- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
MÜZEYYEN ÇELİK K.: GÜNÜMÜZÜN ANLATICILARI: ALİ IŞIK İLE KONUŞTUK
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
08 Haziran 2023 Perşembe 13:42
Şartların edebi metin yazımıyla çok alakası olduğunu düşünmüyorum. Yazar düş kurmaya başladığında mevcut şartlardan ve gerçeklerden uzaklaşabildiği ölçüde başarılı metin ortaya koyabiliyor. Metafizik irtibat yazıyı kanatlandırıyor ve kalıcı hale getiriyor. Yazarın elindeki ve gönlündeki tek asa "arayış" asası sanırım. Bu asayla düşünü genişletiyor, deşiyor, şekillendiriyor ve oradan yeni bir sese ulaşıyor. Yazar düş kurmaya devam edebildiği ölçüde yazmayı sürdürüyor. Yazmaya devam edebildiği ölçüde düş kurmayı sürdürüyor. Yazıyı ilk gençlik yıllarımda içimde bir tohum olarak buldum. Okuma yolculuğumun bu tohumun büyümesine vesile olduğunu söyleyebilirim. Yoksa çürüyüp gidebilirdi. Çürümüş olsaydı şartlar da, kurduğum düşler de sanırım bana yazdıramazdı.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Çocukluktan itibaren insanın en önemli çabası eşyanın anlamını kavrama gayreti sanırım. İnsan; yakaladığı anlamı kalıcı hale getirme, geleceğe aktarma çabasına giriyor ve bu çabanın sonucu olarak hikâyeler kurmaya başlıyor. Kurduğu hikâyeleri korumak da insanın önceliği haline geliyor. Sözlü kültürde sözün uçmasını engellemek için kurulmuş hikâyelerin dilden dile dolaşarak en parlak ve derin halini alana kadar kendini yenilemesi, havzasını genişletmesi de bu önceliğin bir sonucu. Yazının hayata dâhil olmasıyla insan, önce hikâyesini kayıt altına alma zorunluluğu hissetmiştir.
Eşyanın isimleri Hz. Adem'e öğretilmiştir. İnsan, anlamlandırma gayretini buradan alır. Bu durum, anlamlandırma gayretiyle kalmaz insanın anlatma zorunluluğuna dönüşür. Bu zorunluluk öyle hale gelir ki insanı, söyleyemeyince boğulur hale getirir. Yunus Emre'nin "Ya ben öleyim mi söylemeyince?" sorusu gerçek cevabını arar. Ama esas olan sorunun kendisidir. Dolayısıyla anlatının zorunlu bir yanı vardır. Biz isteyerek yazdığımızı, anlattığımızı sanırız, oysa o bir zorunluluktur. Bu zorunluluk yazının uzun yolculuğunda kutsalla da mecburen ilintili hale gelir.
Devamı: https://www.kitaphaber.com.tr/gunumuzun-anlaticilari-ali-isik-ile-konustuk-k5604.html
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.