- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
29 Ekim 2025- İstanbul17°C▼
- Ankara12°C
- İzmir19°C
- Konya16°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa23°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep21°C
M. SEYFETTİN EROL'DAN: KOBANİ GERÇEĞİ!
Amerika aslında bir gerçeği itiraf etti; “Kobani umurumuzda değil”.

Amerika aslında bir gerçeği itiraf etti; “Kobani umurumuzda değil”. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, “ABD’nin stratejik amacının da bu olup olmadığına” yönelik bir soru üzerine, önceliklerinin Kobani değil hava saldırılarının yapıldığı yerlerde petrol rafinerileri gibi yerlerin kontrolünü sağlamak olduğunu söyledi.
Bu açıklamasıyla, Churchill’in “dişi versiyonu” bir kez daha “bir damla petrolün bir damla kandan daha değerli” olduğunu, emperyalizmin son başkentinden tüm dünyaya ilan etti.
Fakat burada asıl dikkat çekici olan husus; “Kobani”nin umurlarında olmadığını ABD söylemesine rağmen, tepkinin kendisini Türkiye’de göstermesiydi.
Açılım sürecini Kobani’ye endeksleyen ve düşmesi halinde Türkiye’yi ayağa kaldıracaklarını söyleyen bir takım çevreler, daha Kobani düşmeden bir “kararlılık” gösterisi olarak batıdan doğuya şehirleri yakmaya ve sivilleri vahşice katletmeye başladılar.
Ortaya çıkan ölü ve yaralı sayısı kadar, bu insanlardan bazılarının IŞİD vahşetini aratmayacak şekilde öldürülüş şekilleri de oldukça dikkat çekiciydi. Görüntüler, emperyalizmin hastalıklı ruhunun bu ülke sınırlarında bir kez daha kendisini göstermeye başlaması itibarıyla düşündürücü. Özellikle de, açılım süreci boyunca barışı dillerinden düşürmeyenler açısından...
IŞİD vahşetini eylemlerine gerekçe göstermeye çalışanların bayramın son gününde gerçekleştirdikleri bu vahşet, aslında çok daha büyük bir tehlikeye işaret ediyor ve bizi 1984’e, o ilk kanlı saldırılara götürüyor. Aradaki en önemli fark, bunu daha önce dağlarda yapanların, şimdi şehre inmiş olmaları!
Dolayısıyla, Türkiye 30 yılda çok farklı bir noktaya taşınmış durumda. Gerçekleştirilen eylemleri basit bir “demokratik tepki” olarak değerlendirmek, pek öyle mümkün görünmüyor.
Oyun çok büyük! Ülke, vahşice öldürülen insanlar üzerinden bir iç savaş ortamına çekilmeye çalışılıyor ve fazlasıyla kırılgan etnik-mezhepsel fay hatları sonuna kadar zorlanmaya çalışılıyor. Aynen Irak’ta ve Suriye’de olduğu gibi... Bundan dolayı da, önü alınamadığı takdirde Türkiye açısından da bir “şiddet-intikam sarmalı” ufukta kendisini gösteriyor.
***
Burada, 1878 Berlin Anlaşması’ndan bu yana Doğu Anadolu ağırlıklı olarak gerçekleştirilmeye çalışılan projenin bir kez daha devrede olduğu görülüyor. Hedef, şu an için “Büyük Kürdistan”. Bunu takip edecek bir üst hedef ise, hiç kuşkusuz “Büyük Ermenistan”.
Ortadoğu’da, yeni devlet yapılanmaları üzerinden bölgesel bir federasyonu hedefleyen süreçte Irak ve Suriye’nin bölünmesi kadar, Türkiye ve İran’ın da parçalara ayrılması bu projenin geleceği açısından oldukça önemli bir yere sahip.
Hiç kuşkusuz, burada ortaya çıkacak yeni devletlerin mahiyetleri ve ödeyecekleri “diyet” de oldukça önemli. Özellikle, bölgenin “İkinci İsrail”i olarak uzunca bir süredir adlandırılan “Kürdistan” açısından.
Bölgedeki “zorunlu” ama gerçekte sistematik bir şekilde yürütülen göç hareketlerini bir de bu gözle değerlendirmekte fayda var; özellikle de Suriye’nin kuzeyi ağırlıklı olarak Türkiye’ye doğru gerçekleştirilenler boyutuyla...
Bir diğer ifadeyle tarihsel anlamda tersine bir göçe şahitlik ediyoruz ve buradaki asıl hedef ise çok daha büyük. Bölgesel bir federasyon çatısı altında, “Büyük İsrail”in inşası. Bunları görmemek için kör olmak lazım.
***
Bu projenin önündeki en büyük engel ise hiç kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti. Türkiye, tarihsel anlamda Haçlı Seferlerine nasıl bir set oluşturduysa, bundan sonraki süreçte de bu ve buna benzer projelere set oluşturmaya devam edecek. Bunun için de Türkiye’nin direncini kırmaya yönelik her türlü yöntem son 100-150 yıldır deneniyor.
Bu kapsamda, önce PKK terör örgütü, akabinde ise Kuzey Irak ve Kuzey Suriye bağlamında başlatılan yangının Türkiye’yi hedef alması bir tesadüf değil. Nitekim, Ankara’nın başta “Türkiye Kürtlüğü” olmak üzere, “Ortadoğu Kürtlüğü”ne yönelik olarak başlattığı “Yeni Kürt Politikası”nın temelinde de bu tehdidi fırsata çevirme düşüncesi yatmaktaydı ve açıkçası bunda da belli bir aşamaya kadar gelinmişti.
Son dönemde yaşanan iki önemli gelişme bu politikayı sabote etmeye yönelik birer girişim olarak karşımıza çıkıyor. İlk gelişme Mısır’daki askeri darbe sonrasında Türkiye’nin bölgede “değerli bir yalnızlık” içerisine itilmesi; ikincisi ise, IŞİD’in ani yükselişi ve izlediği yol haritası.
Nitekim, gelinen aşamada Türkiye’deki açılım sürecinde önemli bir yere sahip olan Barzani’nin son çıkışları oldukça dikkat çekici. Sadece Barzani’nin değil; Barzani başta olmak üzere, “çözüm süreci”nde ön plana çıkan birçok ismin daha önceki duruşu ile şimdiki duruşu arasında “Kobani kadar fark var!”
Dolayısıyla, Türkiye açısından kırmızı çizgi belli ve pek tabi bu çizgileri fazla zorlamanın ne anlama geldiği de!
09.10.2014 Milli Gazete
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.