- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
08 Kasım 2025- İstanbul19°C▼
- Ankara13°C
- İzmir17°C
- Konya14°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa22°C
- Trabzon19°C
- Gaziantep19°C
LEYLA İPEKÇİ'DEN: YOKLUĞUN EDEBİ AŞKTAN!
Çiftçilik yapan bir derviş, ekim zamanı öküzlerini alıp tarlasına gider. Öküzlerden birisi kara sabanı bir türlü çekmez. Derviş de kendisini kaybedip öküzü elindeki sopayla dövüp hırpalar. Zor zahmet tarlayı sürer.

Bu kalpten kalbe geçişkenlik İlahi Varlık'a dair 'somut' bir delildir. O'nda (cc) yok olabildiğimiz ölçüde, O'nun bizden istediği biçimde varoluşumuzu onurlandırabiliyoruz. Bir çeşit 'yokluk'tur bize düşen; en kıymetli varolma biçimi. İnsanı Kendi suretinde yarattığını söyleyen Yüce Yaratıcı'nın tek mevcud olduğunu kavramamıza giden bu yolculuk bir 'yekvücud' olma serüvenidir bizler için.
Seküler sanatta, varoluşçuluğun farklı yansımalarını içeren bir tür hiçlik vardır ana eksen olarak. Kendini yok etmenin ölçüleri sonsuzdur ve daha önce de değindiğim gibi toprağa girmek seküler sanatçı için nihai yok oluştur. O'ndan (cc) O'na (cc) olan yolculuğumuzdaki hiçliğin, bir varoluş hakikati olduğunu reddeder. Ölümün 'canlı' olduğuna ve ebedi devam edişe kör kalarak, kendi tayin ettiği 'son'lara hükmettiğini düşünür.
Bu açıdan bakınca muhakkak ki, bu çeşit bir 'yok olma' uğraşı, benliği beslemeye ve nefsi kabartmaya hizmet edeceğinden, kibre dönüşür hep. Hiçliğini kendine maleder çünkü seküler sanatçı. Hakikat'i ikiler! Rabbini bilmesi için, O'na kavuşmakla gerçekleşen yokluğun (bir bakıma ben'likten varlığa doğru, nefsten ruha doğru katmanlanan) mertebelerinden geçmesi gerekir.
Yaratıcı'nın müdahil olmadığı bir yokluğu tevhid sanatçısı ise asla tahayyül edemez. Kâinatta iki parmak boşluk açılsa, Yaratıcı'nın ulaşamadığı, rahmetini kuşatamadığı bir hakikat var demek olur ki, bu ikilikler katıdır. İkilikleri bir'lemediği ölçüde, tenzih ile teşbih arasında 'dosdoğru' istikameti tutturmak kolay değildir.
Hiçliği ve yok olmayı varoluşçu manada benimseyen seküler sanatçı en kaba yollardan (özündeki cevheri inkâr ederek) kendine zulmetmektedir. Ölümden ötesi yoksa, ahiret 'hayat' içermiyorsa, bu dünyayla hemcins olmaya ve dünyevi niteliklere kendini hapsetmiş demektir seküler sanatçı. Yeryüzü halifesi olarak insanlığın kemaline katkıda bulunması zorlaşır.
Sözgelimi Sartre gibi bir filozof/sanatçıda 'hiçlik' bir çeşit 'tekboyutluluk' olarak ele alınır. Görünür olanı akıl ile 'görmek', soyut olanı ise aklın dışına atmayı ne kadar gerektirir bilmiyorum, ama: Görünmeyen'i hiçliğe ve yokluğa havale ettiğinizde, gayb bilgisini yok etmiş olmuyorsunuz ki! Onu en fazla örtmüş oluyorsunuz. Ve hakikat'e tek gözle bakmış oluyorsunuz.
Yokluğun da ait olduğu Hakikat tevhid sanatçısı için bir'dir. Bu yüzden hayatta da sanatta da 'yekvücud' olabilir. Hakikat, görünür ve görünmez olarak ikiye bölünüp parçalanmış değildir onun nazarında. Çünkü ancak kalbin kuşatabileceği sonsuz genişlikte olan hakikat vardır: Aşk.
Aşk, O'nun (cc) 'güzel sanatı'. Bilinmeyi sevmesi. ("Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim." Bu Kudsi Hadis'e bu bağlamda tekrar geleceğim.) O'nu en güzel şekilde bilebilecek olan Hazreti İnsan'ı var etme nedeni aşk. İnsanı ayette belirtildiği gibi 'en güzel suret'te var etmesinin O'nun güzel sanatını ifade edişine dair bir ipucu taşıdığını düşünüyorum.
Bu anlamda, Yaratıcı'sında yok olmayı bilme ve bu bilişi sevme serüveni bir seyr ü süluk'tur. Yukarıda bahsettiğim eserinde Tatcı'nın sözleriyle söyleyelim: "Ancak ferdi benliğin asıl varlık olmayıp gerçek benlikten başka mevcudun olmadığını anlamak, sarımsak tanelerine benzeyen eşyayı tek tek yoklamakla değil, yemek için katmanlarını kaldırmaya benzeyen, yavaş yavaş, öze inen bir eğitimden geçerek mümkün olur."
İşte sanatta güzel'in ölçüleri üzerine düşünmeyi denediğim bu otuz altıncı yazımda Varlık'a ve dolayısıyla yokluğun (ademin) edebine varmayı vaat eden tevhid sanatının 'ruhu'ndan kabaca bahsetmekle yetindim. Toparlayayım şimdilik: İnsanın, nefsinin sınırlı terimlerine malettiği yokluk'tan bahsettim. Rabbine kavuşarak, O'nda eriyerek vardığı yokluktan da bahsettim. İkisi arasındaki fark: Tam da Aşk kadar!
O'nun (cc) nefsini mümin kuluyla anlatması ile mümin kulun kendinde Hakk'ı bilmekle gelen ifadesi örtüştüğü oranda Aşk güçleniyor. O'nun bilinmeyi sevmesiyle, kulun O'nu bilmeyi sevmesi, seven ile sevilen'in 'bir' olmasına, yani yekvücud olmasına evrilen uzun bir yok olma yolculuğu. Kesrete (çokluğa) vahdet aynası olarak bakabilme uğraşı. Mertebeleriyle, fazlarıyla, katmanlarıyla... Bir güzelleşme serüveni.
Yunus'la devam edeceğim inşallah, yine Tatcı'nın kitabından: "Eğer ayine bin olsa bakan bir / Gören bir, görünen bin bin göründü."
01.09.2012 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.