04 Kasım 2025
  • İstanbul16°C
  • Ankara20°C
  • İzmir21°C
  • Konya19°C
  • Sakarya21°C
  • Şanlıurfa25°C
  • Trabzon18°C
  • Gaziantep25°C

M. SEYFETTİN EROL'DAN: YENİ SOĞUK SAVAŞ YA DA AMERİKAN YÜZYILININ SONU (1)

“Birinci Yalta Düzeni’nin adresinin Kırım olduğunu biliyoruz.

M. Seyfettin Erol'dan: Yeni Soğuk Savaş Ya da Amerikan Yüzyılının Sonu (1)

seyfettinerol22

“Birinci Yalta Düzeni’nin adresinin Kırım olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, Kırım 1853-56 sonrası ikinci kez “1939-45” aralığında yaşanan büyük kriz ve akabinde ortaya konulan yeni uluslararası sistemin (İki Kutuplu Dünya Düzeni) oluşum toplantısına ev sahipliği yapmıştı. Aynı Kırım bir kez daha sahnede! ABD-Rusya arasında yeni bir gelecek arayışına zemin hazırlıyor gibi. Nasıl mı?” diye sormuş ve cevabını bugünkü yazımızda vereceğimizi belirtmiştik.

Öncelikle şu hususun altını çizelim. “Yeni dünya düzeni”, eskisinin sona ermesinden itibaren her fırsatta dile getirilen bir söylem olup; geldiği aşama itibarıyla “hangi, kimin ve nasıl” soruları ile halen cevabını arayan en zor suallerden birisidir. Cevabı bulunamadığı takdirde ise uluslararası sistem açısından bir kaos kaçınılmaz görünmektedir.

Dolayısıyla, buradaki temel sorun “Yeni Dünya Düzeni”nin adını daha çok “kimin” koyacağı noktasındadır. “Kim” sorusuna verilen cevap, haliyle “hangi” ve “nasıl”a da yanıt niteliğinde olacaktır. Ve yine burada karşımıza çıkan önemli husus, buna cevap verme noktasında “tekel” konumunu yitiren ABD’nin bundan sonraki süreçte nasıl bir tutum takınacağı ve buna diğer aktörlerin yine nasıl bir tepki vereceğidir.

“Yeni Dünya Düzeni”ndeki temel kırılma noktaları

Burada beş temel kırılma noktası söz konusudur: 1. SSCB’nin dağılma süreci ve ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni”ni ilan etmesi (Eylül 1991); 2. ABD’nin tek kutuplu dünya anlayışına Şanghay Beşlisi üzerinden verilen cevap (25 Ağustos 1999 tarihli Bişkek Zirvesi); 3. 11 Eylül; 4. Arap Baharı ve Suriye Krizi (2010); 5. Ukrayna-Kırım Krizi (Kasım 2013).

Dikkat çeken en temel husus ise, kırılma noktalarındaki zaman aralığının her geçen dönemde daha da daralmasıdır. Bu da, yukarıda kısaca bahsedilen “kaos” olasılığının kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlamış olduğunu, bundan dolayı da sürecin hızlandırıldığını göstermektedir. Bir diğer ifadeyle başta ABD olmak üzere, dünyanın önde gelen güçleri arasındaki “hesaplaşma” kontrollü bir şekilde nihayete erdirilmek istenmektedir.

Buradaki temel aktör ise, hiç kuşkusuz ABD’dir. Nitekim süreçteki kırılmalara bakıldığında “ABD inisiyatifinin” ve “endişesinin” her aşamada kendisini gösterdiği dikkatlerden kaçmamaktadır. ABD’nin süreçteki belirleyicilik arayışları, buradaki yetersizlikleri ve buna karşı verilen tepkiler süreci bu noktaya kadar getirmiştir.

Gözden kaçan “dönüm noktası”...

Yukarıdaki dönemler içerisinde ABD’yi yeni bir politikaya iten temel gelişme, Bişkek Zirvesi’dir. Şanghay Beşlisi’nin dördüncü zirvesi olarak da bilinen bu toplantıda ortaya çıkan iki sonuç ABD’yi ciddi manada endişelendirmeye başlamış ve bu oluşumun kararlılığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkan Haziran 2001 tarihindeki örgüte dönüşme kararı ABD’yi 11 Eylül sürecini başlatmıştır.

Oysa bu tarihe kadar ABD kendisini “dünyanın efendisi” olarak görme eğilimindedir ve Rusya’yı da bir şekilde “Batı cenahına” katacağı hesaplarını yapmıştır. Fakat görünen o ki, bu yanlış hesap iki başkentten dönmüştür: Moskova ve Pekin.

Nasıl mı? Bu soruya sağlıklı bir cevap için yakın tarihe şöyle bir uzanalım ve oradan hareketle geleceğe dönük öngörülerimizi ortaya koymaya çalışalım.

ABD emperyalizminin diğer adı...

Başlangıç itibarıyla Amerikan zaferini ve hegemonyasını ifade etmek için Baba Bush (George Bush) tarafından Eylül 1991’de ilan edilen “Ulusal Güvenlik Strateji” belgesinde kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkan “Yeni Dünya Düzeni”, esasında Soğuk Savaş sonrasının hemen akabinde kendini hissettirmeye başlayan “belirsizlik” ortamının adını koymaya yönelik tek taraflı bir ABD girişimidir.

Nitekim Soğuk Savaş sonrası dönemde Amerikan hegemonyasını merkeze alan bu söylemin aşırı bir özgüvene dayandığı ve bundan dolayı da ABD’yi dünyanın jandarması konumuna oturttuğunu görmekteyiz. Bush’un 1992’de ABD’de Kongresi’nde yaptığı konuşma nasıl bir yeni dünya düzeni istendiğini bizlere göstermektedir.

Bush, Kongre’deki söz konusu konuşmasında “Amerikan Yeni Dünya Düzeni”ni şu cümlelerle tanımlamaktaydı: “Daha önce silahlı iki kutba bölünmüş olan dünyada artık tek ve üstün bir güç vardır: ABD. Dünya bunu hiçbir korku duymadan kabul ediyor. Çünkü gücümüze inanıyor. Bu konuda adil olacağımızı, kendimizi dizginleyeceğimize inanıyorlar. Doğru olan neyse onu yapacağımız konusunda bize inanıyorlar.”

Bu kapsamda üst üste yayımlanan çalışmalar (Fukuyama - “Tarihin Sonu”, Huntington  - “Medeniyetler Çatışması”, Lewis-”İslam’ın Krizi” ve Brzezinski - “Büyük Satranç Tahtası”) ve gerçekleştirilen operasyonlar/savaşlar da bunun somut birer göstergesi olarak karşımıza çıkmaktaydı ki, bunlar içerisinde en kayda değeri hiç kuşkusuz Birinci Körfez Savaşı’dır.

ABD, burada BM üzerinden dünyanın jandarması olduğunu adeta ilan ediyordu. Fakat, bu zafer havası fazla uzun sürmedi...

 

31.03.2014 Milli Gazete

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.