- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
07 Kasım 2025- İstanbul17°C▼
- Ankara14°C
- İzmir17°C
- Konya12°C
- Sakarya16°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep17°C
MUSTAFA RUHİ ŞİRİN'DEN HAC GÜNLÜĞÜ: KELEBEK SESSİZLİĞİNDE UÇAN KARTAL
Tarabya, 27 Aralık 2005 Kendi keşif yolculuğuma çıkacağım bugün. Hac bana, on sekiz bin iki yüz kırk dört günün sonunda bağışlanan bir armağan. Eşim benden heyecanlı. Altı gün sonra ellinci yaşım geride kalacak.

Hacca gidenler Allah’ın misafiri kabul edilir. Ve Sevgililer Sevgilisi’nin misafiri. Allah’ım rahmetini esirgeme üzerimizden. Şefkatin olmasa ulaşamayız varacağımız yere.
Biliyorum, sensiz yolcu çölde bir kum tanesi. Cevapsız kalmış soruların cevabını bulmamıza yardım etmezsen, kapalı kalır yine hikmetin kapıları. Sevdiklerini sevdir bize. Çocukların esenliği için kalbimizin iyilik odalarını çoğalt. İnsanlığın acılarını hisseden bir gönül ver bize. Evimizden sevgili evine sevinçle ulaştır bizi…
Medine, 28 Aralık 2005 Hac, yeryüzü mağarasından yola çıkıştır. Her müslümanın hayatında Mekke vardır, Medine vardır. Sabahın erken saatlerinde Cidde’deyiz. Hiç alışık olmadığımız kış sıcağında Medine yolcusuyuz: Seccaden kumlardı.
Çöl kılıçla ikiye bölünmüş gibi. Göğün mavisini sis örtmüş. Dağlardan yuvarlanmış ve çölün düzünde durmuş kayalar durmadan konuşuyor sanki birbirleriyle. Çöl kargaları ve uçarı saksağanlar arasında çöle resim çiziyor develer. Aklı tatile çıkaran eskimişlik karşısında aciz bir tabiat. Peygamberimizin misafirleriyiz. Çocukken sabahları açtığım kapılardan yüzüme vuran esintiye benzeyen bir esinti hissediyorum. Dünya, evet , dünya doğumla insana ilk kapısını açıverir birden. Ölümle kapanan kapı büyük kapının eşiğine getirir insanı. Ne hiçliktir ölüm ne de son. Varlık karşısında yaratıcının sesini duymadıkça büyük kapıdan girilmez içeri: Seccaden kumlardı.
Ey sevgililer Sevgilisi, bu ölü tabiatta dirilişi oldun insanlığın. Akın akın geliyor huzuruna kızların ve oğulların. Sevgili çocuklarının yüzünde tebessüm, meclisine girmek için sabırla yarışırlarken nasıl da güzelleşivermişler birden. Renkleri, kıtaları, dilleri aşarak hiçbir peygambere nasip olmamış bir makam bu. Bütün insanlığı sende hissedişimiz senden kalbimize doğan bir mucize. Medine, her insanın ve bütün insanlığın hicret günlüğü gibi. Hicret defterinin sayfalarını okumayı da sen öğrettin bize.
Bir çocuğun ilk sevinciyle geldim huzuruna. Eğri mumlar dik yanıyor şimdi. Dünyadaki bütün çocuklarının yüzünde cennet duygusu. Hiçbir rüyada böyle ağlayamaz insan. Meleklerin kanatlarını yüzünde hissedemez. Şefkatin niçin kumlardan çokmuş, anladım!..
Medine, 29 Aralık 2005 Medine’de olmak, insanın hicreti gönlü ile yaşamasıymış. Peygamberin misafirleriyle dolup taşan bir şehir. Bir insandan dolayı bu kadar çok sevilen ve özlenen başka bir şehir olmadı ve olmayacak. Önce Medine’yi ziyaret etmek insanı daha kolay yaklaştırırmış haccın eşiğine. Hac ise kendinle yeni bir sözleşme demek. Ezeli olan Allah’a dönüş. Ebedi eşi olmayacak Allah’ı kabûl. Tam bir kabûl. Eğikken kolay sönebilir mum.
Peygamberle arkadaş ilk çocuk Ali. Her çocuk Ali’nin çocukluğuyla arkadaş olur peygamberimizle. Ali duruşlu kızları ve oğulları ile yenilenecek bir hikâyemiz olduğunu kabul etmektir bu. Bu yüzden her çocukta cennet kokusu vardır: Çünkü, çocuk sevgisi Allah’ın rahmetidir. Çocuğu bize sevdiren Allah’a yalnız kendi çocuklarımız için teşekkür etmek bu yüzden yakışmaz bize. Bir çocukta bütün çocukları düşünmek. Çocukları kardeş bilmek ve ezelî ve ebedî güzelliğe ve güvenliğe böyle yönelmek. İslâm’ın çocukla insanlığa en anlamlı armağanı bu olsa gerek. Çocuğun ilahî mimarisinde Allah’ın mucizelerini okumak çocuğun yaratıcıyla sözleşmesini doğru okumakla mümkün olabilir. Ancak o zaman çocuğu merkeze alabilir insan.
Çocukluk, Bir renk bize öteden. Peygamberler hep bu rengi görmemizi istedi bizden. Her peygamber çocukluğun mucize rengini fark ettirdi bize. Çocukluğun rengine ait bütün tonları ise İslâm peygamberi tamamladı.
Allah hep duymuştur çocuğun sesini.
Gün boyu Peygamber Mescidi’nde dua ettim çocuklar için. Çocukların peygamberimize selâmlarını mırıldandım isim isim. İki milyonu aşkın insanın çok azı çocuktu. Birkaçının elini öpünce içimde bir ses duydum. Düşün, dedi o ses; Niçin sevinçli haberler yasak oldu bize?
Medine, 30 Aralık 2005 Medine’de ilk Cuma günü. Çocuksuz.Hüzünlü. Beş kıtadan gelen peygamber misafirlerinin niçin çocuklarıyla gelmediklerini anlamak çok zor. Peygamber komşusu Medine çocukları nerede? Cami avlusunda dilenen birkaç çocuk dışında ne çocuk var ne de çocuğu hatırlatacak bir şey. Çocukları Allah’ın noksansız kelimelerine sığındırırım. Hazreti Muhammed’in ( s.a.v. ) bu hikmetli yakarışına karşın, hayatın anlamı olan çocuklardan uzaklaşmış olmamızdan dolayı derin bir kaygı taşımamız gerekmez mi?
Çocuklarla arkadaş bir peygamberi unutmanın bedelini ödüyor insanlık. En iyiyi önce çocuklara sunan peygamberden, çocukları yeni dünyanın sanal dadılarına teslim eden bir topluma dönüşmek bu işte. Çocukları peygamber sevgisinden mahrum bırakmak, önceki semavi dinlerin de ihmal ettiği bir konu. Çocuklar yeni dünyanın bütün tüketim mabetlerinde var. Google çağı çocukları peygamber eşiğinden adeta kovulmuş gibi. Modern dünyada çocuk maneviyatı pazılın gerektirdiği kadar yer alır. Ya da aile dindarlığı ölçüsünde din-çocuk ilişkisinden söz edilebilir. Çocuk gerçekliğine göre bir din dilimiz bile yok. Yetişkin algısına göre çocuklara dini anlatan bir gelenek var.
Üç milyonu aşkın mümin hac için hangi çocuk ödevlerini yapmış olarak çıktık bu yolculuğa? Başardığımız ne, eksikliklerimizi nasıl tamamlayacağız? Doğan her çocuk için çocuğumuz doğmuş gibi sevinmek ve onun esenliği için hazırlık yapma sorumluluğunu hissetmedikçe insan olmayı hak edemeyiz. Hazreti Ali’nin ( r.a. ) çocuklarınızı gelecek zamanlara göre yetiştirmemizi istemesine rağmen, gelenek dışı çocuk kuşatmasıyla karşı karşıyayız. Medeniyetimizin çocuk ödevinde sınıfı geçtiğimizi de ileri süren yok zaten.
Her yıl milyonlarca mümin hacda niçin çocukları gündemine almaz? Niçin din bağlamında çocuk sahnenin dışında kalsın isteniyor hep? Ve niçin çocuk maneviyatı için bunca bahane?
Peygamber şehrinde hem soru hem de cevap olan soruları sorarak dua ettim çocuklar için. Doksan dokuz güzel ismini anarak af diledim Allah’tan. Peygamberler peygamberine mahcup hissettim kendimi. Biliyorum, şefkat yetmez, hayat bildirisinin ilk dersi çocuk, öğrencileriyse bütün insanlık…
Medine, 31 Aralık 2005 Üç günde alışık olduğum hemen her şey değişti. Yakaza hali bu belki. Zamanın beni unutuşa alıştırması ne kadar kolay oldu!.. Dün rüya gibi. Bütün anlar şimdiki ve gelecek zamana ayarlı. Peygamber Mescidi’ne girer girmez hatırlayışın eşiklerinde durmak da elinde değil insanın. Cennet Bahçesi’nde saf tutanların heyecanını ancak gönül gözü ile görebilir insan. Siyah tenlilerin bu kadar güzel olduğunu şimdiye kadar fark etmekte geciksem de bu duyguyu bu kadar derinden yüreğimde hissetmemiş olmam daha da büyük eksiklik. İnsan olmanın yolunu peygamberle özdeşleştirmiş beş kıtanın hüzünlü insanları bu topraklarda yaşamış olanları hatırladıkça unutuş hatırlayışla yer değiştiriyor. Cennet-ül Baki’deki ziyaret de tam bir hatırlayış örneği. İslâm’ın ilk dönem şehitlerinin ve peygamberin en yakınlarının nerde defnedildiğinin unutturulmak istenmesinden olmalı, mezarlık da yasta. Doğal hali ile kırık taşlar işaret kabul edilse de, bu hal, ölümden çok vefasızlığın dili ile ilgili. Kadim geleneğin yaklaşımına bu kadar kayıtsız kalmak da vefasızlık.
Hac için buluşanlara su ve zemzem dağıtan hacı, sakalları tam nezaket örneği. Gün boyu hizasında durduğum zemzem damacanasından bardak bardak ikram etmenin mutluluğu ise tarifsiz bir şey. Ömrümün elli yılı nasıl da kolay siliniverdi? Peygamber misafiri olduğunu bilmek yetiyor insana. Rüya içinde rüya bu işte. İnsan bu iklimde kendine yeni bir yol açmak ve tıpkı bir çocuk gibi geleceğe çeviriyor yüzünü. Yüzbinlerin yüzünde aynı meleksi eda. Allah’ım bu kadar farklı insanı ancak sen benzetebilirsin birbirine. Bu kutlu yöneliş sırasında insan, kardeşlerini daha çok sevmesi gerektiğini de öğreniyor.
Hac, hayatımın yeni okulu oldu.Allah’ı sevmenin merkezinde insanın olduğu, insanlığın merkezinde ise Hazreti Muhammed ( sav ) olmadıkça bunu başaramayacağımızı da içten içe öğrenmek anlatılmaz bir saadet.
Medine, 1 Ocak 2006 Nezaket içte doğar önce. Sonra insanın yüzüne yansır. Ve davranışına. İnanç, ruhun kardeşi durumuna getirir nezaketi. Hac yolcuları yürürken, otururken, konuşurken, bakarken, dua ve yakarıştayken nezaketin hallerini yaşamanın huzuru içindeler. Tebessüm en sert mizaçları bile ipeksi bir yumuşaklığa ve inceliğe büründürmüş. Coğrafyaları, ırkları, dilleri güven yurduna dönüştüren ise inanç. Allah’a yakınlığın safiyeti nezaketin kozasını ördükçe, insandan insana kapılar açmada gecikmiyor. Selâm her türlü sınırı kaldırıyor. Birden,dünyayı tek bir ülkeye dönüştürüveriyor. Haccın dışında insanı bu kadar yoğun kuşatan başka bir ibadet de yok. Aynı kıbleye yönelmekle başlayan bu süreç, uzaklıkları ortadan kaldırdığı gibi, insanı ortak bir dilin keşfine de çıkarıyor. Allah’a yönelmiş müminlerin peygamber sevgisi insanı adeta kelebekleştiriyor. Yürüyüşü, dokunuşu, bakışı ve selâmlaşması ile kelebekleşen insan, kardeşleri arasında arınmaya ve daha içten içe yolculuğa yöneliyor.
Yanınızda oturan Çin’li, arkanızda bir beyaz, önünüzde siyahi, duygu alışverişini başlatıyor hemen. İlk karşılaşmada bile her şeyi konuşmaya hazır bu insanların dünyada her sorunu çözebileceği duygusunu çok güçlü biçimde fark etmenizi sağlıyor. Her yıl, arınmak amacı ile bir araya gelen üç milyonu aşkın insan hac sonrası ne yapıyor ? Nezaket medeniyetinin uzağına mı düşüyor, yoksa nezaket mimarlığına mı adıyor kendini ? İkisi de mümkün, ancak, nezaket mimarlığına yönelenlerin insanlığın daha ince yollarda yürümelerine öncülük etmelerinin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Bu ise İslâm’ın güler yüzlü bir dille yaşanması ve anlatılmasıdır. İslâm’ın nezaket medeniyeti olduğunu anlamayı önce kendimizle başlatmalıyız. Bu yüzden hac, büyük bir imkân.
Her hacı insanlığa yeni yazılmış ve herkesin okuyabileceği bir mektup olmalı. Tebessümü hacdan sonra da terk etmeden ve nezaket elçisi gibi yaşayarak, yeni dünyanın İslâm algısını dönüştürebiliriz.
Medine, 2 Ocak 2006 Medine’nin kışı İstanbul’un temmuzu. Peygamber misafirleri gül mevsiminin farkında. Burada insanlar arasında uçuşan çiçeğin adı gül. İnsanların heyecanı, içtenliği, suskunluğu görmeye değer. Hazreti Muhammed ( s.a.v. ) bir gül esintisi gibi aramızda. Hüzün de var ağlamak da. Ve hürmet, hürmet. Hiçbir insan bu kadar çok sevilmemiştir. Hiçbir peygambere böylesine bağlanılmamıştır. Hiçbir şehri bu kadar insan ziyaret etmemiştir.
Medine’ye gelen ayrılmak istemezmiş. Benim, ilk gelişim ve altıncı günde içimde doğuveren duygu bu. Ayrılmadan özlemeye başlamak da bu olsa gerek. Medine’nin ruhunu peygamber aşkı ile birlikte düşünmek. Meleklerle yan yana, iç içe yaşadığını hissetmek. Peygamberimize günde sayısız selâm seslenişini duymak. Bir anda bin-iki bin insanın Kur’an okurken dünyanın vahiy denizine dönüşmesinin tanığı olmak. Hacca gidilmez, hacca çağrılırmış insan.
Dinî ibadetlerde kadınlar ve yaşlıların sayısı niçin fazla ? Gençlerin sayısı her yıl artıyormuş. Çocuk yok denecek kadar az. Çocukların ve gençlerin hacca yönelişlerini sağlamak reklâmla gerçekleşecek bir şey değil. Bizde özellikle yaşlılık dönemi ibadeti kabul edilmiş hac. Ekonomik zorluklar yanında, birkaç aylık yolculuklar sonunda ölümlerin olması haccı yaşlılık dönemi ibadetine dönüştürmüş. Son yıllarda ise gençlerin ilgisinin artmış olması da iyi bir haber. Elli yıl önce bugün sabah saatlerinde kar yağarken doğmuşum.
Elli birinci yaşın ilk günü, kış güneşi altında, otuz beş derece sıcakta gün boyu sanki bir bahar yürüyüşündeydim.
Medine, 3 Ocak 2006 Her şehrin ruhu kendine özgü olsa da birbirine benzeyen şehirler aynı medeniyetin şehirleridir. Medine ve Mekke ise dünyanın hiçbir şehrine benzemez. Hazreti Muhammed’in ( s.a.v. ) doğduğu şehir olması ve Kâbe nedeni ile Mekke ayrıcalıklı bir şehir. Medine ise Hazreti Peygamberin kabr-i şerifi nedeni ile ayrıcalıklıdır.
Medine mi? Mekke mi? Kâbesiz Mekke, kabr-i şerifsiz Medine arasında Mekke’nin ayrıcalığı, Hazreti Adem’in (a.s.) Hz. Havva ile Arafat’ta buluşması ve Arafat’ın orada olmasındandır. Kabr-i şerifi nedeni ile Medine üstün tutulmuştur; Kim hac yapar da ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse, beni hayatımda ziyaret etmiş gibi olur. Hazreti Peygamber’in vefatından bu yana Medine şehri Peygamber şehridir artık; Bir kimse bana selâm verince Allah bana ruhumu iade eder, ben de o kimsenin selâmını alır, ona karşılık veririm. Bu selâmlaşma bu dünya ve öbür dünyada hiç kesilmeyecek.
Her mümin, Peygamberi hayatında ziyaret etme şerefi kazanmak için Medine yolculuğuna hazırlanır. Dünyanın her yerinden Peygamberin misafiri olmayı hak etmek için bu kutlu yolculuğa çıkar. Medine’ye yaklaşırken heyecanı yüzüne, bakışlarına ve sesine yansımakta gecikmez. Melekleşir, evet meleklerle yan yanadır. Bakışlarını cennet bahçesinden ayırmadan en içten selâmını verir Sevgililer Sevgilisi’ne.
Selâm Peygamberlerin Peygamberi. Selâm çocukların Peygamberi. Selâm adem henüz topraktan yaratılmamışken peygamber olan. Selâm Allah’ın habibi. Her müminin selâmına karşılık veren nebi; sesini duymayı bağışla bana… Sesini duyuncaya kadar ağlamaya geldim kapında. Sen her yerde selâm alır ve verirsin. Sana çocukların selâmını getirdim. Aleyküm selâm çocuğum, dediğini duymadan ayrılırsam makamından, annesiz ve babasız bir çocuk gibi yaşayacağım bundan sonra. Sen olmadan nasıl severim Allah’ı. Sen olmadan bütün sorular cevapsız. Sen olmadan ne Kur’an’ı anlayabilirim ne de dünyayı. Biliyorum, bin yıl yaşasam da eksik anlatırım Sen’i. Kalbimi Sana sunmaya geldim, şefkatine muhtacım. Yeni yürüyen öksüz bir çocuğun elinden tutar gibi tut elimden. Bu armağanı dünyanın bütün çocukları için bağışla bana: Niçin sevinçli haberler yasak oldu bize? Senin, çocukların da Peygamberi olduğunu unuttuğumuz için mi?
Biliyorum Efendim, Allah çocukların sesini duyar. Biliyorum Efendim, Sen hiçbir selâmı geri çevirmezsin. Biliyorum Efendim, çocukları senin kadar seven bir insan gelmedi dünyaya. Çocuk sevgisi Allah’ın rahmetidir buyuruyorsun. Sen’in sevgin de Allah’tandır. Ağaçlar ve kayalar Ey Allah’ın Resulü, sana selâm olsun, deyince alırdın selâmlarını. Benim selâmım ağaçların ve kayaların selâmından daha az mı muhabbetli? Medine körük gibidir; kaldırır atar, buyurmuştun. Sesini duymadan ayrılırsam sevgili şehrinden, gideceğim başka bir şehir yok!..
Medine, 4 Ocak 2006 Hurma halamız olur. Hurmanın insanın akrabası olması, mitolojik bir anlatı. İnsan ile biyolojik benzerliğine atıfta bulunması hurmanın insan gibi gövdesi ve başı olmasına dayanıyor. Kökün toprağa yakın yerinden çıkan filiz alınıyor ve ağacın yanına dikiliyor. Aksi halde meyve vermiyor ve küsüyor ağaç. Yavru ağaç ana ağaçtan aşılandıktan sonra dikileceği yere aktarılıyor…
Bu coğrafyanın tek özgün meyvesi hurma. On beş gün ara ile esen sümbüle rüzgarları besliyor bu meyveyi. İnsan, yalnız hurma ile yaşayabilirmiş. Peygamberimizin dikmiş olduğu ağacın türü ise acve. Küçük, siyah ve kibar bir meyve acve. Bu yüzden de Medine’den getirilen hediyenin de en muhabbetlisi.
Medine, 5 Ocak 2006 Kırk ezan, kırk vakit namaz. Kur’an ve peygamber iklimi. Her an görecekmiş gibi Peygamber’i beklemek. Hiç eksilmeyen gül esintisi. Sekiz günde insanlık tarihi. Hazreti Muhammed ( s.a.v. ) peygamberlerle kusursuz bir halka; peygamberlerin de imamı. Gecesi bir asır gündüzü bin yıl. Gündüz göğü mavi gül, gece yıldızlı pencere. İnsan nerede olduğuna karar vermek istese de an içinde an, zaman içinde zamanı yaşayabiliyor. Gördüğüm her zenci ya Hacer ya da Bilâl. Cennet Bahçesi’nde gözyaşı en çok onlara yakışıyor. Çocukların tebessümü her şeyi güzelleştiriyor. En azından burada ağlayan çocuk yok. Tek tek selâmlaştım gördüğüm her çocukla.
Peygamber misafirliğinden Allah’ın misafirliği için bu gece Mekke’ye yola çıkacağız, tekrar geleceğimize söz vererek. Çünkü hiçbir Müslüman Hazreti Muhammed’e veda etmeyi zihninden dahi geçirmez.
Ocak ayının ilk günleri. Ekvatora daha da yaklaşarak başladı yolculuğumuz. Kendimi ilk defa manevi bir okulun en zayıf öğrencisi hissettiğim Medine’yi çölün gece semalarında hayal ederek ve ihramlı olarak Mekke’ye ulaştık.
Mekke, 6 Ocak 2006 Rüyanın içine girince insan yeryüzü mağarasından yeni çığ düşmüş çimenler üzerinde açıyor gözünü. Aklı tatile çıkaran kutlu bir iklim hakim bu topraklara. Dış dünyanın perdeleri kapanırken ışık hızıyla içe yönelme. Allah’ın misafiri olmak. Keşif yolculuğunda ana harita belli: Dünyanın en kalabalık cumasında Kâbe’nin önündeyiz: Simsiyah beyaz. Hem merkez hem varılan son nokta. Ona doğru yönelmek daha ileri gidilmeyeceğinin sebebi ve sonucu. Sevgili’nin bulunmadığı Sevgili’nin evi.
Kimi Kâbe’yi görür, kimi de rabbini. Kimi baş gözüyle bakar Kâbe’ye kimi kalp gözü ile. Kimi de gönül gözüyle görür. Kâbe’nin ötesini. Baht gözü ile görenler ise ötenin ötesini görür. Kâbe, ezeli ve ebedi olan Allah’a dönüş. Bu yolculuğa hazır olmayanın daha da eğrilir mumları. Ne iç kandilini fark eder ne de iç yolculuğu başlayabilir. İç yolculuğun ilk eşiğinde Hazreti Adem’in temel taşlarını yerine koyduğunu ve ilk onun tavaf ettiğini hatırlamak. Her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve bir daha onlara sıra gelmezmiş. Tasavvufî yorumlarda Beyt-i Mamur, Hazreti Nuh ( a.s. ) zamanında, tufandan önce dünya göğüne kaldırılma anlatısına yer verilir. Hz. İbrahim (a.s.) yeniden bina etmiştir Beyt-i Ma’mur’u. Kâbe, gökler ve yer yaratılmadan önce, su üzerinde köpük halindeymiş. Yeryüzü o köpükten döşenmiştir. Bu yüzden Kâbe kainatın mayasını teşkil eder ve Mekke için memleketlerin anası denilmesinin nedeni de budur.
Görür iki gözü ve konuşur dili ile ziyaret edenler için şahitlik edecek olan ise kıyameti hatırlatan bir işaret olan Hacerül-Esved’dir. Beden ile yapılan tavaf bedende kalır, ruhun tavafında insan meleklerin safında yer alır. Kâbe’nin cemalini görmek isteyenler yalnızca onu görür. Allah’ın cemalini görmek isteyenlerin etrafında ise Kâbe döner. Hac, bağlanış ve hürriyet. Hac kendine dönüş. Ölümden önce ölmek. Giydiğin bütün elbiseleri çıkarmak. İhram, her şeyi yasaklamak. Buyur Allah’ım buyur diyebilmek. Ebedî yaşamaya karar verme iradesi. İbrahim Makamı’nın önünde yükselişi sezebilmek. Kimine göre Kâbe’yi, kimine göre Hak’kın cemalini görmek. Kimileri Kâbe’yi, kimileriniyse Kâbe tavaf eder. Ali Şeriati’yi duyar gibiyim:
Tavaf; yalnızca Allah!
Sa’y; yalnızca beşer!
Tavaf; ruhtan başka hiçbir şey!
Sa’y; cisimden başka hiçbir şey!
Tavaf; “var olma”nın bedeli, gökyüzünün çığlıkları.
Sa’y; “yaşama sevinci lezzeti; “toprağın” sessizliği.
Tavaf; “susuzluğu” arayış.
Sa’y; “su”yu arayış.
Tavaf; kelebek
Sa’y; kartal.
Allah’ım; Hazreti Muhammed ( s.a.v. ) ne dilediyse Sen’den onları isterim…
Mekke, 7 Ocak 2006 Fırtına dindi. Denizin dalgaları küçüldü. Geçmiş hem unutuş hem de hatırlayış. Yakarışlar. Kâbe’yi görünce bütün sesleri tek ses gibi duymak: Allahü ekber!
Deniz sütliman. Işık hızıyla içe yöneliş. Olduğun yaşta doğmak bu işte. Yenilenmeye kararlı bir yakarış. Kâbe’den ötesini görebilme arzusu. Kendini büyük ev’de hissetmenin heyecanı. Kendinden kaçtıkça Kâbe senin içinde; sen Kâbe’nin kozası. Af dilemek. Yeni bir başlangıç yapmaya söz vermek. Meleklerle tavaftasın. Meleklerin kıskandığı insanlar arasındasın. Hacerül Esved şahidin olacak mı? Aşkın aldı benden beni.
Allah’ım okunmuş, okunmuş Kur’an’ın harfleri sayısınca hamd olsun. Allah’ım, yarattıklarının sayısınca hamd olsun. Açmış ve açacak bütün çiçeklerin sayısınca hamd olsun. Doğmuş ve doğacak çocuk sayısınca hamd olsun. Sevdiklerini sevdir bize. Dilediğini affedersin. Affına sığındık. Affetmeden gönderme bizi evi’nden. Doksan dokuz güzel ismin hürmetine, korktuklarımızdan emin eyle bizi. Bütün sırları ve gizli olanları bilen Allah’ım; yaşadıkça güven yurdu bir insan olmayı bağışla bize. Kapı da sensin anahtar da. Biliyorum, günahlarımı affetmedikçe giremem güven yurduna…
Mekke, 8 Ocak 2006 Say, Safa ile Merve arasında Hacer’i, İbrahim’i, İsmail’i hatırlayış. Çaresizliğe teslim olmadan yöneliş, say. Say umut. Say sabır. Say’da Hacer sensin. Tek başına Allah’a yönelmekle iradesini ortaya koymuş olur insan. Tavaf’ta Allah’a teslimiyet, say’da sorumluluk. Hacer çocuğu için çırpınır. İsmail topuğuyla okşar kumu. Hacer’inki sabır, İsmail’inki oyun. Safa’da yola çıkınca kalbin umuda yakındır. Ne yağmur beklemek, ne de mucize ihtiyacı. Hacer bulamaz suyu. İsmail’in topuğunun açtığı çukurdan fışkıran pınar, Hacer’in teslimiyetine ve yakarışına cevaptır. Zemzem, arayışın sonunda aşka bir armağan. Mısırlı Melik’in kızı Hacer’in çocuğunu Allah’a emanet etmesinin armağanı.
Mekke, 9 Ocak 2006 Hac, Arafattır. Arafat, kendini bilme: Kendini bilen Rabbini bilir.
Sabahın erken saatlerinde Arafat vadisine yöneldik. Sabah namazı heyecanı “marifet ve bilme vakfesi” ile birleşti. İlk insan Hazreti Adem (a.s.) bu vadide buluşmuş Havva validemizle. Gökyüzüne asılmış yeşil işaret balonu soyut bir yıldız gibi.
Kıyameti çadırların altında hissetmek. Varlık karşısında inancın duruşunu göstermek için beklemek, beklemek, beklemek. Kıyamet günü çadırlar olmadan yaşayacağız bu bekleyişi. Her ikisinde de Allah’ın huzurunda vakarlı bir duruş gerekli bize. Arafat’ta arınmış bilgiye ulaşır mümin. Kâbe’de Allah’a yaklaştığına ermişsen, arınmış bilgi çıkarır seni hiç çıkmadığın yüksekliğe. Hacer-ül Esved şahidin olduğuna göre kalbin huzurludur.
Gün boyu kendini yeniden düşünürken ve dua ederken Allah’ın insana ne kadar yakın olduğunu hissedişin neşesi ne büyük saadet!.. Arafat’ta, marifet ve bilme vakfesi gündüz; Müzdelife’deki, Allah’ı anarak bilinçlenme geceye bırakılmıştır. Af günüdür Arafat. Yarattıklarının sayısınca af diledim Allah’tan. İnsanlara, hayvanlara, bitkilere karşı işlediğim büyük ve küçük ne kadar günah varsa hepsi için tövbe ettim. Allah'ım insanın yükü ağırdır.
Arafat’ta akıl tatile çıkıyor. Allah’ım hep Sen’in esintin, rahmetin, şefkatin hissediliyor. Bugün ihramlı olmanın ruhuna erdim. İhram, mutlak yöneliş için biçilmiş kaftan. Gözler aynı fakat baktığın ve gördüğün farklı. Yeniden tanıma sürecine giren zihnin her şeyi yeniden adlandırması. Bir tür sadeleştirme. Dünya hayatının bir günden ibaret olduğunun bilincine erişme bu işte.
Gündüz Arafat’ta, gece Müzdelife’de bütün kardeşleriyle yüzleşebilmiş olmanın bahtiyarlığı ve kıyamet günü birlikte yeniden dirileceğinin provasını yaşamak. Bir günden az zamanda ahret haritamız içimizde. Geliş zamanından çok daha hafif ruh haliyle ve neşeyle gece Müzdelife’deyiz. Bütün renklerin izlerini taşıyan kardeşlerimizle iki vaktin cem edilen namazı.
Gece. Işığa ihtiyaç hissedilmeyen zaman boyutu. Zihin daha yükseğe tırmanmak için bir kartal gibi çekiyor beni göklere. Bu armağan da senden Allah’ım. Sesler değişse de, renkler aslı gibi. Tabiat, ilahi bir mimarinin musikisini terennüm ediyor. Mina için taş topla. Bu bir emir. Mercimekten büyük nohuttan küçük taşlarla içimizdeki üç şeytanı taşlayacağız. İhram ve 70 taş. Allah’ım nasıl güçlü olabiliyor bu küçücük taşlarla insan!
Mekke, 10 Ocak 2006 Bugün bayram. Hiç eğri mum yok. Hacıların yüzlerinde ve sözlerinde meleksi ifade. Dünya daha yavaş dönüyor. Dünya insan denizi. Dünya bir çocuk safiyetine bürünmüş. Hacıların hallerini anlatacak tek kelime, nezaket. Bakışlar zarif, konuşmalar nezih.
Öğle namazından sonra gitmemiz gerektiği halde Mina’ya akşam vakti şeytan taşlamaya götürdüler bizi. Mina’daki taşları içimizde karargâh kurmasına göz yumduğumuz şeytanı dışarı çıkarmak için atacağız. Yani içimizdeki şeytanı öldürmek için atacağız taşları. Nefsimize ve şehvetimize karşı zafer kazanmaya gittik. İlk yedi taş büyük şeytana. Beş gram taşla yirmi tonluk büyük şeytan duvarı nasıl sarsılırmış, öğrendim. Şeytan ve bütün taraftarlarını lanetlemek yeterli değil. Şeytanın oyunlarını bozmak için cehalet elbisesini atarak bilgi, hikmet ve bilinç limanına yönelmek de gerekir. Asıl yöneliş de o zaman başlayacak.
Bugün Mekke’de bayram. Yaşadığım bayramların hiç birine benzemiyor. Melekler daha yakın komşu. Aynı renge bürünmüş, aslına kavuşmuş bir insanlık durumu. Gurbet duygusu yok. Herkes birbirine aşina. Annemin sesini duyar gibiyim, çocuklarım arada görünüyor bana.
Mekke, 11 Ocak 2006 Mina yolunda bir çocuk hacı: Muhammed Tosun. Ankara’da yaşıyor. Biriktirdiği harçlıklarla karşılamış hac masrafının bir kısmını. On bir yaşın eşiğinde. Beşinci sınıfta okuyor. Kâbe’yi ilk gördüğünde çok sevinmiş. Arafat’ta hacı olduğunun farkında. Bugün ikinci şeytan taşlamaya beraber gittik. Küçük, orta ve büyük şeytan için yedişer taşı atarken oyun oynar gibiydi. Oyun oynamakla haklı: Şeytan çocukların limanına demir atamaz.
Haccın en meşakkatli günlerini Mina’ya gidiş gelişler sırasında yaşadık. En iyisi şimdilik hiç yorum yapmamak. Yoksa, kahkaha ile güler alçak şeytan.
Mekke, 12 Ocak 2006 Hazreti Hatice ( r.a ) validemizle fizikî de olsa bir haftadır yakın komşuyuz. Otelin penceresinden gün boyu mezarlığı görüyoruz. Peygamberimizin en meşakkatli yıllarında irade abidesi zirve bir kadın Hazreti Hatice ( r.a. ). Mina’ya gidenler ve dönenler selâmlıyor onu.
Bugün bayramın üçüncü günü. Dört gündür şiddetli öksürükle bütün bedenim sarsılıyor. Mina’da üç gün konaklayanların Kâbe’ye dönüş günü. Otelin penceresinden Kâbe’ye gidenleri ve dönenleri seyrediyorum. Sessiz, gösterişsiz ve vakarlı yürüyüşle ziyaret ve veda tavafları için geri dönüyor hacılar. Az da olsa çocuk hacılar göze çarpıyor. Babaların kucaklarında bebekler, omuzlarında çocuklarıyla yürüyüşleri çok etkileyici.
Kâbe’de, Arafat’ta, Mina ve Mekke sokaklarında ellerini öptüğüm çocukların her birinden bir iz kaldı bende. Çocuklar hayret penceresinden anne ve babalar ise tebessüm ederek baktılar yüzüme. Dün, Muhammed Tosun ile ihramlı fotoğraf çektirdik.
İkindi vakti Mina’dan acı haber geldi. Üç yüz elli hacı izdihamda ölmüş. İki yüz kırk dokuz hacı yaralanmış. Akşam sonrası son taşlamaya gittik. Tünelden rahat geçtik. Geri dönüş de kolay oldu. Gökyüzünde suluboya ile yapılmışçasına beyaz bulutlar. Hava sıcak. Ekvatora yakın yaşamak alışmaya bağlı. Sibirya’da ingloların içi de sıcakmış. Alışınca insan uyum sağlayabiliyor sıcağa da soğuğa da. Acaba, kutuplardan gelen hacılarımız ne durumda?
Mekke, 13 Ocak 2006 Mekke’de ikinci cuma. Bayramın dördüncü günü. Coşkulu bir kalabalık. Kadınlı ve erkekli cuma namazı kılmak bu ortamın ayrıcalığı. Yirmi dört saatte dört mevsimi bir arada yaşıyoruz.
Hac dönemi Arabistan, hacıların olduğu kadar bu ülke için de yaman bir imtihan yeri. Geçmiş yıllara göre sıkıntılar azalmış görünse de hac günleri hiç güvenli değil. Bu topraklara adım attığımız andan beri, korkularına göre polisiye tedbir dışında hiçbir kolaylaştırıcı uygulama göremedik. Ülke içi ulaşım tekelinin meydana getirdiği mağduriyet bile vahim boyutlarda. Mescidü’n- Nebi’de polislerin nezaket sınırlarını aşan davranışları gerçekten incitici. Buna karşılık, doksan bir kapılı mescidin iktidar simgesi durumuna getirilmiş olması ve temizliğini yapanlara adeta köle muamelesi yapılması can sıkıcı. Mescid-i Haram’ı temizleyen kardeşlerimizin incitilmiş halleri de üzdü beni.
Kralın ne çok sarayı varmış. Kâbe’nin solundaki saray ve çevresindeki otel dizileri karşısında insanın kanı donuyor. On yedi gün boyunca gördüğüm olumsuzluklar karşısında susmayı tercih ettim.
Haccın temel özelliklerinden biri de gözlemlerimizi bizden sonrakiler için not düşmek. Haccın en kritik beş günü arefeden itibaren başlayan günler. Üç-dört milyon insanın bir günde Kâbe’den Arafat’a ulaşımı için yer altından ve üstünden bir çok ulaşım seçeneğinden biri seçilerek ulaşım sağlanabilirdi. Kâbe, Arafat, Müzdelife, Mina ulaşım ağı bugüne kadar niçin gerçekleştirilememiş. Bu çözümü hac gelirinden sağlamak mümkün olmayabilir. Bir aylık petrol geliri bile bu ulaşım ağını kurmaya yetebilir. Arabistan, bir aile şirketi. Şu anki ulaşım tekeli aileden birinin elindeymiş. Kâbe ile Mina arası beş kilometreden yakın olmasına rağmen, üç günlük şeytan taşlama süreci tam bir işkenceye dönüşebiliyor. Hiçbir güzergah güvenli sayılmaz.
Bayramın ikinci günü üç yüz kırk dokuz hacının ölmesi her yıl tekrarlanan acıklı haberlerden yalnızca biri. Arabistan, hac ibadetine mahsus manevi mekanlar dışında baş döndürücü tüketim ortamları, markalar, Arapça-İngilizce reklamlarla tam bir vahşi Batı.
Mekke, 14 Ocak 2006 Yüz yirmi dört ülkeden gelen hacı adayları hayatlarının en yoğun ibadetlerini birkaç günde hakkıyla yerine getirmek için çırpınırken, herkes bu hizmetleri satın almak zorunda. Hava ulaşım trafiği nedeniyle geliş ve gidiş günleri arasında epeyce zaman farkı var. Para gücüne göre tercih yapılıyor. Beni yoksul ülkelerden gelen garip hacılar etkiledi. Yoksula hac farz değilse de hacca gelmek isteyenler de düşünülmeli. Ne kadar ülke hacısı varsa o kadar görgü farklılığının olması doğal. Buna rağmen ortak davranışlar çok fazla. İslâm dünyasında sosyal nezaketin en incelikli örneği hac günlerine ait.
Kadim hac geleneğini yaşatmak için özel gayrete gerek olmasa da bunun çok değerli olduğunun hâlâ farkına varamamış olmak ise üzücü. Bunu en iyi fark etmesi gereken ise Arabistan yönetimi. Haccın gerçekleşme mekânlarını inhisarında tutmak ve haccın gerçekliğine göre fizikî düzenleme, ulaşım ve temizlik ile ilgilenmemek veya bu ihtiyaçlara uygun gördüğü kadar el atmak, kimseyi sorumluluktan kurtarmaz. Ve bu böyle devam ederse, hac günleri büyük sabır günleri olarak yaşanmaya devam eder.
Mekke, 15 Ocak 2006 Az da kalsa Osmanlı’nın hatıralarından bir kaçını görebildik. Medine’deki tren garı yeniden inşa edilmiş. Mina’ya giderken yolun sağındaki tenha kışla, hüznümü artırdı. Peygamber’e hürmeten rayların altına keçe döşemiş, atların nallarına keçe bağlamış bir inceliği bu topraklar bir daha görür mü ? Bu nezaketin ve nezahatin mimarlarına selâm olsun!..
Mekke’ye geldiğimiz günden bu yana ağır bir üşütme, bronşit başlangıcı, öksürük, ter, iğne, ilaç.
Yarın Cidde, Ankara üzerinden İstanbul’a döneceğiz. Hac, yirmi günde insanlık tarihi ve ruhun doyamadığı manevi bir ziyafet. Zor geçmiş olsa da bu günler en güzel hatıralarımız arasında yerini aldı bile. Belki günde birkaç kez uğrayacağız bu manevi hatıraların limanlarına. Şimdilik sütliman görünüyor bana deniz.
Mekke, 16 Ocak 2006 İslâm maneviyatı insanı iç yolculuklarla hakka yaklaştırırken, dünya ile arasındaki iletişimi de en aza indiriyor. Yirmi gündür hep içimizde yaşadık. Haccın ipekten manevi kozanı bundan sonraki hayatımızda örmeyi sürdürebilecek miyiz? Aslolan bu kozayı besleyerek ebedî yurdumuz için hazırlanmaktır. Güzel yaşamak. Sabrın buzlu sularını içmeye alışmak. Bu dileklerimizin Allah’ın ve Peygamberimizin misafirliğini hak ettiğimizi hayatımızla ortaya koymadıkça gerçekleşmeyeceğini bilmek. Biraz daha sükûnet, biraz daha bilgelik, biraz daha şefkat, biraz daha dua, biraz daha hikmet ve bol sadaka…
Doğacak çocuklara funda toprağı olmak yeni yollar açmakla mümkün. Ellerini öptüğüm bebekler ve çocuklar ülkelerine dönecek. Ben de o çocukların arkadaşlarından biri olarak geri dönüşün heyecanı içindeyim. Gelirken neşe burcundaydım. Dönüşte hüzün burcuna daha yakınım. Aklım şehirlerin anası Mekke’de, gönlüm Medine’de. Allahaısmarladık Kâbe. Selâm sana çocukların da Peygamberi.
Tarabya, 17 Ocak 2006 Hacdan eve dönüşümüze en çok sevinen 93 yaşındaki annem oldu. Hâlâ uçan halının üstündeyim. İçimde Tanpınar’ın dizesi: Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare geniş bir ânın / Parçalanmaz akışında…
Ruhum şimdiden peygamber ikliminin özleminde…
Sezai Karakoç’la noktalamak istiyorum hac günlüğünü: Tavva amaçlı, metafizik kıyılı, tarih ve toplum yolculuğu diye özetlenebilir hac yolculuğu. Bu yolculuğu yapanlar, topluma aynı çizgileri katarak onun renk ve yapısına dokunuşunu ilahi bir özde boyamış olurlar. Çıkmaz boyayla… Başka muradım da yok !..
Dergâh Edebiyat Sanat Kültür Dergisi
Şubat 2013, sayı 276
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.