- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul18°C▼
- Ankara14°C
- İzmir17°C
- Konya12°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa19°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep17°C
MEHMED NİYAZİ'DEN: ROMANIN GELİŞMESİ
Batı'da şiir ve tiyatro üzerine Platon ve Aristotales'ten bu yana sayısız araştırmalar yapılmış, nasıl olmaları lazım geldiğine dair kafa yorulmuştur.

Roman ve hikâye Batı'nın, şiir, destan ve masal Doğu'nun malıdır. Romanın geçmişini merak edince Batı'nın sanat tarihine gözlerimizi çevirmeliyiz. Oraya dikkat edince romanın iki şekilde geliştiğini görürüz. İlk şekilde, romancının okuyucuyu eğlendirmek için gerçek olayları anlatmak gayretini güttüğüne şahit oluruz. İkinci tarzda ise yazar maksadını ifade amacıyla ortaya çıkardığı hayalî kahramanlara başvurur. Batı'nın geçmişinde roman bu iki farklı şekilde emeklemiştir. İlki İspanya'da ortaya çıkıp sonra da Avrupa'ya yayılan Pikares denilen roman türüdür. Pikares, İspanyolca serseri, haylaz demek olan "Picars" kelimesinden gelir. Pikares türü romanlar toplumdaki kötülükleri, bozuklukları gidermek amacını güder; bunlarda yaşanan kötülükler art arda sıralanır, sebepleri ve çareleri gösterilmeye çalışılır. Derinlik, üslup kaygısı, estetik tarafı bulunmadığı için böyle sanat ürünlerine toplumun en alt tabakaları tarafından rağbet edilirdi. Diğer roman türü ise Romans'tır. Fransa'da günışığına çıkan bu türde olağanüstü olaylar, havsalaya sığmayacak kadar güçlü, yetenekli kahramanlar işlenirdi.
Aslında bugünkü anlamdaki romanı bu iki tarza tepkinin ortaya çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Tabii bu tip ilk romancıların en büyük sıkıntısı yazdıklarının gerçek olduğunu okuyucuya inandırmalarıydı. Bunun için mesela Defoe, "Mall Flanders"e kaleme aldığı önsözde anlattıklarının hayal ürünü olmadıklarını belirtmek ihtiyacını duyar. Gerek Defoe'nin ve gerekse onun gibi yazarların eserlerinin Romans'tan farklı olduklarını belirtmek gayretleri, arzuladıkları sonucu doğurmamış, romanın cahil insanların vakit öldürme aracı olduğu kabulü devam etmiştir. Bu tavrın sürmesiyle, Jane Austen "Northanger Albay" kitabının önsözünde şu satırları yazmanın mecburiyetini duymuştur: "Bırakalım elleri değdikçe eleştiriciler romanı kötülesinler; ama biz roman yazarları birbirimizi koruyalım; haksızlığa uğrayan bizleriz. Okuyuculara roman kadar zevk veren başka bir yazı türü bulunmadığı halde, roman kadar kötülenen bir yazı türü de yoktur."
Şiir kısadır; adeta tadımlıktır; karanlıkta çakan şimşeği andırır; o kısacık anda görülenler insanı ne kadar etkilerse, şiirinki de öyledir. Hikâye hayattan bir kesittir; tiyatro eserleri okumaktan ziyade seyretmek içindir; etkilemesi oynayanların başarısıyla yakından ilgilidir. Roman ise hem uzun hem de istenilen tipleri ve olayları işlemek için geniş imkânlara sahiptir. Yazar yeteneği ölçüsünde arzu ettiği iklimi onda oluşturabilir; soluyan da farklı bir ortama girdiğini hisseder.
Roman sanatı kendini bulduğu sırada, Trollope'nin "An Autobiography"deki şu sözü Defoe'den beri sürüp gelen iddiayı şöyle noktalamıştır: Romanın amacı eğlendirirken ahlak dersi vermek olmalıdır. Ama çok geçmeden roman sadece ahlak dersi veren bir eğitici olmaktan çıktı; felsefe, siyaset konularının da ele alındığı bir form haline dönüştü. Bu saygınlığı kazanmasıyla romanın sanat yönüne duyulan ilgi de arttı ve eğiticilik işleri estetikle, sanatla birlikte düşünülmeye başlandı.
Sonuç olarak şunu rahatça söyleyebiliriz; roman hayattır. Ancak roman aynı zamanda sanat olduğu için de onu oluşturan kişiler, olaylar, bunların gerekli gördüğü üslupla bir bütün oluşturacak bir biçimde kaynaşmak zorundadır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.