- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul16°C▼
- Ankara14°C
- İzmir19°C
- Konya16°C
- Sakarya18°C
- Şanlıurfa24°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep19°C
KADER ÂNI VE ÜMMETİN MÂŞERÎ VİCDÂNI

Ahmet Tâlib ÇELEN
Akıp giden hayatta “kader anları” vardır. O an gelince ilim durur, akıl utangaçlaşır, pek yüksek analizler yerlerde sürünür. Ümmet bambaşka bir hâle bürünür. Ve sadece tekbir getirilerek o kadere yürünür.
Hz. Peygamber’in doğduğu geceyi düşünün… Kâinât susmuş… O hasretine kavuşma ânını teneffüs ediyor. Tüyler diken diken… İnsanlık ilmelyakîn bilmese de fevkalâde bir ânın geldiğini ta içinde duyuyor. Ve kâinâtın yana yakıla beklediği an geliyor, Efendimiz (s.a.v.) dünyâyı teşrif buyuruyorlar. Yahudiler istemese de Hacer’in çocuklarından geliyor gelecek olan. Kaderi kim değiştirebilir?...
Hira’da risâlet başka bir kader ânı… Son Kitab’ın, ilâhî hitabın muhatabıyla buluşması… Yine kader sirenlerinin çaldığı an… Allah’ın nûrunu üfleyerek kim söndürebilir?
Bedir… Ya bitiş, ya devam ânı… “Allah’ım, sen yardım etmezsen senin dînini yeryüzünde yaşayıp yaşatacak kalmayacak!” Ve gök orduları… Ve zafer!...
Ve diğerleri…
Satuk Buğra Han’ın bir gece rüyasında Efendimizle müşerref olup hidâyet bulması ve sabah tebeasını toplayıp bunu îlân etmesi ve Türk milletinin de hâkanlarına uyarak Müslüman oluşu da kader anlarından biridir. Bu andan sonra bu gözükara millet İslâm’ın kılıcı olmuş ve hem kendi tarihinin, hem İslâm hem insanlık târihinin akışını değiştirmiş.
Malazgirt bir kader ânı… 40 bin kişinin 200 bin kişi ile harp etmekten zerrece korkmadan şehâdete yürümesindeki vakar, sükûnet ve cesareti hangi ilmî tahlille izah edersiniz? Bu sadece hissedilir ve yürünür; Allah’ın takdirine boyun kırılır. Zafer sanki ilâhî bir müjde olarak kalplere indirilmiştir. Alparslan’ın, “Düşman 200 bin kişilik bir orduyla yaklaşıyor.” haberini getiren adamlarına yürekleri titreten bir sükûnetle, “Biz de onlara yaklaşıyoruz.” demesi o kader ânını şeksiz şüphesiz içinde duymasındandır. Yaklaşılan düşman değil aslında, o kader ânıdır.
Osman Gazi’nin Edebalı dergâhında Kur’an karşısında uykusuz geçirdiği gece bir kader ânıdır. Her saatine bir asır armağan edilen gece… Bütün Söğüt ve Bilecik o kader ânını iliklerinde duymuştur; başka olamaz. Bütün Kayı kaderin omuzlarına yüklediği yükü ilmelyakin bilmese de bilmiştir.
Fethi müjdeli şehrin İslâm’a açılması yine kaderin muhteşem bir ânıdır. “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni!” sözü kemiğe işlemiş kaderin söz olarak fışkırmasıdır. Bu söz, hiç şüphemiz olmasın, bütün İslâm ümmetinin hislerinin ifâdesidir. Herkes artık fetih vaktinin geldiğini hissetmektedir. Yer gök, kurt kuş, taş ağaç… adeta tek kelime kesilmiştir: FETİH! Kader ânı gelince böyle olur. Millet olacakları sanki ilâhî bir mesajla öğrenmiştir.
Şimdi yeni bir kader ânını yaşıyoruz. Mısır’da olup bitenler başka bir şey değildir. Ümmetin 200 yıllık inhitâtı ve zilleti artık kemiğe dayanmıştır. Hilâfet kalkmış, Müslümanlar ipi kopmuş tespih taneleri gibi darmadağın olmuşlar. Küffar kırk parçaya böldüğü Müslümanların her parçasıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamakta, üzerinde oturulan bütün zenginlikleri yok pahasına alıp gitmektedir. Bu oyun görülmemiş değildir; ama kollarımız kesilmiş, kanatlarımız kırılmış, çâresiz kalmışız. Bu hep böyle gidecek değildi. Ümmet çektiği zilletlerden alacağı dersi almış ve uyanmaya başlamıştı. Mektep-medrese köşelerinde, Dârü’l-erkam misâli ev sohbetlerinde, yurt odalarında, vakıflarda… yolda, sokakta… her yerde bir uyanış mayalanmıştı. O maya elbette tutacaktı. Kandehar’da, Kafkaslarda, Şar Dağı eteklerinde, Sakarya boylarında, Nil kıyılarında ümmet bir kader ânına doğru yol aldığını -aynı daha evvelkiler gibi- kalbinde duymaya başlamıştı zaten.
Türkiye’de olup bitenler de bu kader ânına hazırlıktı aslında. İlmelyakîn bilinmese de herkes o kader ânına hazırlık yapıyordu. Çöküş devrimizden beri tarihimizin en diri zamanını yaşamamız, üzerimizdeki asırlık gaflet yorganını atıp etrafımızda olup bitenlerle alâkadâr olmaya başlamamız, İslâm dünyası (buna Ortaasya Türk dünyası da dâhil) ile bugüne kadar olanlardan farklı mânâlar taşıyan münasebetler kurmamız… Kader ânına hazırlık… Arap baharı da bu cümledendir. Batı ne kadar bulandırmaya çalışırsa çalışsın, bu böyledir. Doğuma engel olunamaz; gelecek, gelecektir. Birkaç konfor manyağı kral hariç, bütün İslâm âleminin yüzünü Türkiye’ye dönmesini görmüyor musunuz? Bunun “kader ânı”ndan başka îzâhı yoktur.
Kader ânının kilidi Mısır’da… Cenâb-ı Hak, İslâm âleminin kilidini Mısır’da açacak. Anadolu’nun kilidinin Malazgirt’te açıldığı gibi… Bu kilidin anahtarı şehit kanları, gözyaşları ile yapılıp arşa yükselen duâlar, zikirler… Mısır’da olamadığı, şehitlerle beraber şehit olamadığı için ağlıyor ümmet. Hiç olmazsa üzülüyor; bu da bir uyanıştır; hem de büyük uyanış… Kilit Mısır’da açılacak; ama topyekun ümmet açacak o kilidi. Bütün dünyadaki Müslümanların derleniş toplanışlarını, meydanlarda yumruk sıkışlarını, Mısır’daki kardeşleriyle bir vücut oluşlarını, tarihin derinliklerinden gelen iniltilerini, yakarışlarını, duâlarını, zikirlerini görmüyor musunuz? O büyük kader anlarında olduğu gibi âdetâ yer gök, kurt kuş, taş ağaç… “Uyanış!” diyor, “Diriliş!”, diyor, “Birlik, beraberlik, kardeşlik!” diyor.
Bu selin önünde ABD, AB ve konfor manyağı krallar duramaz ki, onların piyonu zavallı Sisi dursun. Kader ânı gelmiştir ve olacak şey olacaktır; Müslümanların istiklâli başlayacaktır.
19.08.2013
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.