05 Kasım 2025
  • İstanbul17°C
  • Ankara7°C
  • İzmir20°C
  • Konya16°C
  • Sakarya15°C
  • Şanlıurfa22°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep20°C

İSMAİL KILLIOĞLU'NDAN: İMKÂNSIZIN MÜMKÜN KILINMASI

Günlük olayları birbirleriyle kıyaslayarak doğru değerlendirme ve yargılara varmak, aç kurt gibi avının üzerine atılmayı bekleyen kamu iştahını tatmin edebilir. Ama bu iştihanın tatminini sonlandırmaz.

İsmail Kıllıoğlu'ndan: İmkânsızın Mümkün Kılınması

ismailkilliogluGünlük olayları birbirleriyle kıyaslayarak doğru değerlendirme ve yargılara varmak, aç kurt gibi avının üzerine atılmayı bekleyen kamu iştahını tatmin edebilir. Ama bu iştihanın tatminini sonlandırmaz. Aksine kamunun ya da kitlenin tatmin edildikçe kabaran ve azgınlaşan iştihasını daha fazla şiddetlendirebilir. Çünkü iştiha, duyguyla ve tutkuyla ilgili bir niteliktir, kendi şart ve bağlamında denge kurması, dengeyi sağlayıcı belirgin ve sabit bir ilke ya da ölçü oluşturmaya mahiyeti gereği mümkün değildir. Böyle bir ilke veya ölçü oluşturmaya yönelip gerçekleştirmek istediğinde, duygu ve tutku, dolayısıyla iştiha, bizzat kendi kendini ifna etme, iptal etme paradoksuyla hesaplaşmak durumundadır. Genel olarak da sonuç olumsuz, yani yıkıcı olabilir. Ahlâkın temelini duyguya, istek ve tutkuya, ölçüsünü de “haz”za (hedone) dayandıran Hazcılar, bunun tipik örneğini yüzlerce yıl önce vermişlerdir.

Ne var ki, örneğin olumsuz sonuçlar doğurması, anlayışın ya da bu alandaki iddianın toptan ortadan kaldırıldığı, hatırlanamayacak şekilde unutuşa, nisyana terk edildiği anlamına gelmiyor. Bazen birtakım vesilelerin dürtüklenmesiyle, bazen zorunlulukların dayatmasıyla, bazen de daha öncekilerin yaptıkları farz edilen yanlışların giderilmesi iddiasıyla orta yere çıkıveriyor.

Şartları, maksadı ve söylemi biraz farklılık gösterse de, mahiyeti aynı olan bir anlayışın Batı düşüncesinde Yeniçağlarda dile getirildiğini bir örnek üzerinde irdeleyebiliriz. Söylemin temel konusu insandan hareketle, monarşik iktidar olgusunu sınırlandırıp dengelemek maksadına yöneliktir. Birçok düşünür, yazar farklı kavramlar ve anlatımlar çerçevesinde sorunu tartışmaya başlarlar. Bir tanesi, Fransız kökenli İngiliz düşünürü Bernard de Mandeville’dir.

Ona göre, özetle, insanın mutluluğunun, toplumun ilerleme ve refaha kavuşmasında itici güç olan “bencillik” ve onun ayrılmazı olan “menfaat” duygusunun önünde birtakım engeller oluşturulmuştur. Bu engellerin merkezinde üstün otorite olarak kabullenilmiş “devlet iktidarı” ve bunu tahkim etme işlevini gören din, ahlâk, hukuk ve gelenek kuralları bulunmaktadır. Oysa birey olarak insan doğasında (natura naturans) içkin olan “bencillik” ve “menfaati”nin dolaysız gereğini yapabilse, hem ilerler ve refaha, hem de mutluluğa erişir. Toplumun düzenini sağladığı düşüncesiyle oluşturulan din, ahlâk, hukuk kurallarının uygulanması için meydana getirilmiş kurumlara masraf yapmaktan kurtulunur. En önemlisi de zihin ve düşünce bukası işlevi gören “günah”, “suç”, “ceza”, “yasak” gibi engellerden azat olunarak “özgürleşir” insan. “Günah”, “suç”, “yasak” gibi değer ve ölçüler ortadan kaldırıldığında “günahkâr”, “suçlu” yargılarının da bir anlamı ve karşılığı olmayacaktır. Dolayısıyla mahkemelere, karakollara, ibadethanelere de ihtiyaç kalmayacak, buralara harcanan paralar insanların ve toplumun refahına, menfaatine, ilerlemesine vb. kaynak oluşturacaktır.

Hemen belirtilebilir: “Günah”ın, “suç”un değer ve ölçü olmaktan çıkartılması, sonuçta başka bir değer ve ölçüye göre olmaktadır.

Yaşananlara bakınca, Mandeville’in “Arılar Ülkesi”ndeki tasarlanan dünyasını hatırlamamak pek mümkün gözükmüyor, imkânsızın mümkün kılınma çabasından öteye bir anlam da ifade etmiyor.

01.01.2014 Milli Gazete 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.