- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul16°C▼
- Ankara14°C
- İzmir19°C
- Konya16°C
- Sakarya18°C
- Şanlıurfa24°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep19°C
MÜSLÜMANCA ACIKMAK

Ahmet Tâlib ÇELEN
Eğitim baş meselemiz…
Teknoloji ilerlerken bir meseleyi çözüp on mesele hediye ediyor. Ekseriyetle de ortaya çıkardığı yeni meseleler, bulduğu çarenin dalı budağı şeklinde zuhûr ediyor. Bu hâl en çok da teknolojiyi üreten olamayıp tüketici olmak zorunda kalan milletlerin başında belâ. Teknolojiyi üreten daha baştan tedbirini alıp kendi kültür ve medeniyetine uygun ürünlerle sahne alıyor. Bununla da kalmıyor, içine kültür ve medeniyetinin larvalarını koyduğu ürünleri, tüketici milletlere ihraç da ediyor. Hem ekonomik olarak kazanıyor hem kültür olarak. Üretenin kılıcı çift ağızlı işliyor. Tüketici milletlerin yapabilecekleri fazla bir şey de yok.
Çok değil, bundan 20-30 yıl evvelkilerin tahmin bile etmedikleri meselelerle boğuşuyoruz. Sayısını bilemediğimiz kadar çok televizyon kanalı, ucu bucağı bulunmayan ve bilinmeyen internet dünyası… Müslümanların da ufak tefek kıpırdanışları olsa da bu âleme “İslam dışılık”ın hâkim olduğunu görmemek için kör olmak bile yetmez. Neden? Çünkü üreten onlar… İslam dışı unsurların en büyük yardımcıları Müslümanların içinde geziniyor: Nefs ve şeytan! Üstümüze saldıkları oltaların zokasında hep nefs ve şeytanın bizi üzerine ittiği yemler sallanıyor. İki şeyden birisini yapmaktan başka çare yok: Ya bu oltaları uzatan elleri bükeceğiz ve onun yerine kendi ellerimizle insanlığa kurtuluş iksirleri sunacağız; ya da insanımıza nefs ve şeytanla baş etmenin, onların iğvalarına kapılmamanın yollarını öğretip olta sahiplerini çıldırtacağız. İkisi de zorların zoru… Fakat hemen belirtelim ki birincisi ümmetin yeni karşılaştığı bir müşkildir ve o sahada tecrübesi henüz yoktur. Hâlbuki ikincisi ümmetin en iyi bildiği ve tecrübeli olduğu bir mücadele sahasıdır. İnsanlık tarihinin nefs ve şeytanla mücadelede gördüğü en muvaffak ümmet, İslâm ümmetidir. Kütüphaneler bu mücadelenin stratejisini veren kitaplarla dolu. Tasavvuf tarihimiz ve binlerce evliyânın hayatları ve eserleri ışıl ışıl bir yol çiziyor önümüzde. Öyleyse bize yakın olan reçete buradadır; çareyi buradan çıkaracağız.
İnsanın içinde sadece nefs yok; iyilikleri isteyen “ruh” da var. Allah, içimize kötülüğün kaynağı nefsi koyup bizi ona karşı müdafaasız bırakmamış; iyilikleri isteyen “ruh” la iyi yanımızı takviye etmiştir. İnsan bu ikisi arasındaki tercihinde hür. Demek ki hayır isteyenlerin de insanın içinde bir yardımcısı var: Ruh… Öyleyse nasıl şer kuvvetler her türlü imkânı kullanıp nefsimizi tahrik ederek bizi kötülüğe sürüklüyorsa hayır cephesi de aynı âletlerle insanın rûhuna ulaşmalı, oradan iyilik ve güzellikleri yaymanın ve hâkim kılmanın yollarını bulmalıdır. Bu, Müslümanın üzerinde bir vecibedir. Fakat çok uyanık olunmalı; âletleri (teknolojiyi) îmâl edenlerin bizzat o âletlere koydukları tuzaklarla “kendi”nden uzaklara savrulmamalıdır. Teknolojiyi “kul”lanmalı, ona “kul” olmamalı. Bunu yapmak, söylemek kadar kolay değil elbette…
Teknoloji ve onunla hayatımızı bürüyen “münker”e boyun eğmemek için de -yukarıda belirttiğimiz gibi- nefs ve şeytana karşı içten ve dıştan kendimizi kavileştirmeliyiz. Bu husustaki tecrübe ve birikimimiz bizim en muhkem ve emin dayanağımız. Bu nokta bizim iç kale’mizdir.
Herkes çocuk ve gençlerimize İslâmî heyecan ve şuuru iletememekten şikâyetçi. “Sanki ayrı dünyaların insanlarıyız.” Nesiller arasındaki uçurumun buna sebep olduğunu söyleyenler var. “Eski nesil teknolojinin t’sinden bile uzak; oysa yeni nesil teknolojiyle yatıp kalkıyor. Bilgisayarı açıp kapamaktan âciz büyüklerini ister istemez küçük görüyorlar; onları rol model olarak almıyorlar” diyenler çok. Bir tarafa kaydedilmesi gereken bir tespit…
Bir yakın dostum yeni nesille aramızdaki ilk duvarı yıkabilmek için bilgisayarı mutlaka iyi kullanmak gerektiğini söylüyor. Bir noktaya kadar katlanılabilecek oyun ve filmlere belli bir müddet müsaade ettiğini, böylece gençlerle iyi kötü bir irtibat kurabildiğini anlatıyor. Böylesi çabalara hürmet etmeli. Bir çöldeyiz; bir damla suyun bile kıymeti büyük.
Benim tezim ise şikâyetlerimizin temel sebebi “sevdirememek”. İslâm ve İslâmî ilimler bir Müslüman evlâdı nazarında niçin “sıkıcı” bir şeydir? 1400 yıldan beridir milyonlarca insanın aşk ve heyecan kaynağı İslâm, yeni nesillere aynı şeyleri niçin vermiyor? Cevap: Sev-di-re-mi-yo-ruz! Maalesef böyle…
Gençlerimizi daha rahat ve hür yaşatalım; tamam. Ama şunu da düşünelim: Onları kendi hallerine bıraktığımızda niçin hep bize aykırı oyun ve filmler peşinde koşuyorlar? Bilgisayar, gençlerimiz elinde niçin “bilgi” değil de “oyun” sayıyor? İnternet sadece oyun, ahlâksız filmler ve adını söylemekten hicap duyduğumuz sitelerden mi ibarettir? Kendi başına kalmış Müslüman genç niçin İslâmî haber ve fikir sitelerine koşmuyor? Kur’an öğreten, Kur’an mealleri veren sitelere bir göz atma seviyesinde olsun niçin bakmıyorlar? Tamam, biz bu işi onları doyuracak kalitede yapamıyoruz diyelim; sebep sadece bu mudur? Biz de saatlerce internetle meşgul oluyoruz; ama o İslâmî siteden berikine koşturup duruyoruz. Yaramıza bir merhem bulur muyuz diye yanıp tutuşuyoruz. İşte bütün mesele: Çocuklarımız/gençlerimiz yanıp tutuşmuyor… Daha doğrusu onların da yanıp tutuştukları şeyler var; ama bizden çok farklı…
Çocuk ve gençlerimizin açlığı niçin bize benzemiyor? Onların açlığını çektiği şeyler niçin hep inanç ve kültürümüze ters? Derdimizin merkezidir bu nokta. Bizim gibi acıkmıyor; çünkü açlık üreten merkezler “İslâm dışı”. O merkezlere bir defa yakalanınca onların istediği gibi acıkmak da kaçınılmaz oluyor. Onlar gibi acıkmaya başlayınca da gerisi geliyor.
Teknolojiyi bir miktar kullandırmak, biraz oyun ve film seyrettirmek karşılığında alacağımız nedir? Tavizin sonu yok. Bu gün kerhen göz yumabildiğimiz şeyleri veririz; o da kesmeyince daha ötede şeyler ister. Çünkü oltayı atanlar nefse hitap eden yemler kullanıyorlar ve nefsin sınırı yok. Bir gün göz yumulamayacak şeyleri de, istemeyerek katlandığı irtibatın şartı olarak ileri sürerlerse çaremiz nedir? Mesela “Günde şu kadar …………… seyretmezsem olmaz!” derse… Duvara dayandığımız nokta…
Biz dallarla uğraştığımız müddetçe dertlerin sonu gelmeyecek. Kök, sevgidir, aşktır, sevdadır.
Atları üstünde son sürat giderken Kızılderili reisi “Duur!” demiş. “Niçin durduk?” diyen adamına “Çok hızlı gittik, rûhumuz geride kaldı; bekleyelim, rûhumuz gelince devam edelim.” demiş. Şu hikayecik büyük meselemizi izaha yetecek kuvvette. Teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki onun peşinde nefes nefese koştururken rûhumuzu, yani inancımızı, kültürümüzü, benliğimizi ihmal ediyoruz. Bu değerler bize yetişmekte zorlanıyor adeta. Beklemek, rûhumuzu kaybetmeden yolumuza devam etmek mecburiyetindeyiz.
Öyle bir şey yapmalıyız ki çocuklarımız Müslümanca acıksın. Acıktığı, aradığı, İslam olsun; Allah sevgisi olsun; ilim-irfan olsun; nefs ve şeytanla mücadele olsun… Hedefi İslam’ın ulaşmadığı tek insan bırakmamak olsun. O zaman teknolojiden de, onun en keskin silahı bilgisayardan da korkmaya gerek yok. Böyle bir insan karşısında teknoloji köle olur, silah ters döner, hayırlara hizmet etmeye başlar. Demek ki kök, insandır; insanın kalbidir, rûhudur. İnsan değişince her şey değişiyor. “Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizi değiştirecek değildir.”
Şu halde her şey yine hizmet adamında düğümleniyor. Hizmet adamlarımız önce kendilerini ilimle, muhabbetle, tevazu ile, heyecanla kavileştirecekler. Hâli böyle olan hizmet adamındaki bu güzel hasletlerin, irtibatlı olduğu yeni nesle geçmemesine imkân yoktur. Bunun misallerini de hep görüyoruz. Elbette “Nasıl olsa geçer” diyerek oturmamalı, geçmesi için gayret de göstermelidir. Fakat önce hizmet adamı sevdalı olacak. Yanmayan yakamaz. “Hoca aliyyülâlâ olacak ki talebe âlâ olabilsin.” Aşk fark edilir. Teknoloji bile aşkı gözlerden saklayacak bir perde olamaz. “Teknolojiden anlamayanı rol model almıyorlar” diyoruz. Hakîkî bir sevdanız olsun da model alıyorlar mı almıyorlar mı görünüz. O genç ayaklar kendilerini de samimi bir muhabbetle seven dâvâ delisi ağabeylerin ardında bizatihi teknolojiyi de çiğneyip tuz buz etmekte zerrece tereddüt göstermez. Yeter ki sevin, sevdirin; inandırın.
Meselenin özü, çocuk ve gençlerimizi Müslümanca acıktırabilmektir. Bunu da ancak Müslümanca acıkanlar gerçekleştirebilir.
10.04.2012- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.