- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
MEHMET SEYFETTİN EROL'DAN: SURİYE KÖRDÜĞÜMÜNE TÜRK KILICI MI?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ABD'deki temaslarının devam ettiği saatlerde, bir başka diplomatik hareketlilik de Kahire'de Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısında yaşanmaktaydı.

Ve yine farkındalar ki, Suriye krizi aynı zamanda "Yeni Yalta Süreci"nde yerini almaya çalışan Türkiye'nin başlı başına bir "yakın çevre" sorunudur ve bundan dolayı da Ankara'nın "kırmızı çizgisi" anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla Suriye mevzuu, geldiği aşama itibarıyla, Türk dış politikası açısından önümüzdeki süreçte etkisini daha somut bir şekilde gösterecek olan çok boyutlu bir kırılma noktasına işaret etmektedir.
Süreç, her ne kadar Batı'nın Türkiye üzerindeki "baskı" politikalarının bir sonucu olarak lanse edilmeye çalışılsa da (ya da öyle bir algı oluşturulsa da -ki, bunda kısmen de olsa haklılık payı vardır), diğer taraftan Türk-Batı ya da daha somut haliyle Türk-Amerikan ilişkilerinde "adı konulmuş" yeni bir çıkar ilişkisi ve rol paylaşımına işaret etmektedir. Ve Suriye bu noktada bunun gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğiyle ilgili önemli bir test alanıdır.
Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerindeki "Model Ortaklık" ya da moda tabirle "Çak Ortaklık" ifadesi burada yerini bulmaktadır ki, bu ifade (itiraf etmek gerekirse) bugüne kadar ki ikili ilişkilerde ayağı yere basan bir tanımlama olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kuşkusuz, bölgesel denklemde yeni bir denge oluşumu söz konusudur ve daha önceki süreçte (özellikle de 2003-2007 ya da 2003-2009 olarak adlandırabileceğimiz) oluşan ABD karşıtlığının yerini ise, yeni parametreler almıştır.
Bunun merkezinde de Türkiye ve İran yer almaktadır. Ve söz konusu iki ülke, aynı zamanda demokratik ve otokratik güçler arasındaki güç savaşının birer temsilcisi konumuna düşmüşlerdir ya da düşürülmüşlerdir. Dolayısıyla, bölgede var olan mücadele, esasında ne etnik ne de mezhepsel temellidir.
Bu bağlamda Türkiye, İran'ın son yıllarda Şii jeopolitiği kapsamında, başta Irak ve Suriye olmak üzere bölgedeki tek taraflı kazanımlarına, dolayısıyla da Kasr-ı Şirin düzeninin ihlal edilmesine yönelik olarak somut tepkisini verme gereği duymaktadır. Nitekim, karşılıklı olarak doğrudan ya da dolaylı bir şekilde gündemde yerini alan iddialar, aslında bu tespitimizi fazlasıyla desteklemektedir.
Gelinen aşamada Türkiye, "Sıfır Sorunlu Komşuluk Politikası" ile ABD sonrası süreçte bir netice elde edemeyeceğini anlamıştır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Ankara, yeri geldiğinde TSK'nın da alanda fazlasıyla etkin olabileceği daha agresif bir dış politika izleyebileceğinin sinyallerini farklı kanallardan vermeye başlamıştır.
Çünkü Türkiye; Libya deneyiminden de hareketle, stratejik derinliklerinde kendisini daha iyi anlayabilecek, ortak değerlere sahip yönetimlerin iktidara gelmesinin önemini çok net bir şekilde anlamış bulunmaktadır. Bunun için de, bu tür yönetimlerin iktidara gelmesi yolunda elinden geleni yapmaya devam edecek gibidir...
Dolayısıyla, tam bir kördüğüme dönüşen Suriye krizinde Anadolu ile özdeşleşen Büyük İskender'in kılıcının, şartlar gerektirdiği takdirde bir kez daha devreye girmesi hiç de sürpriz olmayacaktır. Yeniden dizayn edilen bölgede inisiyatif sahibi olmak isteyen ve yakın çevresindeki bir takım oldu-bittilere artık daha fazla göz yumamayacak hale gelen Türkiye açısından bunun taşıdığı önemin "bazı ülkeler" tarafından anlaşılması, kuşkusuz bu türden krizlerin daha "sorunsuz" atlatılmasına neden olacaktır.
17.02.2012 Milli Gaz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.