- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul15°C▼
- Ankara4°C
- İzmir14°C
- Konya5°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa14°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep11°C
M. SEYFETTİN EROL'DAN: ANKARA-TAHRAN HATTINDA “YENİ SURİYE” FAKTÖRÜ..
“Cenevre-2’den Sam Amca - İvan Dayı Masalları” başlıklı yazımızı bitirirken, cevapları oldukça pragmatik nedenlere dayalı şu soruları sormuştum: “Yeni Suriye’nin temel kriterleri olarak ortaya konulan; ‘özgür’, ‘demokratik’ ve ‘laik’ bir Suriye eski rejim

“Cenevre-2’den Sam Amca - İvan Dayı Masalları” başlıklı yazımızı bitirirken, cevapları oldukça pragmatik nedenlere dayalı şu soruları sormuştum: “Yeni Suriye’nin temel kriterleri olarak ortaya konulan; ‘özgür’, ‘demokratik’ ve ‘laik’ bir Suriye eski rejimle nasıl inşa edilecek? İnşa edilecekse, niçin bu savaş yaşandı? İnşa edilemeyecekse, o zaman neden böyle bir ‘ara çözüm’ yoluna başvuruluyor?”
Şu ana kadar yaşanan gelişmeler, buna Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ziyareti de dâhildir, bu pragmatist sürecin işlediğini gösteriyor.
Burada temel iki çıkış noktamız söz konusu: 1. “Cenevre–2” süreci; 2. Bu kapsamda “Yeni Suriye” üzerinden “Yeni Ortadoğu”nun inşası ve bu sürecin temel hedefleri, kazananları ve elbette kırmızıçizgileri...
***
Öncelikle, Türkiye-İran ilişkilerinde yeni bir başlangıcın gerekliliğine işaret eden ve bunla ilgili güçlü sinyaller veren “Cenevre–2” ile ilgili şu üç tespitimizi ortaya koyalım: 1. Cenevre-2’nin esas kazananları ABD ve Rusya’dır; 2. İki kaybedeni ise Türkiye ve İran; 3. Türkiye ve İran’a rağmen bölgede yeni bir statükonun inşası.
Dolayısıyla, tarihsel kodlarına hızlı bir şekilde dönüş yaşayan bu iki ülkenin bir kez daha “ara aktör” olma durumu ile karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Bir diğer ifadeyle, Brzezinski’nin de ifade ettiği üzere, “jeostratejik oyuncu” olma kapasitesi ve olasılığı bir hayli yüksek olan iki imparatorluk ülkesi, bu gidişle “jeopolitik mihver” kulvarında koşmaya devam edecek...
O zaman hemen şu soruları sormamız gerekiyor: 1. Türkiye ve İran bunun ne kadar farkında? 2. Bu süreçten ne kadar mutlular? 3. Bu durumda ne yapabilirler?
***
Bu ziyaretin kendisi bile başlı başına bu farkındalığı gösteriyor. Taraflar, her şeye rağmen mevcut krizlerin yeni ve daha güçlü bir işbirliğinin önüne geçmesine müsaade etmek istemiyorlar. Bu kapsamda Başbakan Erdoğan’ın Tahran’da verdiği şu iki mesaj oldukça önemli, en azından Türk tarafının meseleye yaklaşımını ortaya koyması itibarıyla: 1. “Kendimizi ikinci evimizde hissediyoruz”; 2. “Geleceğe yönelik çok çok önemli adımları atmamız mümkün.”
Başbakan Erdoğan’ın “Geleceğe yönelik çok çok önemli adımları atmamız mümkün” ifadesinin öncesinde bunun nasıl olabileceğiyle ilgili şu ön sözleri de oldukça dikkat çekici: “Özellikle karma ekonomik komisyon başkanlarımız, özel temsilcilerim vasıtasıyla...”
Diğer taraftan İran tarafının bu ziyarete verdiği önem ise oldukça kafa karıştırıcı. Çok önceleri kaleme aldığım bir yazımın başlığını da oluşturan “Hangi İran?” sorusu burada bir kez daha ortaya çıktı.
***
Ziyareti öncesinde, dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in Devrim Muhafızları’ndaki temsilci yardımcısı Abdullah Hacı Sadıki’nin açıklamaları, açıkçası İran’ın meseleye nasıl yaklaştığını göstermesi açısından dikkat çekiciydi.
Fars News’de yer alan habere göre, Başbakan Erdoğan’ın Suriye krizindeki rolüne değinen Abdullah Hacı Sadıki, onun “Siyonist rejimin kuklası gibi hareket ettiğini” ve son zamanlarda “uykusundan uyandığını” ileri sürdü. Söz konusu haberde Sadıki, Suriye siyasetindeki başarısızlık ve Erdoğan’ın İran’la ilişkileri geliştirmek istemesi nedeniyle, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir döneme girileceğinin de altını çizdi.
Bu açıklamalar, gelişmeleri yakından takip edenler açısından aslında hiç de sürpriz değildi. Bu noktada İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Suriye’deki iç savaşın sorumluları olarak bu ülkedeki terör örgütlerine destek veren ülkeleri suçlarken Türkiye’yi de dolaylı bir şekilde itham etmesi ve Davos’ta Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile İranlı mevkidaşı Zarif arasında yaşanan “kısa Hizbullah gerginliği”, ziyaret öncesinde Türkiye’ye yönelik İran’ın “kırmızıçizgileri” olarak değerlendirilmekte gecikmedi...
***
Dolayısıyla bu ziyaret kritik olduğu kadar, zor bir ziyaret olarak da karşımıza çıkıyor. Her şey bir tarafa, ortada aşılması gereken koskoca bir “güven sorunu seddi” var!
İran’ın Kasr-ı Şirin’i zorlayan tavrı ve ihlalleri ile ön plana çıkan, bölgede yeni bir nüfuz paylaşımı noktasındaki dikkat çeken bu çıkışları, elbette Ankara’nın dikkatlerinden kaçmıyor. Fakat Ankara, tüm bu sorunları daha güçlü ve derin bir işbirliği ile aşma düşüncesinde olduğunu bir kez daha teyit ediyor. Bu kapsamda da “kazan-kazan”a yönelik iktisadi-ticari bazlı projeler konusundaki kararlılığını ortaya koyuyor.
Bu bağlamda “Serbest Enerji Bölgesi” projesi ve yeni doğalgaz boru hattı ile birlikte özellikle “Yeni İpekyolu Projesi”, bölgede yeni bir jeopolitik denklemin inşasına vesile olabilir.
Evet, önümüzdeki süreç, önemli bir “tercih”e şahitlik edecek gibi görünüyor. Ama bunun için öncelikle Suriye ve Irak krizlerini aşmak gerekiyor!
30.01.2014 Milli Gazete
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.