- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
03 Kasım 2025- İstanbul19°C▼
- Ankara17°C
- İzmir23°C
- Konya18°C
- Sakarya19°C
- Şanlıurfa26°C
- Trabzon17°C
- Gaziantep25°C
MUHSİN METE'DEN: TELEVİZYONUN TARİHLE BULUŞMASI (*)
Televizyonun Tarihle Buluşması (*) Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Sûresi’nde, “Birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık” buyuruluyor. Ayetteki ‘tanışma’yı gönül beraberliği olarak da düşünebiliriz.

Televizyonun Tarihle Buluşması (*)
Kur’an-ı Kerim’in Hucurât Sûresi’nde, “Birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık” buyuruluyor. Ayetteki ‘tanışma’yı gönül beraberliği olarak da düşünebiliriz. Gönlümüzde özel bir yeri olan Boşnak kardeşlerimizle bir arada olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Allah daim eylesin.
Bana ayrılan sürede, kitap konusu olabilecek Televizyon ve Tarih konusunu irdelemek kolay olmasa gerek. Üstelik sizleri salt teorik bilgilerle sıkmamak düşüncesiyle, Türkiye’de çok tartışılan, burada da gösterimde olan, konumuzla ilgili Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerinden işin uygulama boyutuna da değinmek istiyorum. Araya tercümenin girmesi anlaşılırlığı zorlaştırsa da, ortak medeniyetimizden genlerinize tevarüs eden ferasetinize güveniyorum.
Konumuzun mihverinde televizyon yer alıyor. Öncelikle kısaca da olsa, televizyonun ne getirip, ne götürdüğüne bakalım. Süremizi tasarruflu kullanabilmek için, her ne kadar son yıllarda tahtını internete kaptırmak tehlikesi ile karşı karşıya da olsa da, hâlâ çağımızın en gözde kitle iletişim aracı olan televizyonun tarihçesi ve tekniğinden uzun uzadıya söz etmeği gerekli görmüyor, bu konuda birkaç başlık vermekle yetiniyorum.
Televizyon 20.Yüzyılın ilk çeyreğinde İngiltere’de icat edildi. Temelinde yine İngiltere menşeli Sanayi Devrimi var. Televizyon bilim ve tekniği âdeta ‘elle tutulur, gözle görülür’ hâle kavuşturan bir iletişim aracı. Biraz geriye dönersek, iletişim dünyamıza teknoloji matbaa ile girmişti. Kalûbelâ’dan beri, binlerce yıl yüz yüze ilişkilerle, sözlü kültürle, fazladan primitif resimlerle süregelen iletişim gerçekliğimiz, yazının bulunuşu, ardından onun çoğaltılması ve yaygınlaşmasına imkân veren matbaa ile yeni bir evreye geçmiş oldu.
19.Yüzyılın son yıllarında, bu defa Fransa’da sinemanın icadıyla, iletişim dünyasında son safhaya gelindi. Artık ‘görsel iletişim’ başlıyordu. Böylelikle önceki iletişim biçimlerinin pabucu dama atıldı. Anadolu’da bir söz var:”Görmek gibi inan olmaz.” Kişi gördüğüne inanır. Televizyon bu duyguyu sonuna kadar sömürdü, hatta illüzyona dönüştürdü. Yani gerçekliği çarpıttı. Zaten ‘hakikat’ endişesi hiç olmamıştı.
Dünyanın gidişatı da, doğuşundan itibaren bu âletin değirmenine su taşıdı. Kapitalizmle gelişen üretim ilişkileri endüstrileşmeyi öne çıkardı. Bunun sonucu olarak kitlevî üretim ve tüketimi baz alan ‘pazar ekonomisi’ne geçildi. Dünyanın her köşesine ürettiğinizi götürmek, bunun için talep doğurmak, talep doğurabilmek için de malınızı tanıtmak, gözle görülür hâle getirmek bir varoluş sorunu haline geldi. Bu çapta bir tanıtımda gazete ve diğer yazılı iletişim araçları yeterli olamazdı. Ekonomi ile teknoloji el ele verdi, televizyon denilen modern zamanların en büyüleyici aracı gündelik hayatımıza girdi. Artık dünyaya yeni bir pencereden bakar olduk, evlerimizde eşimiz ve çocuklarımızdan daha çok ona bakıyoruz. Aile olma vasfımız ciddi anlamda kayba uğruyor.
Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, günde 5 saat televizyon seyrediliyor. Bu konuda dünyada ikinci sırada olduğumuz belirtiliyor. İnşaallah Bosna’da böylesi vahim bir tablo söz konusu değil. Televizyondan uzaklaşanlar internete mahkûm olmakta veya cep telefonuyla oyalanmaktadırlar. İronik bir isimlendirmeyle ‘akıllı alet’lere yakamızı kaptırmış durumdayız.
Türk toplumu, televizyon yayınlarının başladığı 1968 yılından beri bu kısır döngünün içinde debelenip durmaktadır. Türkiye’de halen 1200 civarında radyo ve televizyon yayın yapmaktadır. Buna uydu üzerinden alınan yabancı televizyon yayınlarını da eklersek, ne büyük bir elektronik dalganın yıkıcı, tektipleştirici etkilerine mâruz kaldığımız algılanabilir.
Tam bir ‘enformasyon devrimi’ yaşıyoruz.’Magic box’, sihirli kutu, yalnız evlerimizin baş köşesine değil, hayatımızın mihverine de kurulmuş durumda. Onunla her şeyden haberdar olduğumuzu söyleyebiliriz. Fakat, malûmat sahibi olmak, gerçek anlamda bilgi sahibi olduğumuz anlamına gelmiyor. Türkiye’de Millî Eğitim Bakanı olan, iletişim profesörü Nabi Avcı’nın Enformatik Cehalet isimli bir kitabı var. Mâruz kaldığımız enformasyon bombardımanının bilgilenmeyi değil, cehaleti doğurduğunu söyleyerek bizi uyarıyor. Avcı’ya göre televizyon yayıncılığı ile bir konuya derinliğine odaklaşmak mümkün olmaz. Aksine, parça-bölük olarak her konudan haberdar olunur._Televizyon bu yanıyla Postmodernizm’den izler taşır._ Yani bilgi sahibiymiş gibi bir hisse kapılırız. Gerçek olandan ne kadar uzak olduğumuzu fark etmeyiz bile. Halkımız televizyona boş yere ‘aptal kutusu’ demiyor. İdrakimizi uyuşturuyor. “Uyuşuk toplumları ancak tokatlayarak uyandırabilirsiniz” diyor kelimelerin serdarı Cemil Meriç. Bir beyin yıkama aracı olarak, âdeta beynimizin pelteleşmesine yol açıyor. Kitle iletişim araçlarının, bilhassa televizyonun karakterine ilişkin en özlü sözü iletişimbilimci Marshall McLuhan söylemiş:”Araç, mesajdır.” Araçın bizatihi kendisi, onu kullanandan bağımsız bir mesaja dönüşür diyor. Bundandır ki, yönetimler televizyonu ‘devletin ideolojik aygıtı’ olarak kullanmayı ihmal etmemişlerdir. Özellikle de totaliter yönetimler.
Televizyon yayınlarından en fazla etkilenenler de, ne yazık ki çocuklar oluyor. Onları oyalamada kullanılan televizyon sayesinde saflığını yitirmiş, çok bilmiş çocuklar, Pavlov’un “şartlı refleks” teorisini doğrular gelişme gösteriyor, televizyon bağımlısı haline geliyorlar. Araştırmalara göre, öğrenme işleminin yüzde doksanı gözle, yüzde sekizi kulakla, yüzde ikisi ise koku, dokunma, tat alma ve altıncı hisle oluyormuş. Demek ki, çocuklarımız örgün eğitimden ziyade, televizyonun verdikleriyle hayata hazırlanıyorlar.
Televizyona ilişkin daha söylenecek pek çok söz var. Söylenenden söylenemeyeni idrak edecek donanımda olduğunuzu düşünerek, televizyon-tarih ilişkisine geçelim. Balkanlardaki en eski kütüphane olan Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nde bulunuyoruz. Osmanlı padişahı 2.Bayezid’ın torunu Gazi Hüsrev Bey tarafından 1537 yılında yaptırılmış. Tarihin içinden tarihe dâir söz söylemek ayrı bir bahtiyarlık.
Tarih geçmişi, dünü ifade eder, televizyon ise bugünü. Bugünde kalmaz, yarınımızı hazırlar. Tarihi sağlıklı kaynaklardan öğrenmeden, öğrenmeden öte bir tarih şuuruna sahip olmadan bugünümüzü lâyıkıyla kavrayamayız. Bugünümüzü kavramadan da geleceğimizi inşa edemeyiz. Böyle bakınca, tarihi kalkış noktası olarak görmemiz kaçınılmazdır. Olan biteni derinliğine analiz etmek tarih felsefesi bilmeyi gerektirir.
Tarih her şeyden önce bir bilimdir. Bilimlerin en eskisidir, kökleri yazının bulunmasına kadar iner. Tarihten söz etmek 5000 yıllık bir geçmişe dönüp bakmak demektir. Tarih adı altında yapılan şey, geçmişteki olaylara ilişkin bilgilerin toplanması, yorumlanması ve çeşitli yollarla sunulmasıdır. Bir bilimden söz ettiğimize göre, tarih yazmak için, yer ve zaman göstermek, neden-sonuç ilişkisi kurmak, geçmişe belgeler ışığında objektif olarak bakmak kaçınılmazdır. Tarihî olayın geçtiği yer ve dönemdeki her türlü bulgu tarihin malzemesi hükmündedir. Tarihçi bu malzemeden hareketle yargıda bulunur. “Tarih yoktur, tarihçi vardır” sözü yabana atılacak bir söz değildir. Muhteşem Yüzyıl bahsinde karşımıza çıkacaktır.
Gerçekçi bir evren tasavvuru, zamanı Bergson’un kavramlaştırdığı devamlılık olarak algılamakla mümkündür. Aslolan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle, “devam ederek değişmek”tir. Hocası Yahya Kemal, “kökü mazide olan ati”yi işaret ediyordu. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözü tarihçi için yol gösterici bir düstur olarak hep hatırlanacaktır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti resmî tarihini sorguladığımızda bu düstura pek te bağlı kalınmadığını görürüz. Honore de Balzac, “İki tarih vadır:Yalancı olan resmî tarih, bir de olayların gerçek sebebini ihtiva eden gizli tarih” diyor.
Türkiye’de son yıllarda tarihin, hiçbir dönemle kıyaslanamayacak ölçüde ön plana çıktığını görüyoruz. Öteden beri üniversitelerimizde tarih bölümleri vardı. 1931 yılında, daha sonra Türk Tarih Kurumu adını alacak olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Adı ‘cemiyet’ olmakla beraber resmî bir kurumdu ve Cumhuriyet yönetiminin tarih tezini oluşturmakla görevlendirilmişti. İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi İstanbul’da faaliyet göstermektedir. Başta Tarih Vakfı olmak üzere vakıf ve dernekler tarih, sanat tarihi çalışmaları yapmaktadır. Gazetelerde tarih sayfalarına yer verilmekte ve de epeyce tarih dergisi yayımlanmaktadır. Aynı şekilde radyolarda tarih programları vazgeçilmez bir hüviyet kazandılar.
Özellikle 2000’li yıllarda, AK Parti’nin iktidarına denk gelen bir zamanlamada, televizyonlarda tarih programları, filmler, diziler bir hayli yaygınlık kazandı. Partinin ‘muhafazakâr demokrat’ bir kimliği benimsemesi, özellikle dış politikada Yeni Osmanlıcı bir bakış açısına sahip olduğu şeklinde yorumlar tarihe yönelmede etkili olmuş mudur, üzerinde durulabilecek bir husustur. Fakat, şu ya da bu sebeple tarihe ilişkin yayınlar başlamış olsa da, devam etmeleri seyirci ilgisinin varolmasını gerektirir. ‘Reyting’ ölçümlerine göre programlar kondurulup kaldırılıyor. Seyircisi olmasa bu programlar devam edemezdi.
Tarih, edebiyatla birlikte sinemanın da vazgeçilmez kaynağı olmuştur. Her dönemde önemli tarihî olaylar, kişiler, eserler sinemanın büyük bütçeli yapımları olarak, salt bir sinema olayı değil, çoğu defa ülke propagandasının bir ögesi olarak da önem kazandılar.
Tarihe ilişkin televizyon yayınları daha çok dizi olarak ön plana çıktılar. Son yıllarda zaten televizyonlarımızda dizilerden geçilmez oldu. Pek çok televizyon akşam yayınlarını dizilere ayırmış durumda. Radyo-Televizyon Üst Kurulu’nun 2013 yılı verilerine göre, televizyon seyircilerinin %76.7’si dizi seyretmektedir. Türk televizyonlarında yayınlanan diziler son yıllarda ihraç edilir oldu. Açıklandığına göre, Türkiye dizi ihracatında Hollywood’dan sonra ikinci sırada . 75 ülkede 400 milyon seyirciye ulaşan diziler, Türkiye’nin ‘yumuşak güc’ü kabul ediliyor. Türk dizileri Kuzey Afrika’dan Çin’e kadar geniş bir coğrafyada seyirci buluyor. Dizilerden 2013 yılı sonu itibariyle 150 milyon dolar gelir sağlandı. Son beş yılda Ortadoğu’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında %350 artış oldu. Bu artış dizilere bağlanıyor. Ayrıca, turistlerden bir kısmı Türkiye’de ev ediniyor. Tekstil sektörüne olumlu etkileri oldu. Geçtiğimiz günlerde ajanslar bir haber geçti. “Sırbistan’ın en zenginlerinden Zoran Baskoviç’in eşi 4 milyon avro fidye talebiyle kaçırıldı. Beş kişilik fidye çetesinin izini süren polis operasyon yaptığı evde fidyecileri Muhteşem Yüzyıl’ı izlerken yakaladı.”
Bu haberin de doğruladığı bir olgu olarak, diziler içinde bir numarada Muhteşem Yüzyıl’ı görüyoruz. İlk bölümü 5 Ocak 2011’de Show TV’de yayımlanan dizi,senarist ve oyuncu olarak pek çok diziye imza atan ve 2012 yılında vefat eden Meral Okay’ın bir projesiydi. Okay, dizinin yalnızca senaryosunu yazmamış, yapımcı ve yönetmen’den daha çok tanıtım ve savunuculuğunu da yapmıştı. Ünlü oyuncumuz Hülya Koçyiğit, kendisiyle yapılan röportajda, benim de katıldığım bir tesbitte bulunuyor:”Televizyonda senaryo, sinemada yönetmen, tiyatroda oyuncu daha önemlidir.” Meral Okay’ın vefatından sonra da nasıl olduysa dizi aynı minval üzre devam etti. Anlaşılan o ki, temeli sağlam atılmıştı. Muhteşem Yüzyıl’ın arkasında başarılı ve güçlü yapımcı Timur Savcı var. Yönetmen koltuğunda ise, yetkinliği tartışılmaz iki kardeş, Yağmur ve Durul Taylan oturuyor. Kamera arkası, insan unsuru ve sahip olunan teknik altyapı ile güçlü bir yapım. Yapımla ilgili değerlendirmeme geçmeden önce, bir ‘televizyon olayı’ olmasının yansımalarını görelim:
. Üç yılı aşkın bir süre gösterimde kalan, en fazla seyredilen ve en çok haber olan, tartışılan, şikâyet edilen dizi. Geçen yıl Başbakan’ın şimşeklerini üzerine çeken dizi en son Diyanet İşleri Başkanı tarafından ismi anılmadan içeriği üzerinden hedef alındı. Başkan Görmez geçtiğimiz günlerde Kutlu Doğum Haftası programında televizyon dizilerini eleştirerek sözü Muhteşem Yüzyıl’a getirdi ve kayda değer tesbitlerde bulundu:
“Bizim tarihimizi Ortaçağ oryantalizminin en kötü bilgisi olan harem fantezileri üzerinden okuyanlar hep olmuştur.” Sözün devamında eleştirilerini genelleştirerek, âdeta dinin unutulduğu bir dünyadan şikâyetçi oldu. “İçinde yaşadığımız dünya samimiyetini kaybetti. Yapaylık ve sanallık hakikatin önüne geçti. Gösteriş, gösteri, riya, reklam, propaganda, imaj sözün ve hakikatin yerine geçti.” Başkan’ın sözleri alarm zillerinin çaldığının habercisi.
. Yurt içinde bunca gürültüye yol açan Muhteşem Yüzyıl, yurt dışında ‘muhteşem’ bir kabul görmekte. 52 ülkede, 350-400 milyon seyirciye ulaştı. Çin’in devlet kanalında yayınlanıyor. Ortadoğu’da Muhteşem Yüzyıl Partileri yapılıyor. Dizideki karakterler gibi giyinip bu partilere gidiliyor. Muhteşem Yüzyıl Pastaları satılıyor.
. Dizinin yayınıyla başlayan bir kitap furyası ile karşılaştık. Kanunî’ye dair telif, tercüme epey kitap yayınlandı.
Bu olağan dışı dizinin nihayet sonuna gelindi. Unutulmamasını sağlayacak bir de belgeseli hazırlanmış, diziden sonra gösterilecekmiş. Yerine Yeniçeri isimli bir dizi hazırlanıyormuş. Yine tarih, yine oraya buraya çekilebilecek bir konu.
Gelelim benim diziyle ilgili değerlendirmeme…Dizinin odağında Kanunî Sultan Süleyman var. Kısaca Kanunî’yi tanıyalım. Osmanlı padişahlarının onuncusu. 1495-1566 yılları arasında yaşadı. 46 yıllık saltanatında babası Yavuz Sultan Selim’den 6.557.000 kilometrekare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 kilometrekareye çıkardı. Ciddiyeti, iradesi ve kendine güveni ile tanınan Kanunî etraflı düşünür, verdiği emirden asla geri dönmezdi. Kendisine Kanunî denmesinin sebebi, Fatih Sultan Mehmet gibi yeni kanunlar koymasından değil, Osmanlı için önem taşıyan örfî hukuku kayda geçirip sıkı bir şekilde uygulamasından ötürüdür. Aynı zamanda Muhibbî mahlasıyla divan tertip etmiş ünlü bir şairdi.”Önce gönlü pak eylemek, sonra şiire yönelmek gerekir” sözü Kanunî’ye aittir. Batılılar kendisini Muhteşem Süleyman veya Büyük Türk olarak anmaktaydı.
Öncelikle, “Muhteşem Yüzyıl dizisi hangi ihtiyaçtan doğdu?” diye sorabiliriz. Bu sorunun ilk cevabı, tarih toplumda yükselen bir değer haline geldi, tarih temalı bir dizinin seyircisi çok olur, dolayısıyla ticarî olarak akıllıca bir yatırımdır. Elbette bu cevabı kabul edebiliriz. Fakat, neden Osmanlı ve Kanunî de, Cumhuriyet ve meselâ Atatürk değil, diye sorabiliriz. Bu diziyi gerçekleştirenler, zihniyet olarak Osmanlı’ya değil, Cumhuriyet’e sempati duyan bir ekip. Cevap basit, böylesi bir Cumhuriyet dönemi ve bu dönemin âdeta kıblesi hükmünde bir Çankaya Köşkü resmedemezler. Hem işlerine gelmez, hem de cesaret edemezler. Muhteşem Yüzyıl gibi yaparlarsa, öyle bir baskıyla karşılaşırlar ki, dizi daha ilk hafta yayından kalkar. Ama Osmanlı’yı ve onun “muhteşem” padişahı Kanunî Sultan Süleyman’ı üç yıl harem malzemesi yapmakta beis görülmez. Cenab Şahabettin diyor ki:”İnsan, tarihe her istediğini söyletebilir, çünkü ölüler itiraz edemezler.”
Dizinin yapımı ile ilgili komplo teorileri bağlamında, “olmaz öyle şey” dedirtecek yorumlar da yapıldı. Dizinin arkasında Türkiye üzerinde ‘beşinci kol’ faaliyetleri yürüten Alman vakıflarının olduğunu yazanlar da oldu. Belgelenmesi zor böylesi kestirimlerde bulunmak yerine, dizinin içeriğine baktığımızda, en hafif tabiriyle ‘oryantalist’ bir bakış açısıyla karşı karşıya olduğumuz rahatlıkla söylenebilir. Bilindiği üzere oryantalizm veya Şarkiyatçılık, Batı’nın Doğu’yu içerisine girerek keşfetme, ona hâkim olmaya dönük stratejiler geliştirmesine yardımcı olan bir faaliyet alanı olarak tanımlanabilir. Oryantalizm, bir bilim konusu olduğu gibi kültür ve sanatın bütün alanlarını içeren bir yaklaşım içinde oldu. Daha çok da resim sanatı ile belleklerde yer etti. Oryantalist ressamlar özellikle harem ve hamam sahnelerini resimlerinin ana malzemesi olarak gördüler. Dizimizde olduğu gibi. Oysa harem, Osmanlı’nın en mahrem alanıydı ve padişah ile dilsiz harem ağaları dışında hiç kimseye açık değildi. Hareme ilişkin yazılanlar, resmedilenler hayal ürünüdürler ve gerçeği yansıtamazlar. Olsa olsa fantastik ve fantezi ürünü olabilirler. Edebiyatta ve sinemada fantastik de bir türdür, açıkça bu tür bir çalışma yaptığınızı söyler, tarihî kişilikleri de işin içine katmazsınız.
Dizi, “Biz belgesel yapmadık, drama yapımlarında tarihe birebir bağlı kalmak gerekmez, tarihi bir kurgu içerisinde malzeme olarak kullanır, kendi hikâyemizi anlatırız.” Diye savunuluyor. İfade bana ait, ama savunmanın özü bu. Bu savunma mantık olarak haklı, fakat niyetinize ve samimi olup olmadığınıza göre anlamlı olabilir. Ayrıca, tarihî kişilikleri canlandırıyorsanız, onlarla bağdaşmayan bir tutum içinde olamazsınız. Aksi halde tutarlı olmadığınız gibi, inandırıcılığınız da olmaz.” Hiçbirimiz Kanunî’yle aynı dönemde yaşamadığımıza göre, canlandırmayı nasıl eleştirebiliriz?” denilebilir. Osmanlı padişahlarına ilişkin bilgi kaynaklarımız bize Halit Ergenç’in canlandırdığı Kanunî tiplemesinin ‘sahih’ yani gerçeklik duygusu doğuran bir canlandırma olmadığını ifşa ediyor. Bırakın Osmanlı edası, tavrı, saray âdabı, padişahın neyi, nasıl yapacağını, Ergenç’in fiziği bile gerçeklik duygusu doğurmuyor. Her şeyden önce Kanunî minyatürleriyle bağdaşmıyor. Harem kadınlarının giyim-kuşamları, hâl ve tavırları, entrika peşinde olmaları hiç bağdaşmıyor. Neden bağdaşmadığını birçoğunuzun seyrettiğini düşündüğüm bir filmle gözlerinizin önüne getirmeye çalışayım. Rahmetli Mustafa Akkad’ın hafızamızdan hiç silinmeyecek olan “Çağrı” filmini hatırlayalım. Filmdeki Hz.Hamza rolünü canlandıran Anthony Quinn ile Kanunî’yi canlandıran Halit Ergenç karşılaştırılabilir mi? Anthony Quinn bize “Hz.Hamza ancak böyle olabilir” dedirtmiyor muydu? Filmin senaryosunu aralarında Tevfik el-Hakim’in de bulunduğu 5 ünlü yazmıştı. Daha önemlisi filmin müziklerini yapan Fransız Maurice Jarre, Akkad’dan teklif alınca, çölün atmosferini ruhunun derinliklerinde hissetmek için, çölde bir çadırda tek başına iki ay kalmış ve bu süre zarfında bir taraftan da İslam tarihini anlatan kitaplar okumuş. Sonuçta filme bir ruh katan olağanüstü etkileyici müzikler doğmuş. Diziyi ve filmi karşılaştırınca nasıl bir saçmalık ile karşı karşıya olduğumuz apaçık görünmüyor mu?
Dizi daha pek çok yönüyle eleştirilebilir. Beğenenler kadar eleştirenler de oldu. Eleştirilerden bir örnek:”Dizide hem tarihî hatalar yapılmakta, hem de hemen her bölümünde İslâmî değerler akla gelmeyecek yöntemlerle ayaklar altına alınmaktadır.”
Cumhuriyet, Osmanlı’yı inkâr ederek, olumsuz örnek olarak göstererek kendini benimsetmeyi uygun gördü. Bu diziyle Osmanlı ele alınıyorsa da çarpıtılarak Cumhuriyet ideolojisine hizmet edilmektedir. Ayrıca, AK Parti ile yükseldiği öne sürülen muhafazakâr değerler ve bu değerleri temsil gücü en yüksek olan bir dönemi ve şahsiyeti zevk ve sefa düşkünü, haz peşinde olarak göstererek itibarsızlaştırma amaçlanıyor. Ortaya konulan ürün bir ‘kitsch’, yani sahte iddialı, frapan, ama gerçekte değersiz ve daha çok kitle beğenisine yönelik olmaktan ileri gidemiyor.
Kendi değerlerine yabancılaşmış, yerlilik gibi bir meselesi olmayanlar, hem tarihî, hem de güncel konulara tutarlı, derinliğine bir yorum getiremezler.
Biz inananlar diyoruz ki, Allah’ın iradesinin üzerinde bir irade yoktur. Var gibi görülenler gelip geçici oyalanma, aldanmadan ibarettir. Aldananlardan olmamamız dileğiyle…
(*) Bu konuşma metni 17-20 Nisan 2014 tarihlerinde Anadolu Konferansı Düşünce Platformu tarafından Saraybosna’da gerçekleştirilen Aydınlar Buluşması’nda sunulmuştur.
Kurgan,Mayıs-Haziran 2014
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.