28 Eylül 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Konya15°C
  • Sakarya18°C
  • Şanlıurfa24°C
  • Trabzon16°C
  • Gaziantep19°C

MÜSLÜMAN YAZARIN VAAZ MES’ÛLİYETİ-2

Ahmet Tâlib ÇELEN


Ömer Lekesiz’in “Vaazdan kaçış” yazısını vesile ederek Müslüman yazarların vaaz mes’ûliyetinden söz ediyorduk. Devam ediyoruz…

Şu bilgi de hoş; kaybolup gitmesin: Merhum Şerif Benekçi ile Zaman Gazetesi'nde bir mülakat yapılıyor. (Malumunuz kendisi imam idi; romanları da "hidayet romanı" sayılır bu yüzden). Gazeteci şuna yakın bir soru soruyor: “Hocam, müslümanlar roman, film gibi imkânlardan faydalanmakta biraz geç kalmadılar mı?”

Cevabı adeta ezberledim: "Hangi mevzuda geç kalmadık ki... Bir kuşlukta uyandık. Bir de baktık ki namaz geçmiş. Namazı kazâ etmenin telaşıyla tâdîl-i erkânı da terk ettik. Oysa düşünmedik ki kazâda da tâdîl-i erkân gerekir."

"Tâdîl-i erkânı terk etmek"... Bu, bir taraftan "vaaz"ın terki, öbür taraftan işini adam gibi yapmanın terki olarak anlaşılabilir. (Kendisinin, daha çok "işi tekniğine göre yapmamayı" kastettiğini sanıyorum) Hakîkaten geç kalmışlığın telaşıyla yazılan Oğlum Osman, Kızım Ayşe gibi roman denilmeye şahit isteyecek karalamalar meçhulümüz değil. Ama bunların bile vaaz bakımından bir vazife gördüklerini, birçok insanı müspet yönde etkilediğini söylemek, hakkı teslim etmektir.

Tâdîl-i erkânı terk etmeyelim. Yani bir taraftan adam gibi roman yazalım; dost düşman kabul etsin bunu... Ama öbür taraftan asıl mes'uliyetimiz olan "vaaz"ı, "nasihat"i de unutmayalım. "İslâmî" bir roman olacaksa, onu İslâmî yapacak olan başka nedir? Bize dudak bükeceklermiş, büksünler! Kimden utanıyoruz, kimden korkuyoruz yahu! Biz mü'miniz... Başkaca her şey ayağımızın altındadır!

Bir müslüman yazar, eseriyle kaç kişinin kalbine hidayet iletebildi, kaç kişiyi küfür bataklığından kurtarabildi, kaç kişinin kalbine Allah ve Peygamber sevgisi aşılayabildi, kaç kişiyi güzel ahlâka ısındırdı... Bunları düşünmeyecek de ne düşünecek? “Vaaz” yani “nasihat”, kaçamayacağımız mes’ûliyetimizdir. Fakat bunu yaparken Hz. Peygamber’in emrine uyarak “en güzel şekilde” yapmalı. Edebiyatın ehemmiyeti de bu noktadadır; edebiyatın vazifesi “nasihati” daha tesirli kılmaktır. Elbette bunun da bir “tâdîl-i erkân”ı vardır ve Müslüman yazar sözü tesirli kılmanın en ince yollarını bilmek ve tatbik etmekle de mükelleftir. “Nasihat”in insanların beynine çakır dikeni gibi batmaması; bir hoşça, bir güzelce yapılması gerekir. Bu noktada “Sanat eseri haykırmaz; telkin eder.” diyen Necip Fazıl’a “Sözüm odun gibi olsun hakÎkat olsun tek” diyen Mehmed Akif’ten daha yakınız. Doğruya ve güzele ulaştıran “telkin” de özünde bir “vaaz” mânâsı taşır.

Şule Hanım ve Ahmet Günbay Bey, yazdıklarının hesabını en kolay vereceklerdendir Allahu a'lem... Bir de mahviyetlerine bakınız; o da müslümanca... Ortada kendileri yok, eserleri var. Kitabını okuyanlardan çoğu Ahmet Günbay'ın kendini bilmez; bir resmini bile görmemiştir. Artistlik yapmıyor adam; Allah razı olsun. Ya ötekiler? Yani solcular, mukaddessizler ve bizim kaçaklar? İşin artistliğinde... Adamlar yazar mı, sinema sanatçısı mı, şarkıcı mı... belli değil. Bütün istedikleri şöhret... Eserlerinin şöhreti de değil... Eser bile onları, kendilerini (nefislerini) meşhur etmek için lâzım. Nice zamandır yazarlar magazin sayfalarının malzemesi… Bu iş bitmiştir! Yok o şununla çıkıyormuş, yok filanca sevgilisini terk etmiş, artık filancayla ilgileniyormuş… Daha cıvık ve mübtezel haberler gırla; burada zikretmek istemiyorum. Bir yazar böyle hususiyetleri ile mi haber olmalı? Eser nerde eser? Kaldı ki eseriyle zikredildi diyelim, bu bile haberi ciddîleştiremiyor. Çünkü dâvâ o değil; fikir başka başk’olmuş! (İsim de verebilirdik ama lüzum yok, bilen biliyor.) İsmail Dede Efendi’nin o meşhur sözü kulaklarımda yankılanıyor: Bu işin tadı kaçtı!

Hâlâ modern dünyanın kötülüklerinden korumak istediğimiz kızlarımıza Huzur Sokağı veriyoruz. Sokağa Açılan Kapı, Boşluk, Dallar Meyveye Durdu, Üç Deniz Ötesi... hâlâ "hidayet" için vazgeçemediğimiz kitaplar. Bu yazarların hiçbir kıymetleri yoksa bizim mahallede -ve bütün Türkiye'de- okumayı bu kadar sevdirdikleri-yaydıkları için bir kıymetleri olmalı değil midir? Ahmet Mithat Efendi gibi... Ama yok işte… Mezkur yazarların eyvallahları da yok; iyi kötü bildikleri yolda yazmaya devam ediyorlar.

Kaldı ki bu yazarların ve eserlerinin Türkiye'de müslüman gençliğin yükselişindeki rolü de henüz tam araştırılıp ortaya çıkarılmamıştır. Hâlâ bir tek roman okuyup örtünen, beş vakit namaza başlayanların sayısı çok fazladır. Bu yazarlar sessiz-reklâmsız Türkiye’nin malum değişim/dönüşümünde de (bugünkü iktidar dahil) büyük rol oynamışlardır. Üniversitedeyken birçok Yeni Edebiyatçı arkadaşa bu mevzuda tez hazırlamalarını tavsiye ettim; ama sözümü tutturamadım. (Ben Eski Edebiyatçıydım)

Son olarak: Bizde iki bakımdan da "tâdîl-i erkân"ı terk etmeden yazan kim var? Bilmediklerimiz bizi bağışlasınlar; ama Mustafa Kutlu Usta yine perdenin ardından el sallıyor...

Başka?.. İsim vermenin sakıncalarını biliyorum; ama bazen mecbur kalıyoruz. En azından bazı eserleriyle Necip Fazıl, Samiha Ayverdi, Safiye Erol, Bahaettin Özkişi, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Emine Işınsu, Tarık Buğra, Nazan Bekiroğlu’nu hem “vaaz mes’uliyeti”ni unutmayan hem de “tâdîl-i erkân”a riayete dikkat eden yazarlara misal verebiliriz diye düşünüyorum.

Bu listeye girmeyi hak edip de bilmediğim ve zikredemediğim yazarlardan özür dilerim. Liste daha kabarık olabilirdi; ama sözün “roman” üzerinde yürümesi sebebiyle böyle oldu.

28.07.2012 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.