- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
08 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara13°C
- İzmir15°C
- Konya13°C
- Sakarya14°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon17°C
- Gaziantep15°C
MÜFİT YÜKSEL'DEN: ORTADOĞU DENGELERİ VE TÜRKİYE
Ortadoğu ve Küçük Asya'da son 150 yıldır yaşanan hercümerç, özellikle bugün gelinen nokta ileride belki daha büyük olayların habercisi niteliğindedir.

Lozan Andlaşması ile Batı Avrupa nezdinde varlığını ve sınırlarını güvenceye alan Türkiye, II. Dünya Savaşı'nın ardından Nato/Kuzey Atlantik ittifakı şemsiyesi altında Lozan'ın ömrünü uzatmıştır. Ancak 1990'lara gelindiğinde Sovyet blokunun çökmesi, iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesinin ardından Nato'daki konseptlerin radikal değişime uğraması Türkiye'yi yeni arayışlara mecbur ettiği gibi, içeride ve dışarıda başgösteren birçok sorunla başetme zorunluluğu getirmiştir. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın özellikle Cumhurbaşkanlığı dönemindeki hariciye siyaseti ve çabaları bu amaca matuftu. Özal'ın İslam ülkeleri ile kurduğu ilişki biçimi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konferansı teşebbüsleri Türkiye'nin statükocu hariciye siyasetini öteleyip yeni arayışlara girme çabasıydı. Ne yazık ki, Özal sonrası dönemde statükoya dönüş çabaları ve 28 Şubat süreci bu arayışlara sekte vurma ve sorunları ertelemeden öte bir netice vermemiştir.
Ancak, geçen yazımda da belirttiğim üzere, Türkiye'de 30'lu, 40'lı yılların resmi ideoloji statükosunun çok uzun bir süre yaşamış olması, birçok kayıp on yılları, bu sürede kaçırılan fırsatları beraberinde getirmiştir.
Son on yılda ise Dışişleri'ndeki statükocu, 'monşer' diye nitelendirilen kadroların bitmek tükenmek bilmeyen direnci ve yetişmiş ehliyetli yeni kadroların da kesinlikle henüz oluşmamış olması ciddi bir boşluk meydana getirmektedir. Ortadoğu'da son gelişen olaylar Türkiye'yi bir hayli hazırlıksız yakalamıştır. Özellikle İran'ın, Afganistan ve Irak'ın ABD ve müttefikleri tarafından işgalinin ardından mezhebi siyaset merkezli olarak çok daha önemli bir aktör haline gelmesi bu konuda sıkıntı ve belirsizlikleri daha da katmerleştiren bir faktördür. Baştada belirttiğim gibi, 20. Yüzyıl'da oluşan, İsrail faktörünü bir yana koyarsak, bölgede üç önemli ülke ön plana çıkmaktadır. Türkiye, İran ve Mısır. Özellikle Türkiye-İran denkleminde Irak ve Suriye hayati bir konuma sahiptir.
Son bir yılda Türkiye-İran ilşkilerinde Suriye ve Irak'ın konumu temel belirleyici faktör olarak ortadadır. Böyle bir süreçte ortaya çıkan birçok belirsizlik herkesi geleceğe ilişkin endişe ve ürküntüye sevketmektedir. İran'ın son süreçte Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e açıldığı kanısından hareketle, Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik açılımlarını bir rekabet ve tehdit algısı üzerinden okuması bölgede olası çatışma alanlarının oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bugün dünya dengelerinin de çok daha karmaşık bir yapıya/denkleme doğru ilerlediği bu ortamdaTürkiye için her zamankinden daha çok âkilane ve uzun vadeli barışı önceleyen bir dış politikaya ihtiyaç hissedilmektedir.
19.05.2012 Yeni Şafak- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.