- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul21°C▼
- Ankara16°C
- İzmir20°C
- Konya18°C
- Sakarya21°C
- Şanlıurfa25°C
- Trabzon18°C
- Gaziantep22°C
MUSTAFA ÖZCAN'DAN: İRAN’I DOĞRU OKUMAK
Neymiş efendim: İran çok kutuplu bir ülkeymiş. Dolayısıyla kutuplardan birisinin politikası ülkeyi bağlamazmış! Bu bazen gerçek bazen de hüsnü kuruntu kabilindendir. Bazen uyuşturucu etkisi yapabilir. Tepesinde kavga varmış.

İbrahimi, “Muhtemel saldırıda kalkanı kesinlikle vururuz” diye buyurmuşlar! Şimdi devekuşu numarasına mı yatmalıyız? Demek ki İsmet Yılmaz gibi yetkililerin garantilerini kaale almıyorlar. İran Türkiye’ye diz çöktürme politikası mı uyguluyor? Halbuki İran içeride ve dışarıda oldukça zayıf. Böyle bir denklemde Türkiye’ye kafa tutması Türkiye’deki tepkilerin cılızlığından kaynaklanıyor olmasın? Sufi Beyazıt’ın iyi niyetiyle dalga geçen Şah İsmail daha sonra Yavuz ve Kanuni’nin çelik politikasıyla karşılaşmış ve süngüsü düşmüştür. Yavuz ve ardından Kanuni Şah İsmail ve İran’dan gelen elçilerle hiç yüz vermemiş ve geleni derhal içeriye atmıştır. Zira o dönemde de Şah İsmail ve ardılları aynen Beşşar gibidir. Hile ve oyalama ile iş görmektedirler.
*
Kuveytli Abdullah en Nefisi ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İran’da güç merkezleri olduğunu ve çok katmanlı ve kutuplu bir yapısı olduğunu ileri sürmektedir. Abdullah Nefisi İran’ın çok kutuplu bir ülke olduğuna temas etmiştir. Abdullah Gül de İngiltere’ye giderken benzeri bir değerlendirmede bulunmuştur. Ahmedinejad muhatap alınarak İran’a yönelik bir politika uygulanamayacağını ifade etmiştir. Tek muhatabın o olmadığını söylemiştir. Doğrudur. İran’da herkes herkesin ayağına basabilir. Neticede İran’da Nejad çok katmanlı sistemin bir katmanını temsil etmektedir. Türkiye de bunu biliyor. Ama bu gerçeğin etkisi bir yere kadardır. Bu İran’da hiç ortak politika yok anlamına gelmez. Çok katmanlı olsa da bazı hususlarda bütünlük sağlanabilmektedir. İşte Suriye politikası. İran’da kimi etki dairesi sınırlı muhaliflere rağmen Nejad’ıyla Rehberiyle bir bütün olarak İran rejimi Beşşar’ın arkasında durmaktadır. Kalkana tepkisi de bundandır. Dolayısıyla çok katmanlı İran sistemi gerçeğiyle avunmak bir yere kadardır. Bir de Ahmet Davudoğlu politikalarını savunmaktan politikalarını icra etmeye vakit bulamıyor. Arap Baharıyla ilgili öngörüsüzlük suçlamalarına yönelik olarak sürekli kendini savunma ihtiyacı hissediyor. Kimse gerçeklerin üzerinde olamaz. Ancak gerçekleri yakalamaya çalışır.
*
‘İran’a nasıl bakmalı?’ başlıklı bir yazısında bütün sapaklara saptıktan sonra aşure haline gelen bir yazar şöyle demektedir: “Öte yandan İran’ı Şiiliğin hamisi ve taşıyıcısı olarak gösteren değerlendirmelere itibar etmeyen en önemli ülke Türkiye. İşte belki de bölgenin kaderini belirleyecek fark tam da burada. Türkiye, kendi içindeki bazı heveskârları saymazsak, başından itibaren İran’a karşı yürütülen kampanyanın ya da projenin bir parçası olmamaya özen gösterdi. Tahran yönetiminin Ankara’nın işini ne kadar kolaylaştırdığı hayli tartışmalı olsa da, bu tercih, bölgenin çok daha büyük bir ateş çemberine düşmesinin önündeki en büyük engel olarak duruyor. Türkiye, ısrarla ve kesinlikle haklı bir tercihle, İran’ı jeopolitik anlamda Şiiliğin merkezi olarak gören bir koridora girmiyor. İlişkileri komşuluk, ticaret ve olabildiğince diplomatik zeminde tutmaya gözen gösteriyor. ‘Suriye’ye girelim, arkasından abilerimiz gelip İran’ı dövecek’ korosunun tüm gayretlerine rağmen Ankara’nın İran konusunda mevcut pozisyonu böyle. Koronun malum bezirganlarına not: Elbette Türkiye, İran’ın izlediği politikalardan haberdar ve kuşkusuz Şiiliğin bu politikalara nasıl bir renk verdiğini de çok iyi biliyor. Ancak uluslararası sistemin Şii-Sünni ayrışması üzerinden ürettiği projeye uzak duruyor, hepsi bu...” Bir zamanlar İran nüfuzunun taşıyıcısı ve yayıcısı olanlar şimdi itidal timsali veya anıtı haline gelmişler! Barekallah. İran’a karşı çıkmamayı ve frenlememeyi ve nüfuzunu katlamaya katkıyı marifet bilen kimseler bu anlayışlarını mezhep kavgasını önlemek olarak görüyorlar. Halbuki, zamanında küçük riskleri göğüslemeyenler riski büyütüyorlar. Azgınlığa cesaret veriyorlar. Savaşları doğuran nedenler ifrat ve tefrittir. Yani bazen meseleyi gereğinden fazla büyütmek ve bazen de hafife almaktır. Tarihte hafife almadan dolayı iki lider savaşa neden olmakla suçlanmıştır. Bunlardan birisi Sufi Beyazıt diğeri de Churhill’in selefi Neville Chamberlain. Birisi Şah İsmail diğeri de Hitler karşısında pasif kalmakla suçlanmıştır. Elbette yine de mesele tartışmalı bir durumdur. Ahmet Davudoğlu basın mensuplarına dış politikalarını aşureye benzetmiş. Ne diyelim: Afiyet şeker olsun...
*
Kuveytli Abdullah en Nefisi ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İran’da güç merkezleri olduğunu ve çok katmanlı ve kutuplu bir yapısı olduğunu ileri sürmektedir. Abdullah Nefisi İran’ın çok kutuplu bir ülke olduğuna temas etmiştir. Abdullah Gül de İngiltere’ye giderken benzeri bir değerlendirmede bulunmuştur. Ahmedinejad muhatap alınarak İran’a yönelik bir politika uygulanamayacağını ifade etmiştir. Tek muhatabın o olmadığını söylemiştir. Doğrudur. İran’da herkes herkesin ayağına basabilir. Neticede İran’da Nejad çok katmanlı sistemin bir katmanını temsil etmektedir. Türkiye de bunu biliyor. Ama bu gerçeğin etkisi bir yere kadardır. Bu İran’da hiç ortak politika yok anlamına gelmez. Çok katmanlı olsa da bazı hususlarda bütünlük sağlanabilmektedir. İşte Suriye politikası. İran’da kimi etki dairesi sınırlı muhaliflere rağmen Nejad’ıyla Rehberiyle bir bütün olarak İran rejimi Beşşar’ın arkasında durmaktadır. Kalkana tepkisi de bundandır. Dolayısıyla çok katmanlı İran sistemi gerçeğiyle avunmak bir yere kadardır. Bir de Ahmet Davudoğlu politikalarını savunmaktan politikalarını icra etmeye vakit bulamıyor. Arap Baharıyla ilgili öngörüsüzlük suçlamalarına yönelik olarak sürekli kendini savunma ihtiyacı hissediyor. Kimse gerçeklerin üzerinde olamaz. Ancak gerçekleri yakalamaya çalışır.
*
‘İran’a nasıl bakmalı?’ başlıklı bir yazısında bütün sapaklara saptıktan sonra aşure haline gelen bir yazar şöyle demektedir: “Öte yandan İran’ı Şiiliğin hamisi ve taşıyıcısı olarak gösteren değerlendirmelere itibar etmeyen en önemli ülke Türkiye. İşte belki de bölgenin kaderini belirleyecek fark tam da burada. Türkiye, kendi içindeki bazı heveskârları saymazsak, başından itibaren İran’a karşı yürütülen kampanyanın ya da projenin bir parçası olmamaya özen gösterdi. Tahran yönetiminin Ankara’nın işini ne kadar kolaylaştırdığı hayli tartışmalı olsa da, bu tercih, bölgenin çok daha büyük bir ateş çemberine düşmesinin önündeki en büyük engel olarak duruyor. Türkiye, ısrarla ve kesinlikle haklı bir tercihle, İran’ı jeopolitik anlamda Şiiliğin merkezi olarak gören bir koridora girmiyor. İlişkileri komşuluk, ticaret ve olabildiğince diplomatik zeminde tutmaya gözen gösteriyor. ‘Suriye’ye girelim, arkasından abilerimiz gelip İran’ı dövecek’ korosunun tüm gayretlerine rağmen Ankara’nın İran konusunda mevcut pozisyonu böyle. Koronun malum bezirganlarına not: Elbette Türkiye, İran’ın izlediği politikalardan haberdar ve kuşkusuz Şiiliğin bu politikalara nasıl bir renk verdiğini de çok iyi biliyor. Ancak uluslararası sistemin Şii-Sünni ayrışması üzerinden ürettiği projeye uzak duruyor, hepsi bu...” Bir zamanlar İran nüfuzunun taşıyıcısı ve yayıcısı olanlar şimdi itidal timsali veya anıtı haline gelmişler! Barekallah. İran’a karşı çıkmamayı ve frenlememeyi ve nüfuzunu katlamaya katkıyı marifet bilen kimseler bu anlayışlarını mezhep kavgasını önlemek olarak görüyorlar. Halbuki, zamanında küçük riskleri göğüslemeyenler riski büyütüyorlar. Azgınlığa cesaret veriyorlar. Savaşları doğuran nedenler ifrat ve tefrittir. Yani bazen meseleyi gereğinden fazla büyütmek ve bazen de hafife almaktır. Tarihte hafife almadan dolayı iki lider savaşa neden olmakla suçlanmıştır. Bunlardan birisi Sufi Beyazıt diğeri de Churhill’in selefi Neville Chamberlain. Birisi Şah İsmail diğeri de Hitler karşısında pasif kalmakla suçlanmıştır. Elbette yine de mesele tartışmalı bir durumdur. Ahmet Davudoğlu basın mensuplarına dış politikalarını aşureye benzetmiş. Ne diyelim: Afiyet şeker olsun...
13.12.2011 Yeni Akit
Yorumlar
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.