- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
MEHMET AYCI'DAN: İŞİTİN EY YARENLER
“İŞİTİN EY YARENLER” YAHUT DUYDUĞUM GÖRDÜĞÜM BİLDİĞİM YUNUS EMRE’LER HAKKINDA… —Oğlum Yunus Emre Aycı’ya- Martin Haidegger “Nedir Bu Felsefe?” kitabında “felsefe hayretten ibarettir” diyor ya, Allah’ın gizli ve güzel yollarından Yunus Emre hazretlerinin y

“İŞİTİN EY YARENLER” YAHUT DUYDUĞUM GÖRDÜĞÜM BİLDİĞİM YUNUS EMRE’LER HAKKINDA…
—Oğlum Yunus Emre Aycı’ya-
Martin Haidegger “Nedir Bu Felsefe?” kitabında “felsefe hayretten ibarettir” diyor ya, Allah’ın gizli ve güzel yollarından Yunus Emre hazretlerinin yüzlerce yıl önce söylediği “Hak bir gönül verdi bana/Ha demden hayran olur” dizeleri son dönemin bu çetin düşünce adamının zihin aralıklarından sızmış ve başka bir cümleye dönüşmüş olmalı diye düşünmüşüzdür. “Allah’ım hayretimi artır” diye dua eden bir peygamberi sevgili bilen biz Türklerin sözlüklerinde her ne kadar hayreti ifade eden deyimler pek hoş olmasa da hayret güzeldir ve hamdolsun tasavvufta hayret makamına erenlerimiz bulunmaktadır. Söyledik madem, başlangıcından bu yana Türk şiirinde hayrete şayan şairlerden biri de Yunus Emre olmalıdır. Olmalıdır zira şairimiz çok söylendiği gibi sadece Türkçenin kurucu şairi değil, aynı zamanda şiirin o anaç, o doğurgan kucağında yeşeren, Anadolu’da ve elbette Balkan coğrafyasında yeşeren bize özgü eşya ve evren algısının da kurucu kişisidir. Her ne kadar Yunus Emre Hazretlerinin bu kadar yaygın kabul görmesinin her iki manasıyla dili şekillendirmesinin biraz da Niyazi Mısri Hazretlerinin gayretiyle olduğu hakikatse de Çalabımız kimi kime hizmet ettireceğini amenna ve saddakna herkesten iyi bilmektedir.
Yunus Emre’nin yüzlerce yıl önce bir miktar gölgelendikten, kapıya hizmet edip dergâha doğru odun taşıdıktan, “Ballar balını buldum/Kovanım yağma olsun” dizesinde olduğu gibi insanın idrakini ateş topuna çeviren şiirler söyledikten sonra cismen aramızdan ayrıldığı doğrudur da kurban olduğum Allah’ın “hay” isminin tecellisi Yunus Emre Hazretlerinde o kadar belirgindir ki, yediden yetmişe insanımız için bu derviş şair her gün konuştuğumuz, karşılaştığımız, hal hatır sorduğumuz bir yakınımız kadar aramızdadır. Ondandır ki, herkesin bir Yunus Emre’si vardır ve bu varlık zaman ve mekânla pek de mukayyet değildir.
Efendim, Türkiye’de 74 Milyon, hatta biraz daha fazla insan yaşıyor, Yunus’u, Emre’si, Yunus Emre’si dahi 360 bin insan şairimizin ismini taşıyor, abartma lütfen diyenler olabilir; bir kısmı Aşık Yunus’a ait olan, ancak halk indinde Yunus Emre’nin olarak bilinen onlarca ilahinin mevlitlerde söylenmesinden, ezbere bilinmesinden, hemen herkesin bir dağ alıcı gördüğünde, “derviş”liğe dair bir çağrışımda Yunus Emre’ye ait menkıbeyi hatırlamasından bahsetmedik, abartma hakkımız da ayrıca mahfuzdur. Hadi bir nebze tattıralım; hani Yusuf’un kardeşleri babalarına Yusuf’u kurt yedi diyorlar ya, Kenan ilindeki cümle kurtlar toplanıp Yakup Aleyhisselam’ın huzuruna çıktılar, sıraya geçip biz yemedik diye ant içtiler, Yakup bir feryat bir figan… Şiirden değil başka kaynaklardan bilseniz bile, bir dörtlükte dile getirilen bu atmosfer, hiçbir yönetmenin, hiçbir kurgucunun düşünemeyeceği bir muhayyileyi gerektirir ve bu satırların yazarı dâhil binlerce çocuk kurtların ant içme merasimindeki o trajediyi acıdan bir broş gibi kalbinin yakasında taşıyacaktır.
Şairimizin halkımızın gönlündeki mertebesi peygamberlerle, velilerle, tasavvuf büyükleriyle yan yana durmaktadır. Onun için idraki, izanı, onun şiirlerinin kendi manevi hayatlarındaki yansımaları, cennet ve cehennem tasavvurları ölçüsünde Yunus Emre bazı çocuklaşarak saflaşmakta, bazı bir söz Hızır’ına dönüşmekte, bazı hâkimleşerek derinleşmekte, her halükarda yaşamaya devam etmektedir. Bu hayat arkaik bir azizlik değildir. Zira teşbihte hata olmasın bir zamanlar Kuran okur gibi eski yazıdan Yunus Emre divanının okunduğu evlerin ahalilerinden de hâlâ aramızda hayatta olanlar mevcuttur. Bu fakir “benim babam aynı zamanda Yunus Emre Divanı hafızıydı” diyenlerle karşılaşmıştır.
1240 yılında Anadolu’da doğup 80 yılı devirdikten sonra 1320 tarihinde Hakka yürüyen, adına pek çok kentimizde ziyaret bulunan, Mevlana ile Hacı Bektaş Veli ile dahası Nasreddin Hoca ile aynı zaman dilimini şereflendiren, Moğol sürülerinin yanık yaz tarlasına çevirdikleri ülkeyi yeşerten isimsiz erenlerin sayılı pirlerinden olan Yunus Emre hepimizin bildiği ansiklopedilerin Yunus Emre’sidir.
Bütün ağırlıyla, haşmetiyle ve haşyetiyle tasavvuf edebiyatımızın ana damarını oluşturan mutasavvıf Yunus Emre, büyük bir vecdle, iğneyle kuyu kazar gibi, irfanımızın yazılı kaynaklarını ince eleklerden süzerek keşfeden, Türkoloji camiasının hala ruhu karşısında şapka çıkardığı Köprülü’nün, biraz da Gölpınarlı’nın Yunus Emre’sidir.
Şol cennetin ırmaklarının Allah Allah diye akan sesinden huzurlu bir ahret hayali çıkaran, yüz yaşına yakın koca ömründe, yeri geldiğinde kimden nerden öğrendiğini bilmediğimiz Yunus Emre’ den dizeler okuyan babaannemin Yunus Emre’si en uhrevi Yunus Emre desek yeridir.
Annemin Yunus Emre’si, periyi, huriyi, köşkü sarayı cemali görme uğruna feda eden âşıklar aşığı, yanıklar yanığı bir tuhaf âdemciktir.
Amcamın Yunus Emre’si himmetli ve hikmetli kelam etmeyi seven, çok dinleyip az konuşan, sadık ve munis Yunus Emre’dir.
Son yüz elli Avrupa Kültür Formlarına uyum planı çerçevesinde acaba bizim Avrupa’dan neyimiz eksik, neyi/kimi tanıma dâhil edebiliriz insiyakıyla Yunus Emre Hazretlerini de “hümanist” yapıverip, onun insancılığıyla övünürken içten içe de Hazretin Allah aşkından, Muhammed bağlılığından rahatsız olanların çalgılı çengili anma toplantıları akabinde bade nûş edip ser bihuş etmeleri de gözünü sevdiğimiz Cumhuriyet döneminde vuku bulmuştur; kınamıyoruz, Yunus Emre bütün “ist”lerimizin olduğu gibi hümanistlerimizin de Yunus Emre’sidir.
Eskişehir’den yola çıkıp, Sivrihisar’da aman öğle namazı geçmesin diye arabasını mescidin önüne çekip, mescitte namaz kılarken, yanı başında “Ey Cevat, Yunus Emre’nin ve İstanbul evliyalarının himmetini üstümüzden eksik etme diye dua et” diyen, aynen temsili resimlerdeki yüzüyle gülümseyen, haftası geçmeden Hacı Bayram’daki dükkana uğrayıp kendi divanını isteyen Yunus Emre, sadece kitapçı Cevat Topaloğlu’nun değil, ülkemdeki meczupların, hayatı tiye alanların, delilik gömleği altında tılsımlı ve renkli dünyalar taşıyanların Yunus Emre’sidir.
Geçimini mevlithanlıktan sağlayan, bunun eğitimini almadığı halde, ezberinde yüzlerce ilahi ve mevlit yanında Yunus Emre ilahilerinin de tamamı bulunan tanıdığımız bir dostumuzun Yunus Emre’si ilahisinde mevlit sonrası cebe konacak tarife dışı bahşişin, ne bileyim 200 liranın üzerinde arzı endam eden Yunus Emre’dir.
Yıllar önce Sezai Karakoç’un Yunus Emre kitabını okuduğumuzda, şimdi aklımızda kaldığı kadarıyla tabii, dağ alıcının hamlığı, buğdayın bilgiyi, himmetin aşkın bilgiyi remzettiği, Tapduk Emre’nin yüzden keşfini, odunların odun değil dergaha gelen/toplanan mürit manasını taşıdığını idrak ettiğimizde zihnimizde canlanan Yunus Emre, modern çağ bilgelerini yakasız gömleğinin cebinden, cebi var mıdır, bilmeyiz, sözün gelişi cebinden çıkaran Yunus Emre’dir ve bu topraklarda en baba Yunus Emre monografisini de üstat yazmış bulunmaktadır.
Bu kelam uzar gider, Yunus Emre portreleri bitmez, her ne renkte ve kıyafette olursa olsun, muhatabına göre şairimiz pirimiz ete kemiğe bürünmekte ve Yunus diye görünmektedir. Sözü bitirirken Yunus Emre külliyatını neşreden Mustafa Tatçı’ya bir teşekkür borcumuz vardır, cennete Yunus Emre ile aynı bahçede şiir söylesin, hassaten “işidin ey yarenler” şiirini söylesin duamız ve dileğimizdir, amin…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.