rivayet vardır. Bugün bunu şöyle anlayabiliriz: İş ile şahsiyet bütünlüğü, işin önemli-önemsiz şeklinde ayrıma tabi tutulamayacağı, amel ile niyetin ayrılmaz bütün olduğu ve kişiliğin de bu bütünlüğü yansıttığı ve b u bütünlükte yansıdığı.
ESAM’ın bu toplantısında, öğle yemeği arasında, öğle namazını Sultanahmet Camii’nde eda etmiştik. Herkes dışarı çıkmıştı. Erbakan hocayı bekliyorduk. Oğuzhan Asiltürk, açıklama gereği duydu: Erbakan hoca, namazdan sonra İmam Efendiyle mutat olarak görüşür, hal-hatır sorar, dualaşırlar.
Kısacası, hayatında, kişiliğinde, hatt-ı hareketinde, mücadelesinde, mizaç ve iktisabında kendine özgü hareketleriyle tam ve saf bir mü’min ve Müslüman kişiliğin, Abdülaziz Bekkine (Kazani) (k.s) hazretlerinin bereket ve duasını, saf tekke terbiyesini de görmek gerekir. Daha doğrusu görebilmek ayrıca bir idrak gerektirir.
Dar’ul Beka’ya geçişlerinin ikinci yılında rahmet ve mağfiret diliyorum.
27.02.2013 Milli Gazete
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.