07 Kasım 2025
  • İstanbul19°C
  • Ankara19°C
  • İzmir19°C
  • Konya18°C
  • Sakarya17°C
  • Şanlıurfa26°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep21°C

MUSTAFA MİYASOĞLU'NDAN: HAKİKATİ ARAYAN AYKIRI SESLER

Bu ülkede Jön Türkler, özellikle de İttihat ve Terakki kadroları iktidar olunca kamuoyunu yönlendirme çabasıyla basının kanaat önderleri oldukları iddialarını ortaya koydular.

Mustafa Miyasoğlu'ndan: Hakikati arayan aykırı sesler

Sol ve batıcı çevrelerin elinde olan basın-yayın organlarının, az-çok bilinen bir söylemi var. Bu söylemin dışına çıkan aykırı sesleri susturamazlarsa görmezden gelirler. O kesim dışındaki insanların ortaya koyduğu sanat ve kültür eserlerini "ademe mahkûm" eder, hakkında müsbet-menfî hiç bir şey söylemeyerek seslendikleri okuyucuları ondan habersiz bırakmakta belli bir tavır sahibi olduğunu görüyor ve bu tutumu okuyabildiğimiz gazete ve dergilerde de izliyoruz. Bazıları temelden karşı oldukları, tartışmak bile istemedikleri dünya görüşlerine mensup sanatçıların eserlerine de, isimlerine de dergilerde veya el kitaplarında yer vermek, onlardan şöyle ya da böyle söz etmek yerine, susmayı tercih ediyorlar. Bunların uzun süre ilerici, sonra devrimci, sonra da solcu bilinen kişiler olduğunu belirtmeye gerek yok.

Bütün bunların yanında, sağcı ya da muhafazakâr veya İslâmi bilinen çevrelerin de beş-altı gazete, sekiz-on dergi sahibi olduğu zaman da durumun değişmediği görüldü. Bunlar da "ilerici" kesimden öğrendikleri yanlışlığı sürdürdü, objektif değerler yerine, dergi ve gazete çevresinin favorilerine öncelik verdiler. Sağlıksız, günübirlik kaygıların, aktüel politikanın ve özellikle gruplaşmaların yönlendirdiği bir yayın hayatı var ülkemizde. Fuarlarda görülüyor...

Sol ve batıcı çevrelerin bütün tonlarını, bir isim çevresinde gruplaşan sanat ve edebiyat tutumlarının çeşitliliğini, bizim gazete ve dergilerde de görebiliyoruz da, millî kültür bakımından önemli eserler ortaya koyan bağımsız şahsiyetlerin haberine hiçbir yerde rastlayamıyoruz. Hatta denebilir ki, ötekilerden çok bizim gazetelerde sanat ve edebiyat sayfaları düzenleniyor ve bunlar aynı dünya görüşüne sahip oldukları halde, benzersiz bir otosansür örneklerini sergiliyorlar... Sol hiç değilse yıllıklar, dergilerdeki kitap yazıları, değişik eleştiriler ve yorum yazılarıyla zaman zaman birbiriyle diyalog kurmayı deniyor, kendilerinden bahsettirmesini sağlıyor. Sağcı veya muhafazakâr çevreler ise, hep zıddını merak edenlerin garip tecessüsüyle "öteki"ne merak salıyor ve asgarî müşterekleri olan insanlarla tartışmıyor bile...

Böyle bir ortamda kültür hayatının sağlıklı gelişiminden, sanat ve edebiyat çevrelerinin karşılıklı alış-verişinden söz edilemez. Ama gün geçmiyor ki bu durumdan yakınan bir sanatçının şurada burada yayınlanan yazısıyla, konuşmasıyla karşılaşmayalım. Dergilerin kapalı kutular olduğu, herkesin adamını kayırdığı, kimilerinin belli gruplara yaslanabilmek için kişiliğinden ne tür tavizler verdiği artık sürpriz sayılmayacak türden açıklamalardır.

Bence bütün bu yanlışlıkların temelinde, bir türlü toplumla, onun tarihi değerleriyle bütünleşemeyen yayın hayatının ayartmaya yatkın unsurları vardır. Bu ortamda sanatçı bilinenler, ürettikleri değerleri basın yoluyla kitlelere ulaştırmak yerine, üç-beş bin satan gazetenin etkisine güvenerek ortalığı karıştırmayı deniyor. Yerleşmekte olan değerleri sarsmak, hiç değilse imâlı sözlerle gözden düşürmek kolayına geliyor. Kimileri de yeni bir şey söylemek ya da eserlerine kitlelere ulaştırmak yerine, eleştiri kılıklı sataşmalarla gazete köşelerinden ilgi çekmeye çalışıyor. Amaç eser ortaya koymak olmayınca, hasetler, küçük hesaplar saçılır...

Bu arada güzel bir eserin, tadına doyulmaz bir kitabın üç beş cümleyle harcandığını görürsünüz. O zaman sizin de yüreğiniz sıkışır, eseri bir yana bırakıp bunu yazmak istersiniz...

Bu tuhaf politikacılığı yalnız edebi çevreler benimsemiyor, ama bazı düşünce ve felsefe adamları da benzeri tuhaflıklarla basmakalıp görüşleri uzunca bir zaman savunmaya çalışır.

RESMİ İDEOLOJİYE KARŞI FELSEFİCELER

Vahyin aydınlığından mahrum düşünceler ve felsefî sistemler çıkmaza girmeye mahkûmdur. Bunu düşünce ve felsefe tarihi boyunca okuyor ve filozofların tartışmalarında görüyoruz. Esasen hakikat arayıcılığı her zaman aykırı sesler arasında görülür ve itiraza uğrar.

Bir konuda düşünüp kafa yormayan insanlar, elbette başkalarının görüşünü benimser ve düşünerek aykırı sesler ifade edenleri de yadırgarlar. Bu konuda en çarpı örnek felseecilerdir.

Sokrates'ten beri bütün filozoflar kendinden önceki felsefî birikimi eleştirir ve kavramları kendine göre yeniden ele almaya çalışır. O yüzden Sokrates'in felsefî düşünceyle hakikati aramaya kalkışması değil de ön kabullere karşı çıkması kızdırır insanları. Ondan sonra uzunca bir zaman Batı önce Roma, sonra da Hıristiyan kültürü baskısını yaşadı. Rönesans dönemi düşünürleri ile Descartes'dan Marks'a kadar pek çok filozof farklı şeyler söyledikleri için benzer kaderi paylaştı. Yoksa onlar felsefî düşünceye temelden farklı bir tavır içinde olmadı.

İmam Gazâlî ile ıstırapları ve çilesiyle onun çağımızdaki benzeri olan Necip Fazıl'ın felsefî düşünceyle hakikat arayıcılığına çağdaşlarından çok farklı baktıklarını görüyoruz. Yaşadıkları entelektüel kriz yüzünden kurtarıcı şahsiyetlerle dinî kaynaklardaki bilgileri değerlendirme konusundaki tavırları, bütün filozof ve düşünürlerden tamamen farklıdır.

Kur'an ve Sünnet kaynaklı olmayan düşüncelerin sıhhatinden kuşku duyan ve tasavvuf kültürünü, nübüvvetin nurunu idrâk için şart gören bu iki büyük mütefekkir, bağımsız felsefî düşünceye temelden karşıdırlar. Çünkü hakikati aramada rehbersiz yola çıkanların metafizik âlemde yolunu kaybedeceğine ve sahte gerçekliklere mahkûm olacağına inanmaktadırlar. Onlara göre, hakikî rehber, peygamberle irşada yetkili olan velilerdir. Allah'ın ipine sarılmak ve onun rengine boyanmak için bu insanları hakkıyla tanımak, nübüvvet ve velâyetin nurunu idrak etmek gerekir. O yüzden de Yunan felsefe geleneğinden yola çıkan eski ve yeni bütün felsefecilere karşı tavır alabilmek için onların görüşlerini ve felsefî sistemlerini çok iyi öğrenmişler, ciddî birikimlere sahip olduklarını yazdıklarıyla ortaya koymayı da bilmişlerdir.

Böylesine güçlü felsefî düşünce yeteneğine sahip oldukları halde, felsefeye karşı felsefe geliştirebilen felsefecinin tarihte de örneği pek yoktur. Bunun için çile çekmek gerek elbette!

İmam Gazali'nin Tehâfütü'l Felâsife ve El Munkızu Mine'd-Delâl adlı eserlerinin İslâm düşünce tarihinde çok önemli yerleri olduğu muhakkaktır, fakat çağımızdaki felsefe tartışmalarına fazla bir katkı sağlamadığı ortada. Ehl-i Sünnet temelli görüşleri itibariyle ona benzeyen, ama muhalifleri ve dolayısıyla muhatapları farklı olan Necip Fazıl'ın Tanrıkulu'dan Dinlediklerim ile İslâm Tasavvufu ve Batı Felsefesi adlı eserleriyle çok önemli bir birikim ortaya koyduğu da görülüyor. Bu eserleri okumadan bu toplumun temel meseleleri anlaşılamaz.

Necip Fazıl'ın daha çok sanatçı yönüne dikkat eden ve bu tür eserleri üzerinde yeterince çalışmayan uzmanlar, bağımsız felsefî düşünce ile Kur'an ve Sünnet kaynaklı, kelâm ve tasavvuf ekollerinin öncülüğünde gelişen İslâm düşüncesi arasındaki farkın anlaşılmamasına yol açmaktadırlar. O yüzden İlâhiyat Fakülteleri'nde İslâm Felsefesi adlı kürsüler kurulmakta ve dersler verilmektedir. Bunlar arasında mahiyet farkı var, ama konuları karşılaştırılabilir.

Bu bakımdan Necip Fazıl'ın dikkatle dinlediği "Tanrıkulu" adlı muhayyel, ama velilerde ancak bulunabilecek sezgi ve nüfûz kudretiyle konuşan şahsiyet var. Bu şahsiyetin kendi şeyhi Abdülhakim Arvâsi'den izler taşıdığı bellidir. Ona inanan ve bağlanabilen karizmatik bir şahsiyetin, öncü sanatçı kimliği yanında güçlü bir felsefî düşünce yeteneğine sahip mütefekkir olması, bu ülkenin en büyük talihi olmuştur. Onun yetiştirdiği nesiller ülkeyi değiştirdi.

25.11.2012 Milli Gazete

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.