- Hakkımızda
 - TYB Ödülleri
 - Genç Yazarlar Kurultayı
 - Kitaplık
 - Ahlâk Şûrası
 - Yazar Okulu
 - Mehmet Âkif Ersoy
 - Türkçe Şûrası
 - Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
 - Yayınlar
 - Söyleşi
 - Şube Haberleri
 - Salgın Edebiyatı
 - Haberler
 - Şiir Şölenleri
 - Mesnevi Okumaları
 - Kültür & Sanat Haberleri
 - Kültür Kervanı
 - Kırklar Meclisi
 - Duyurular
 - Biyografiler
 
04 Kasım 2025- İstanbul20°C▼
 - Ankara19°C
 - İzmir22°C
 - Konya21°C
 - Sakarya22°C
 - Şanlıurfa24°C
 - Trabzon18°C
 - Gaziantep21°C
 
"MİLLETİN 12 EYLÜL’Ü!"

D. Mehmet DOĞAN
Dünkü  yazımızda “Millet mabedi devlet mabedi” başlıklı bir konuya  başlamıştık. Bu mevzu ile ilgili birkaç yazı daha yazacağız. Bugün  okuyucularımızdan izin isteyerek, son halkoylaması hakkında bazı  değerlendirmeler yapmak istiyoruz.
 Yüzde 58 nisbetinde “evet”le neticelenen 12 Eylül 2010 halkoylaması,  Türkiye tarihinde gerçek bir dönüm noktasıdır. İlk defa halk, çeyrek bir  Anayasa değişikliği ile ilgili olarak da olsa, açıkça fikrini beyan  etmiş ve böylece gerçek bir Anayasa için güzel bir başlangıç fırsatı  yakalanmıştır.
 Türkiye’de bütün Anayasalar yukarıdan, halka sorulmadan yapıldı! Bütün  Anayasaları asker ve sivil bürokrasi yaptı. 1877, 1924 Anayasaları  halkın tasdikine ihtiyaç duyulmadan yürürlüğe konuldu. 1960 ve 1980  Anayasaları ise darbecilerin baskıları, tahditleri altında  halkoylamasına sunuldu. Hayır propagandasına bile izin verilmedi. Halk,  darbecileri evine göndermek için muhtevaya bakmadan “Evet” demek zorunda  kaldı.
 22 Temmuz 2007 seçimleri, Türkiye’nin resmi ideolojisinin halk  tarafından rafa kaldırılması açısından bir dönüm noktası idi. O tarihten  itibaren siyasette ideoloji ilk referans olmaktan çıktı.
 2007’den önce bazı kesimlerin, partilerin halkı ilgilendiren doğruları,  programları değil, ideolojik dayatmaları ve söylemleri ön plandaydı.  2007 seçimleri mağlubiyet ideolojisinin halka karşı kullanılmasının  önünü kesti.
 Buna rağmen, ideolojinin sonu gelmemişçesine işlerini yürütmek  isteyenler oldu. Bunlar belirli mekanizmaları kullanarak zaman zaman  etkili oldular. Askerî bürokrasinin tesiri azaldıkça, hukuk  bürokrasisinin tesiri öne çıktı. Hukuk halk iradesine karşı, hukuk  devleti ilkesi yok sayılarak kullanılmak istendi.
 Türkiye, 12 Eylül darbesinin 30. yıldönümünde normalleşme yolunda gerçek ve güçlü bir adım attı.
 Osmanlı Anayasasında ve ilk Cumhuriyet Anayasasında bir aidiyet unsuru  olarak yer alan “devletin dini İslâmdır” hükmü, 1928’de çıkarıldıktan  sonra 1937’de onun yerine aidiyeti ideolojiye göre tanımlamak için  CHP’nin altı oku konuldu. Altı ok, ilkeler CHP’nindi, ama sonraki  Anayasalarda da devlet ilkeleri olarak yerini korudu. Bu Türkiye’nin  siyasi sistemin ciddi bir arızası idi.
 Bütün siyasi partiler Anayasa tarafından ve onun koruyucusu rolü  verilmiş olan Anayasa Mahkemesi tarafından tek parti ilkelerine,  ideolojisine uymaya zorlanıyordu. Bu zorlama, Türkiye’yi Anayasa  Mahkemesi tarafından kapatılan siyasi partiler mezarlığı haline getirdi.
 Bazı partiler, Anayasa’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin himayesine mazhar  iken, bazı partiler ise sürekli kapatılma, cezalandırılma tahdidi  altında idi.
 Türkiye saltanattan Cumhuriyet’e geçerken, M. Kemal Paşa, milli  mücadeleyi halka dayanarak, halk hakimiyetini, milli iradeye esas alarak  sürdürdü ve başarıya ulaştırdı. Sonucu ulaştıktan sonra halk  hakimiyetini gerçekten tesis etmek mümkünken, bu yola gidilmedi.
 M. Kemal Paşa’nın Lozan Antlaşması’ndan önce böyle bir irade tesisi için  çalıştığı görülmektedir. Nitekim, bu sırada yaptığı bazı konuşmalarda  bunun işaretlerini vermiştir. Bu konuşmalar arasında, Konya  Türkocağı’nda gençlere hitabı önemli bir yer tutar.
 Paşa şöyle demektedir: “Bütün sefaletlerimizin sebeb-i kat’isi (kesin  sebebi) zihniyet meselesidir. Çöküşümüzün ana sebebini şu nokta teşkil  ediyor; İslâm alemi iki sınıf ayrı heyetlerden mürekkeptir (oluşmuştur).  Biri ekseriyeti (çoğunluğu) teşkil eden avam (halk), diğeri ekalliyeti  (azınlığı) teşkil eden münevveran (aydınlar). Bozuk zihniyetli  milletlerde ekseriyet-i azime (büyük çoğunluk) başka hedefe, münevver  denen sınıf başka zihniyete maliktir. Aydınlar, asıl kitleyi kendi  hedefine sevketmek ister, halk kitlesi ise bu aydın sınıfa tabi olmak  istemez. Aydın sınıf telkinle, irşadla çoğunluğu kendi maksadına göre  iknaa muvaffak olamayınca, başka vasıtalara sarılır. Halkı tahakküm ve  zorlamaya başlar, halkı istibdatda bulundurmaya kalkar... Aydın sınıfın  halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı.  Halbuki bizde aydınların telkinleri milletimizin ruhunun derinliğinden  alınmış idealler olmamıştır...”
 Lozan’dan sonra Türkiye’nin içine sokulduğu yol, Paşa’nın bu konuşmada  belirttiği şekilde, aydınların asıl kitleyi kendi hedefine sevkedememesi  durumunda başka vasıtalara sarılması, halkı tahakküm ve zorlamaya  başlaması, halkı istibdatda bulundurmaya kalkamasından başka bir şey  değildir. Türkiye 1923’te bu yola sokulmuş, bugüne kadar da bu yoldan  çıkmak için bütün çabalamalara rağmen, darbeler ve müdahalelerden ötürü,  çıkılamamıştır. Şimdi halkın tercihi ile bu yoldan çıkılmakta ve yeni  bir yola girilmektedir.
 12 Eylül 2010 halkoylaması, devletin 12 Eylül darbesine karşı milletin demokratik cevabıdır!
- Geri
 - Ana Sayfa
 - Normal Görünüm
 - © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
 
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.