- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul15°C▼
- Ankara9°C
- İzmir17°C
- Konya12°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep12°C
MEHMET SEYFETTİN EROL'DAN:TÜRKİYE’YE “KÜRT VE ALEVİ DEVLETLERİ” MİSİLLEMESİ Mİ?
Türkiye-Suriye sınırı buram buram provokasyon kokuyor.

Türkiye-Suriye sınırı buram buram provokasyon kokuyor. Türk F-16’ları tarafından düşürülen Suriye helikopteri sonrası Cilvegözü Sınır Kapısı’nın Suriye tarafında patlatılan “misilleme bombası”, Türkiye ve bölge açısından oldukça kritik bir sürece işaret ediyor. “Örtülü hesaplaşmalar”, bölgesel-küresel çapta değişme eğilimi göstermeye başlayan yeni denge ve denkleme bağlı olarak daha da artacağı yönünde bir izlenim uyandırıyor.
Bu kapsamda, ABD-Rusya ikilisi öncülüğünde “kontrollü Suriye krizi”nde tansiyonu düşürmeye yönelik gerçekleştirilen bir takım adımlar sonrası gerçekleşen bu eylemler, süreçte “ara aktörler”in de halen neler yapabileceğini ortaya koyması açısından oldukça önemli.
Nitekim söz konusu helikopter krizinin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ABD, Fransa ve İngiltere dışişleri bakanları ile Paris’te görüşme yaptığı saatlere denk gelmesi, daha ilk dakikadan itibaren oldukça manidar bulunmuş durumda. Bu hadisenin, Başbakan Erdoğan’ın 18 Temmuz 2012 tarihli Rusya ziyaretinde Putin ile masaya oturduğu esnada Şam’daki Ulusal Güvenlik Binası’na gerçekleştirilen intihar saldırısı ile verilmek istenilen mesaj boyutuyla taşıdığı paralelliği de göz ardı etmeyenler var.
22 Haziran 2012’de düşürülen F-4 uçağı sonrası Rusya’ya önce Şam sonra da indirilen ve içinde bir takım kayıt dışı askeri malzemelerin bulunduğu ifade edilen Rus uçağı ile bir mesaj vermek istediği ileri sürülen Türkiye’nin, bu kapsamda Putin’in Aralık ayındaki Türkiye ziyaretine bir takım “olumlu katkılar” sağladığı da yine basında gündeme getirilen iddialar arasında yer almaktaydı.
“Misillemeler Savaşı”...
Benzer bir mesajın ise, düşürülen helikopter üzerinden Türkiye’yi bir süredir bölgeden dışlamaya çalışan ABD’ye ve onunla birlikte “yeni partner” olarak hareket etmeye çalışan Rusya’ya verilmeye çalışıldığı yönünde olduğu ifade ediliyor.
Dolayısıyla, her iki eylemi Ankara’nın bölgedeki operasyonel gücünü ortaya koyması ve Yeni Oyun’da dışlanması durumunda neler yapabileceğini göstermesi açısından değerlendirenler hiç de az değil.
Diğer taraftan, bu helikopter krizinin hemen ardından Suriye sınırında gerçekleştirilen bombalı eylem de, ara aktörlere karşı “ana aktörler” tarafından bazı aktif-pasif “ara faktörler”in nasıl kullanılabileceğini göstermesi açısından oldukça dikkat çekici oldu.
Bölgede adeta bir “misillemeler savaşı” yaşanıyor. Bu da, bölgede etnik-mezhepsel bazda iç savaş olasılığının daha da genişlemesi ve derinleşmesi ile eşdeğerdir ki, bunun Türkiye açısından anlamı “Kürt ve Alevi sorunları”dır.
Bir sus payı olarak “Kürt ve Alevi devletleri”...
Bu bağlamda, ABD-Rusya arasında Suriye’nin Kürt ve Alevi devletlerinin de içinde bulunduğu üçe bölünmesi sürecinde atacağı ortak adımlar, hiç kuşkusuz en başta Türkiye, İran ve Irak olmak üzere bölge devletlerinin bekası açısından ciddi bir soruna işaret etmektedir. Bu da, bölgede orta-uzun vadede yeni denge ve denklem olasılıklarına işaret etmektedir.
Bölgenin fazlasıyla kırılganlık arz eden etnik-mezhepsel fay hatları üzerinden yeniden yapılandırılmasını esas alan bu yeni süreçte Rusya ve ABD’nin Kürt ve Alevi sorunlarına olan ilgileri artık “ortak bir proje” olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır.
Bir önceki yazımızda da altını çizdiğimiz üzere, “Yeni Sykes-Picot” ya da “Kerry-Lavrov” sürecinde Ortadoğu merkezli kriz, bu bağlamda uzun vadeli ve küresel çapta her iki aktör açısından yeni bir işbirliği sürecinin de önünü açmışa benzemektedir.
Çatışma olasılığını halen içinde barındıran bu işbirliğine dayalı rekabette, emperyal güçlerin bölge ülkelerine rağmen attıkları yeni adımda uyguladıkları ikna yöntemi ise oldukça dikkat çekicidir. Türkiye’ye olası bir “Kürt Devleti”nin, İran’a ise olası bir “Alevi Devleti”nin hamiliğini vaat eden bu stratejide, Türkiye ve İran’ın ne kadar kazançlı çıkacağı ise açıkçası fazlasıyla tartışmalıdır.
“Açılım süreci” ve “Türk-Kürt İttifakı” tehlikede...
Nitekim en azından meseleye Türkiye perspektifinden yaklaştığımızda “açılım süreci”nde yaşanmaya başlanan bir takım tıkanmalar, sıkıntılar ile Irak ve Suriye Kürtlerini de içine alan yeni süreçte özellikle PYD kanadının takınmaya başladığı farklı tavır, burada Türkiye’ye yönelik bir karşı misilleme olarak kendisini gösteriyor.
Bu kapsamda, PYD Eş Başkanı Müslim’in Stockholm’den verdiği mesajlar ve Ankara’yı suçlayan bir takım iddiaları, sınırdaki hassasiyeti daha da arttırmış vaziyette.
Türkiye’yi, bölgedeki örgütler ve Kürtler bağlamında bir tercihe zorlayan bu husus, hiç kuşkusuz Ankara’nın alandaki manevra kabiliyetini daraltmaya yönelik sürecin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, önümüzdeki günler yeni misillemelere ve provokasyonlara fazlasıyla açık!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.