- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
08 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara15°C
- İzmir16°C
- Konya14°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa21°C
- Trabzon17°C
- Gaziantep17°C
MEHMET NİYAZİ'DEN: ŞİİRİMİZ VE NECİP FAZIL
Ölüm yıldönümünde üstad Necip Fazıl, yurdun değişik yerlerinde etkinliklerle anıldı.

Bu telakkisine açıklama getirmeye ihtiyaç duyar; "Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Şair, ne bir hakikat habercisi, ne bir belagatli insan ne de bir vazı-ı kanundur. Şiirin lisanı anlaşılmak için değil, fakat duyulmak için vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın mutavassıt bir lisandır." Gerçekten de anlayışına uygun şiirler yazdı. Dünya batmış, çıkmış umurunda değildi; çöllerde, guruplarda, karanlıklarda peri yüzlü güzelin, sesin peşindeydi. Çanakkale Savaşı'nda bulunmuştu. O cehennemî vuruşmaya dair hakiki bir şair, ya Mehmed Akif gibi çok şey yazardı veya hiçbir şey yazmazdı. O tek kelime yazmamıştır.
Mehmed Akif, şiirinde ölüm kalım mücadelesi veren milletimizin dertlerini dile getirdi. Silkinip ayağa kalkmamız için belki de hiçbir bülbül onun kadar yanık çığlıklar atmadı. Çünkü devletimiz yıkılırsa, bizim, hatta tüm İslam dünyasının başına nelerin geleceğini görüyordu. Aslında Akif'in de fark ettiği üzere, bu felaket yalnızca İslam toplumunu etkilemeyecek; insanlık medeniyetinin bir damarını da kurutacaktı. Akif, gençlerimizi düşmana karşı sevk etmekle kalmadı; kendisi de cepheden cepheye koştu. Cami kürsülerinden halka hitap etti; gazete ve dergilerde alevi andıran makaleler yazdı.
Çöküşten sonra milletimizin türbesinin başına Yahya Kemal oturdu; mazisini hatırlayarak hasletlerini, faziletlerini nemli gözlerle anlatmaya başladı. "Itri", "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" ve daha pek çok ağıtlar yaktı. Terennüm ettiği hüzün kor parçasıydı; düştüğü duyguları ateşlerdi.
Medeniyetimiz adına her şey bitmişti; kalan varlığımız da paslı örgülerden ibaret görünüyordu; muhteşem mazimize sırt dönüp kendimizden kurtulacağımıza, farklı iklimlerde boy atacağımıza inanıyorduk. Halbuki sırt döndüğümüz hafızamızdı, milli şahsiyetimizdi. Bunlarsız kuru kalabalık haline gelir, çok geçmeden de yok olurduk. "Başını bir gayeye satmış kahraman" olarak Necip Fazıl ortaya atıldı; "Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" feryadıyla yeri göğü inletmeye başladı. Bundan sonra şiirini, nesrini, hitabetini, hasılı her şeyini milletimizin damarlarına cansuyunun yürümesi uğruna verdi.
Aslında bu, onun şiirine ters bir tavır değildi. Şiir telakkisini kişi ve toplum bakımından şöyle özetliyordu: "Şiir benim için iki kanatlı bir huma kuşudur. Kanadının biri tamamen ferdi, kendi iç alemi; öbürü sosyal, kafasındakini cemiyete tatbik eden ölçü". Buradan da anlaşıldığı üzere ona göre şiir sanat için sanat olduğu kadar, cemiyet için sanat mahiyetini de taşır. Ayrıca Üstad kendisine has bir ölçü de getiriyor: "Dindar olmayana, Allah'ı her yerde hissetmeyene sanatkâr gözüyle bakmam." Bu ölçü kelimenin tam anlamıyla yerine oturuyor. Maddenin üç boyutundan kurtulduktan sonra sanat başlar; dolayısıyla gerçek sanat ruhi bir hadisedir. Sanatla ruhu alevlenen insan, cemiyetin neye ihtiyacı varsa, onu yapar; böylece de cemiyet için sanat kendini gösterir. Ziya Osman Saba; "Necip Fazıl ferdiyeti içine ne kadar geniş bir cemiyet sığdırabilmişti." derken bu gerçeğe parmak bastıktan sonra şiirine dair şu hükmü veriyor: "İçinde Türk şiirinin en büyük derinlikleri bulunan bu deniz, dibinin yeşil uçurumlarını gösterecek kadar berraktır." Şurası gerçektir ki anlamı kuvvetlendirmek için sutları kullanması, hafakanları dile getirmesi, metafizik sırları kurcalaması şiirini farklılaştırmaktadır.
Ah siyasiler; bilmezler ki sanatkârlar dolaylı da olsa onların değirmenine su taşırlar; çünkü siyasilerin iş yapacağı insanları eğitmekle meşguldürler. El bebek gül bebek şair olan Baudelaire; "Sanki bin yıl yaşamış gibi hatıralarım var." diyorsa, yıllarını mahkeme koridorlarında, hapishanelerde geçiren Necip Fazıl'ın hayat ve hatıraları hakkında neler söyleyeceğini tahayyül edebiliriz.
04.06.2012 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.