28 Eylül 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Konya15°C
  • Sakarya18°C
  • Şanlıurfa24°C
  • Trabzon16°C
  • Gaziantep19°C

MÜSLÜMAN YAZARIN VAAZ MES’ÛLİYETİ-1

Ahmet Tâlib ÇELEN

Ömer Lekesiz Bey, sağlam duruşlu çok güzel yazılara imza atıyor.

Son yazısı “Vaazdan kaçış” (Yeni Şafak, 25. 07. 2012)

Ömer Bey yazısında “vaaz” ve “nasihat” kelimelerinin sözlüklerdeki mânâları üzerinde duruyor, Müslüman yazarların bile modern roman anlayışı tesiri altında “vaazdan kaçma”yı matah saydıklarını oysa Müslüman yazarların “vaaz mes’ûliyeti”nden kaçmamaları gerektiğini kendine has dik ve net üslûbuyla anlatıyor. (Yazıyı mutlaka okuyunuz)

Lekesiz’in yazısını okuyunca bizim camiadan bazı yazarların (aslında çoğunun) eserlerinin solcular, hatta bizim camiadan birçokları tarafından "hidayet romanı" diye küçümsendiğini, hatta alaya alındığını hatırladım da içim yandı. Kurgunun, anlatımın kalitesini bir tarafa bırakalım, bir eserin "hidayete erdirme" gayesi gütmesi başlıbaşına bir suç, çirkinlik ve nakîsa mıdır? Böyle bir maksadım olmayacaksa ben yazar olarak ne yapmış olacağım? Eser, yazarın ameli... Hesabını verecek. Ne diyecek Allah'a? Eğer, hidayet (burada vaaz diyebiliriz) gayem olmayacaksa, yazmaktansa oturur Kur'an okurum, ibadet yaparım, cami cemaatiyle muhabbet ederim... Hatta kahveye gitmek, aylak aylak dolaşmak, uyumak, balık avına gitmek hesabı daha kolay verilecek işlerdir.

Bir malumu i'lam cümlesi: Bizim camia iki büyük "hidayet romancısı" çıkardı: Şule Yüksel Şenler ve Ahmet Günbay Yıldız... İkisi de aynı suçlamayla muhatap. Zaten o suç zikredilince derhal bu ikisi akla gelir. Hiçbir solcu kaynakta romancı diye isimleri geçmez.

At üstüne toprağı... Romanlarının edebî bir kıymetinin olmadığını nerdeyse herkesin kabul ettiği Ahmet Mithat Efendi'nin bile "okumayı geniş halk kitlelerine yaydı-sevdirdi" diye edebiyat tarihlerinde yeri vardır da eserlerinin birçoğu otuzuncu-kırkıncı baskısını yapmış "hidayet romancıları"nın bir zaviyeden olsun edebiyat tarihinde yeri olmayacak mıdır? Görünüyor ki, olmayacaktır. Solcular İslam düşmanlıklarından, bizim zıpırlar da ölçü olarak Batı romanını aldıklarından bu yazarları yerin altına gömüyorlar. Oysa Münker Nekir, romanın kalitesini sormayacaktır. "Niyetin neydi, bu amelinle ne yapmış oldun?" diyecektir. Bu kardeşlerimize hatırlatmak lâzım: Münker Nekir bir edebiyat jürisi değildir. Valla, bunları düşününce tam da Batı ölçülerine uygun olduğundan herkesin parmak ısırdığı romanlar yazmaktansa "hidayet romancısı" olurum daha iyi... Ya da hiçbir şey olmam...

Bir de tersten bakalım: Bir fikri, ideolojiyi, anlayışı, hayat tarzını okuyucusuna şu veya bu dozda telkin etmeye çalışmak “hidayet romancılığı” ise bunun âlâsını -tersten- solcu/Batıcı romancılar yapmıştır, yapmaktadırlar. Komünizm/sosyalizm, materyalizm, liberalizm, feminizm, ahlâkî olandan kaçan bir özgürlükçülük, serbest cinsî tavırlar, sonuna kadar müstehcenlik, gayr-i ahlâkîlik, eyyamcılık, cıvıklık, ciddiyetsizlik, müptezellik… Velhasıl İslâmî olanı tedai ettiren her şeye zıtlık… Bütün bunlar kendi zu’mlarınca insanlığın yüksek bir seviyesini belirten bir tür “hidayet” olduğuna göre, bunların her eserini de -kendi fikriyatları açısından- “hidayet romanı” sayabiliriz. Hangi Batılı yazara ait romanın, hangi yerli solcunun eserinin doğrudan ve dolaylı, açık veya kapalı bir fikir veya en azından hayat tarzı telkini yoktur? Bir eser olsun da böyle bir şey olmasın… Bu, eşyanın tabiatına uymaz. Üzerinde insan emeği olan her şey, o insanda olanı bir şekilde taşıyacaktır. Eser de taşısın diye yazılır zaten. Demek ki, bir fikri ve hayat tarzını okuyucuya ulaştırma gayesi, bir eser için nakîsa olamaz. Yoksa şöyle mi? Eserin taşıdığı en geniş ifadesiyle “gayr-i İslâmî ise” normaldir de “İslâmî ise” anormal midir? Mesaj gayr-i İslâmî ise esere noksanlık gelmez de İslâmî olunca mı gelir? Korkarız, birileri bunu da çekinmeden söyler. Gerekçe de şu olur: “Ya, İslâmî olunca sürpriz olmuyor; ne yazabileceğiniz, sınırlarınız belli; ama öbür tarafta müthiş bir serbestlik alanı var; serbestlik, yani sürprizler, sürprizler… Cinsellik, ahlâksızlık, cıvıklık, büyüler, sihirler… Okuyucuyu avlayacak ve tavlayacak her şeye açık…” Solcu yazarların yaptığı başkaca nedir? Alın elinden kadın vücudunu, yatağı, ahlâksızlığı, yolunmuş tavuğa döneceklerdir. O kendinden menkul dehasıyla yazsın bakalım büyük büyük romanlarını. Şeyhî ne güzel söylemiş: Arkasından alınca palanı/ Sanki it artığıydı kalanı... Kaliteye bunlarla mı ulaşılacak? Yok, bunlar kalite falan aramıyorlar; okuyucuyu avlamak/tavlamak; şöhret olmak; para kazanmak… Bunları yaparken de olabildiğince insanları kendi fikir ve inanç/sızlık/larına yürütmek; yani tersinden hidayet çabası… Hedef bu. Kalitenin ölçüsü çok satmak olunca da… Tamam… Oysa çok satmak -ekseriyetle- avâmîliğin nişanıdır. Avâmîliğin, yani sıradanlığın… Solcu/Batıcı yazarlar “hidayet romancıları”nın yaptığı türden bir fikir ve hayat tarzı telkini yapmıyorlarsa… Keçecizade’nin sözünün tam yeridir: “Oğlum, ağan yiyip içmiyorsa bu kadar kazurat nerden çıktı?” Dünyada ve memleketimizde feryat ettiğimiz bunca pislik nerden çıktı sahiden?

Ömer Lekesiz’in şu sözü de kulağımıza küpe olsun:

“Bu farkları gözeterek vaaz ile edebiyatın ilişkisini sahih manada yeniden kurmanın derdine düşmezsek, yakın zamanda Elif Şafak ve türevlerini bile birer edebiyatçı vaiz/vaize olarak benimsemek zorunda kalırız.

Benden söylemesi.”

(Devam edecek)

26.07.2012

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.