- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara13°C
- İzmir18°C
- Konya13°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep17°C
NAZIM PAYAM'IN YENİ KİTABI "SES VE YAZ" ÖTÜKEN YAYINLARINDAN ÇIKTI
“Sen de insanlık âleminin gelmiş geçmiş zincirinde bir halkasın.” Dünyanın bugün geldiği noktayı düşününce insanın aklı, havsalası almıyor.

Mahalle bakkalına, kitapçı dükkânına meftun ben (ara sıra, daha doğrusu sık sık şeytana uyup onları atlayıp alışveriş yapsam da), bir kitapçıya sipariş vererek İzmir’de kitaba sahip oldum. Böyle anlatıyorum, çünkü Iğdır’da bu meseleyi çözememiştim, belki de ben becerememiştim. Benim kitabevi meftunluğum, maalesef, kitap seçilecek ve alınacak sürenin ötesine hiç geçmemiştir, diyebilirim. Oysa Nazım Payam için kitabevleri “insana şehirli olma zevkini aşılayan, yaşadığı şehre yakışan” mekânlardan biridir. Kitabevi sohbetlerinde doldurmuştur dağarcığını biraz da… Belki de çokça… Ama kesinlikle (ve hatta başka “okur yeteneklerle” beraber) yazarlık serüvenine adım attığı, “Fırat/Hazar Şiir Akşamları” ve “Bizim Külliye” gibi iki kültür hazinesinin temellendiği yerdir. Bahsettiğim “Şehir ve Kitapevleri” başlıklı yazının yanı sıra kitabın tamamında yazarın okuma, düşünme, yazma serüvenine ait doğrudan ve dolaylı anlatımlara rastlamak, çıkarımlar yapmak mümkün. Bunlar arasında kitabın ilk yazısı, doğrudan yazarlığa adım atışını anlatan bir yazıdır.
Okurken, kendi çocukluğumu, ergenliğimi birçok yerinde bulduğum bu yazılarla ilgili yazarken, konuyu dağıtmamaya çalışıyorum. Nasıl unuturum, Muhittin Amcayı ve onun ödünç kitap merkezini, “Kitap Bank” (sevgim beni, bu Türkçeye uymayan isimlendirmeyi hoş görmeye yönlendiriyor), “al götür oku getir”; mahalledeki çocuk kütüphanesini, Çukur Çarşıdaki resimli roman ağırlıklı kitap pazarını… Bak, yine dağıldım… Okuma zevkini aşılayan mekânların benzerliği Anadolu şehirlerinin, insanının benzerliğinin de resmidir. Bu ilk yazıda şöyle diyor Nazım Bey: “… tezkirelerin uzantısı biyografi ve otobiyografilere düşkünlüğüm “Mukaddime” (Dede Korkut’un Mukaddimesi) ile başladı”.
Ses ve Yaz’ı hem yazarın hem de Elazığ’ın otobiyografisi sınıfına sokabiliriz. Yukarıdaki cümleme dönersem, Anadolu’nun otobiyografisi… Bir yazının, kitabın türünün ne olduğu, edebiyat uzmanları için ehemmiyeti haizdir; ama bir okur, bir aydın için çok da önem taşımayabilir (Bu konuda Emin Ma’luf’un (Amin Maloof) hatıralarının Türkçe tercümesinde roman olarak lânse edilmesine itirazımı saklı tutuyorum). Benim için de “Ses ve Yaz”ın türü hiç mühim değil. Denemeler deyin, hatırat deyin, otobiyografi deyin… Hepsinden bir parça, hepsinden bir tat var. Parça parça yazılarda bir bütünlük var.
Okurken ben de kitapları çizerim, yazarım sayfa kenarlarına, tıpkı Nazım Hoca gibi… Kitapta çizdiğim işaretlediğim yerleri paylaşmak isterdim. Bütün dikkatime rağmen fazlaca çizmişim. Esasen bu kitabın her sayfasında altı çizilecek, hak verdiğim veya beni başka ufuklara götüren birkaç cümle var. Meselâ, şehir ve çevre üzerine yazdıkları. İyi okumak lâzım. Şehirler inşa ediyoruz ama şehirli gibi yaşamayı öğrendiğimiz tartışılır. Şehrin ince zevkinin farkında mıyız, şehrin Eylül tarafında olmasak bile… Şehirler ile çevre ile okurluk mukayesesi bir de “tabiat” kelimesiyle taçlandırılsaydı, bütün bir Türk dünyası o yazıyı kavrayabilirdi diye düşünüyorum.
Gelenekler, mekânlar ve isimler… Şiirler, türküler, mâzi olmuş âdetler, sokaklar… Kitaplar, sadece bir cümle ile bahsedilen ama bunu da okumam lâzımmış diye düşündüren. Çoğunlukla da mütefekkirler, şairler ve yazarlar… Süleyman Bektaş özel yeri olan özel bir isim. Süleyman Bektaş’la ilgili yazıyı okuyunca içim burkuldu. Bu nasıl bir dünya ki, dedim… Ama biliyoruz hayat düz ve eşit değil, hepimiz için. Zeki, ince zevkli, nevi şahsına münhasır insanların anlaşıldığı kanaatinde değilim. Nazım Hocanın alıntıladığı Bektaş şiirini okuyun mutlaka. Onun yazarlık ve şairlik yolculuğunda bir köşe taşı… S. Bektaş’ı da yâd etmeliyim, dualarımda yeri olmalı… Sadece şahsından dolayı değil, onun gibi nice adsız, bilinmeyen, kaybolmuş münevver ve mütefekkir adına… “Bunda benim ne menfaatim olur değil hakikat nedir” diyebilenler adına… Ya da Nazım Bey gibi “Zevki hakikatte arayacağımıza “taraf” olduğumuzu” idrak edebilenler adına…
Sanat ve sanatkâr kitapta sık sık anlatılmış. Bazen nasıl olması gerektiği, bazen de olmaması gereken şekliyle… “Bütün renkler koyu kırmızı libasa büründürüldü.” “Köyler, ilkin köy romancılarıyla ıssızlaştırıldı. Köylüler, ilkin köy romancılarıyla ötekileştirildi.” “Sanatçıyı korkutan günübirlik politik güdülere, biçimsizliğe karışmaktır.” Eleştiri üzerine olan yazı ise kelimenin tam manasıyla, etrafını câmi, ağyarını mâni… Tarlasındaki andızı yakarken tutuşan Hasan Emminin söndürüldükten sonra kırıklar içinde götürüldüğü doktora söylediği şu söz ne güzel açıklar eleştiride olması gereken çizgiyi: “beni kürekle söndürdüler.” Aynı yazıdaki şu paragraf birçoğumuzun fikirlerinin tercümanı değil midir? “Vardığımız muhaliflik kavşağında Süleymaniye dilencilerinin taktikleri, söz erbabının üslûbundan daha tutarlı, daha inandırıcı. Bugünlerde, taraf tutmak, taraf olmak veya “öteki”lerden şüphelenerek düşünmeye başlamak birincil meziyetimiz oluverdi. Terbiye edilmekten çok doldurulmaktan hoşlandık. İltifatta yetersizler karşısında sinsileştik. Kendimizi kusursuz saydık, analizden sakındık.” Adaşı için şu yazdıkları, onun aydın tavrını, yazdıklarını sadece yazmadığını, aynı zamanda yaşadığını gösterir: “Nazım da büyük şairdi. …. Fakat büyük şairimizin bir büyük yanılgısı vardı; kabullenemeyeceği manzaralardan topyekûn kabullendiği despot bir sistem çıkarmak.”
Fikir dünyamızın ıssızlığı da dile getirilir: “Arayış yoktu, sunulmuşları kabul veya ret vardı. Adrese teslim müritler, mensubu olduğu ideolojinin nasıl bir sistem geliştirdiğini, niçin mücadele ettiklerini pek düşünmezlerdi.” Belki de yaşadığımız “Tebaadan vatandaşlığa geçmenin taksitlere bölünmüş faturasıydı”
Kitap bazen bana şiirlere yazılmış derkenarlar havası verdi. Kendisi de şair olan Nazım Payam’ın şiir zevki için de mükemmel dememek mümkün değil. Onun şairlerle ilgili görüşü ise apayrı bir anlayış. “Roman inandırmaya dayanır, şiir inanmışlığa. Bundandır ki toplumlar büyük değişim talepleriyle, yeni bir ülküyle karşılaştıklarında ilkin bunların temsilcileri olarak gördükleri şairlerin mısralarına eğilirler. ….. farklı güçleri rahatsız edebilir. …. kendi ülkelerinde dışlanmış, sürgün edilmiş, hücreye konulmuş yahut öldürülmüşlerdir.” Ama şiirin de ötesinde görür benim şiirimsi dediğim yazılarını: “Şiir, şairin nasıl bir sancı ürünü ise benim düzyazılarım da öyle, o sancının, o içe dönüklüğün, alışkanlıkların ürünü.” Ben de öyle olduğuna katılıyorum.
Şimdi yazımın başlığına dönmek istiyorum:
Yazımın başlığını “Eylül ve Yaz” koymamın sebebini Nazım Payam’ı takip edenler kolayca anlayacaklardır, yazarın 2008 yılında çıkan “Şehrin Eylül Tarafı” isimli kitabını hatırlayacaklardır. “Ses ve Yaz”daki yazıların bir kısmı daha önceki kitapta vardı. Ancak yazıların çoğunu yazarın yeniden ele alıp geliştirdiğini görüyoruz. Şehrin eylül tarafını yazar şöyle anlatıyor” Aşk Ateşi Mazi İster” başlıklı denemesinde:
“Geç de olsa anladım; şehrimizin Eylül tarafındaydık biz. Kolay para kazanmaktan, zevkten, yaşadıklarımızın inceliklerini yakalamaktan uzak, sarı solgun tarafında… Çocukluğum şehrin eylül tarafında kaldı.
“Ama şimdi nakledilmeyen, anlatılmayan yalnızca hatırladığım, hayatımızın kuytu noktalarına serpilmiş küçük renklerden ne kadar mutlu olurduk.”
Şehrin Eylül tarafı böyle ise Yaz köşesinden nasıl bir ses geliyordu? “Yaz! Ah yaz! Her şairin, şehrin, mevsimin bir tonu var. Fakat başakları olgunlaştıran yazda “Güvercin bakışlı sessizlik bile” bir başka ahenk çınlatır.”
Şehrin Eylül tarafında pişen Nazım Payam, yaz tarafında ince şehirli zevkinin tadına varmaktadır, ama yine de gönlünde o Eylül tarafının ona verdiği hazlar yer almakta. Ben böyle okudum, kitabı/kitapları…
Ahmet Uludağ
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.