- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara13°C
- İzmir15°C
- Konya8°C
- Sakarya14°C
- Şanlıurfa16°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep11°C
LAİKLİK HANGİ KAVGANIN SEBEBİDİR?
Laiklikle ilgili tartışmalar ve kavgalar acaba hangi tür suçların, suçluluğun ve aşağılık kompleksinin örtülmesi, anlaşılmaması ve gizlenmesi için kullanılmıştır? Laiklikle ilgili yapılan çalışmalar ya yabancı dil eksikliğinden ya da hissî yaklaşımların b

Bir de hissî yaklaşımdan söz ettik. Türkiye’de birçok örneğini görebileceğimiz hissî yaklaşım, insanların uğradığı haksızlığa veya baskıya dayanarak, bazı kavramlara karşı, araştırmadan, içeriğini tam olarak bilmeden düşmanlık beslemesi biçiminde gerçekleşir. “Ben yaşadığımı bilirim, gerisini bilmem ve tanımam” mantığına dayanan bu yaklaşım kavram kargaşası denilen olayın meydana getiricilerindendir. Bu tür yaklaşımlar genellikle ideolojik, bireysel ve duygusaldır.
İdeolojiktir, çünkü ideolojilerde doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin gibi ölçütler önceden hazırlanmıştır, tartışmaya açık değildir ve kolay kolay değiştirilmez. Bireyseldir; çünkü ideolojiler bahane edilerek kişisel öfke, kin ve hesaplaşmalar için yapılır. Duygusaldır; çünkü haritanın tamamını görmek ve ona göre hareket etmek yerine, kendi gördüklerini esas kabul edip, bunları araştırmadan, tartışmadan, “her şeyin en iyisini ben bilirim” mantığıyla hareket edilir.
İdeoloji aslında bir dünya görüşü olamaz. Dünya görüşü çünkü bireye özgüdür. Değişen dünyaya göre kendini yeniler. Dünyadan etkilenir ve dünyayı etkiler. İdeoloji kendini yenilemez. O yüzden belli dönemlerin hareketleri olmak zorundadırlar. İdeolojinin vadesi vardır. Vadesi dolunca ölür, daha doğrusu yürürlükten kaldırılır. Dünya görüşü ise yaşamaya devam eder, donuk değildir; ideoloji gibi tepkileri yönlendirmek amaçlı kurulmamıştır. İdeoloji, belli bir dönem için insanların dünya görüşünü etkileyebilir. Ama onları bütünüyle değiştiremez. Hele hayat boyunca, ideolojinin dünya görüşünü etkisi altında bıraktığı görülmemiştir. İdeoloji toplumsal olayların neticesinde ortaya çıkmıştır, tepkiler bütünüdür. O toplumsal olaylar çözülüp, yerini başka olaylara bıraktığında biter.
Laiklik hiçbir zaman kavganın sebebi olmamıştır
Laiklik Türkiye’de ideolojik bir hareket olarak kalmıştır. Hiçbir zaman tanımlanamamıştır. Türkiye’de laikliğe belirli bir anlam da yüklenememiştir. Bir kavram olarak laikliği Türkiye içselleştirememiştir. Bu söylediklerimiz kendini “laik” olarak tanımlayan insanlar için de geçerli. Çünkü gerçekten laikliğe dair, Türkçe, dişe dokunur bir eser göstermek mümkün değil. Laikliği anlatacak ve sevdirecek, laikliğe insanları inandıracak ve ikna edecek bir kitabın yokluğundan söz ediyoruz. Böyle bir kitap, yabancı dillerde mevcut mudur? O dilde bir geleneği varsa, mevcuttur tahmininde bulunabiliriz.
İdeolojik, hissî yaklaşımdan dolayı laiklik, Türkiye’de kültürel değil siyasi cepheler arasında tartışılmıştır. Fikrî bir tartışmadan söz etmiyoruz. Bu, “Sen sensen, ben benim” tartışmasıdır. Gayet ideolojik ve tepkiseldir. Bu kavgada laiklik bir nevi bahanedir. Laiklik hiçbir zaman kavganın sebebi olmamıştır. Bu kavga zaten öyle veya böyle verilecekti. Kavganın bahanesi örneğin hümanizm değil de laiklik oldu. Oysa hümanizmle laiklik, birbirine bitişik, biri diğeri olmadan değerlendirilemeyecek, iki düşünme biçimi. İkisi de “vicdan hürriyeti” diye özetlenebilir. İkisinde de hayatın merkezinden Tanrıyı çıkarıp, oraya insanı yerleştirme gayreti görülür.
Oysa Türkiye’de hümanizm insan sevgisi olarak yutturulmuş ve anlaşılmıştır. Pozitivizm bilimsellik, rasyonalizm akılcılık olarak. Örnekler çoğaltılabilir, hatta Batılı kavramların Türkiye’de nasıl anlaşıldığına dair sözlük dahi yazılabilir. Eminim çok ilginç ve gülünesi şeyler ortaya çıkacaktır. Çünkü Türkiye’de kavga, Türkiye’ye özgü. Ve hep başkalarını suçlayıcı bir psikoloji içinde yapılmış. Batıcılar yerlileri, yerliler Batıcıları suçlamışlardır. Komünistler milliyetçileri, milliyetçiler komünistleri. Ortada eleştiri veya fikri tartışma, değerlendirme, bilimsel eleştiri yoktur. Sanki herkes karşı tarafı suçlamakla yükümlü. Bu yüzden ortada doğru, iyi ve güzel diye bir şey kalmaz. Çünkü bunlar bir cephe tarafından belirlenmişse, diğer cephe tarafından mutlaka kötülenecektir. Acaba karşı taraf doğru düşünmüş, isabetli bir karar vermiş mi diye sorulmayacaktır. Tepkiselliğin eleştirdiğimiz yönü bu: Hakikatin taraflarca değiştirilmesi. Hakikate tabi olunması gerekirken, ideolojilerin hakikati belirler hale getirilmesi.
Laiklik ve din konusundaki tartışmalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar götürülmüş
Birkaç soru sorup haberimizi tamamlayacağız. Suçlayıcılığın kaynağı; suçluluk duygusu ve aşağılık kompleksi olsa gerek. Bu kompleks bize dedelerimizden kalan bir miras. Türkiye’de kendini gösteren bütün siyasi oluşumlar, Batı karşısında duyulan komplekse göre dizayn edilmiş, düşünülmüş ve yönlendirilmiş. Bundan bağımsız hareket edebilen neredeyse yok. Peki, insanlar neden birbirini suçlar? İnsanlar içlerinde biriktirdikleri öfkenin acısını neden başkalarından çıkarmaya çalışırlar? İçte biriken bu öfke de neyin nesi? Ki laiklik veya başka bir şey bahane edilip, kavgaya dönüşür. Ve bu kavga hiçbir olumlu gelişme veya atılımla sonuçlanmaz.
Laiklikle ilgili iki kitaptan örnek verebiliriz. Birincisi Prof. Dr. Osman Turan’ınTürkiye’de Manevi Buhran, Din ve Laiklik (Ötüken y.), ikincisi Ord. Prof. Dr.Ali Fuat Başgil’in Din ve Laiklik (Yağmur y.). İkisi de çok sıkı, ilmî yönden güvenilir, iyi niyetle yazılmış, yaraya tuz basan değil çare arayan, okuyanı bilgilendirip fikir sahibi yapan kitaplar. Yukarıda sözünü ettiğimiz konu ve sorular bu kitaplarda etraflıca araştırılıp tartışılmış. İki kitabın da laiklik ve din konusundaki tartışmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar götürülmüş. Oysa laiklik Türk anayasasına 1937 yılında girmiştir.
Osman Turan ve Fuat Başgil laikliğin tarihçesini ortaya koyduktan sonra, Türkiye’deki uygulanma usulünü ve hangi manada anlaşıldığını gösterir. Daha sonra da bunları tartışmaya başlar. İki kitap boyunca Türkiye’deki cepheleşmelerin ve bu cephelerin neleri mesele edinerek (biz buna bahane diyoruz) birbirine girdiklerini; bu kavgalardan kimin, neden ve nasıl zarar gördüğünü irdelerler. Osman Turan ve Fuat Başgil’in kitapları, şu soru etrafında okunabilir: Laiklikle ilgili tartışmalar ve kavgalar acaba hangi tür suçların, suçluluğun ve aşağılık kompleksinin örtülmesi, anlaşılmaması ve gizlenmesi için kullanılmıştır? Laiklik aslında hangi kavganın sebebidir? Ve uğraşılması gereken asıl mesele nedir?
Ömer Yalçınova yazdı
www.dunyabizim.com
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.