- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
25 Ekim 2025- İstanbul17°C▼
- Ankara21°C
- İzmir24°C
- Konya23°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa26°C
- Trabzon21°C
- Gaziantep22°C
NÜKLEER DENGE ÜZERİNDE YÜRÜMEK: HİNDİSTAN-PAKİSTAN GERGİNLİĞİ VE KÜRESEL ETKİLERİ
Güney Asya’nın iki kadim düşmanı, Hindistan ve Pakistan, bir kez daha dünyanın nabzını hızlandırıyor.

07 Mayıs 2025 Çarşamba 13:31
Cammu Keşmir gibi çözümsüzlükle yoğrulmuş bir bölgede yeniden alevlenen gerilim, sadece sınır ötesi bir çatışma riski değil; aynı zamanda dünyanın nükleer barut fıçısına ne kadar yakın olduğunu da hatırlatıyor.
İki ülkenin de nükleer güce sahip olması, birçok kişi için caydırıcılık anlamına geliyor olabilir. Ancak bu aynı zamanda gerilimin kontrolden çıkması halinde “geri dönüşü olmayan bir eşik”e varabileceğimiz anlamına da geliyor. Caydırıcılık doktrini üzerine kurulan bu kırılgan denge, bazen duygusal ve ani kararlarla yerle bir olabilir.
Son dönemlerde Hindistan’ın İndus Suları Anlaşması kapsamındaki bilgi paylaşımını askıya alması, suyu bir jeopolitik baskı aracına dönüştürme eğilimini de gözler önüne seriyor. Su gibi hayati bir kaynağın siyasete ve çatışmalara alet edilmesi, bölgedeki insani krizleri derinleştirebilir ve uluslararası hukukun sınanmasına yol açabilir.
Ancak bu sadece bir bölgesel kriz değil. Çin’in Pakistan ile olan derin stratejik bağları, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru ve “Kuşak ve Yol” projesi gibi dev yatırımlar, Hindistan ile olası bir çatışmayı yalnızca iki ülkenin meselesi olmaktan çıkarıyor. Aynı şekilde, ABD’nin Hindistan’la giderek güçlenen ilişkileri, küresel güçlerin çıkarlarını çatışmanın tam ortasına çekiyor.
Bu denklemde, Güney Asya’da patlayacak bir kıvılcımın, Asya-Pasifik’ten Ortadoğu’ya, Avrupa’dan Afrika’ya kadar uzanacak etkiler doğurması işten bile değil. Enerji hatlarının güvenliği, ticaret yolları, göç hareketleri ve küresel güvenlik paradigması, hepsi bu kırılgan barıştan nasibini alacaktır.
Bu yüzden Hindistan-Pakistan gerginliği yalnızca iki komşunun değil, tüm dünyanın sorunudur. Bugün masa başında çözülemeyen her kriz, yarının manşetlerinde “kaçırılmış fırsatlar” olarak yer alacaktır. Diplomasi, diyalog ve sağduyu, şimdi her zamankinden daha kıymetli.
Dünya, nükleer bir karabasan görmek zorunda kalmadan bu denge oyununu doğru oynamalı. Çünkü Güney Asya’da kopacak bir fırtına, sadece Hindistan ya da Pakistan’ı değil, hepimizi savurabilir.
Nükleer Caydırıcılık: Güvence mi, Tehdit mi?
Modern uluslararası ilişkilerde “nükleer caydırıcılık”, tarafların çatışmadan kaçınmasına yardımcı olan bir denge unsuru olarak kabul edilir. Ancak Hindistan ve Pakistan özelinde bu denge oldukça kırılgandır. Her iki ülkenin de ulusal güvenlik stratejileri, karşı tarafın saldırganlığına karşı “ilk kullanım” opsiyonunu dışlamamaktadır. Bu da her türlü gerilimin, kazara bile olsa, nükleer bir savaşa evrilme riskini artırmaktadır.
Hindistan ve Pakistan arasındaki potansiyel bir sıcak çatışma, yalnızca Güney Asya’da milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atmakla kalmaz, aynı zamanda atmosferik ve ekonomik etkileriyle küresel düzeyde yankılanır. Hatta yapılan simülasyonlara göre, sınırlı bir nükleer çatışmanın dahi dünya genelinde sıcaklıkları düşürebileceği, tarımı ve gıda güvenliğini ciddi biçimde tehdit edebileceği ifade edilmektedir.
Jeopolitik Dengeler: Çin, ABD ve Yeni Soğuk Savaş Hatları
Hindistan-Pakistan gerginliği, küresel güçlerin bölgedeki çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Çin, Pakistan’ın en yakın stratejik müttefiki konumundadır. Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC), Çin’in “Kuşak ve Yol” girişiminin belkemiğidir. Bu nedenle Hindistan’ın Pakistan’a yönelik her türlü saldırısı, doğrudan Çin’in ekonomik ve stratejik çıkarlarını tehdit eder. Böyle bir senaryoda Çin’in sessiz kalması beklenemez.
Öte yandan ABD, son yıllarda Hindistan ile savunma, teknoloji ve ekonomi alanlarında ilişkilerini güçlendirmektedir. ABD’nin Çin’i çevreleme politikası kapsamında Hindistan’a verdiği stratejik destek, bölgede Soğuk Savaş’ı andıran yeni kutuplaşmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor.
Dolayısıyla, Hindistan ile Pakistan arasında yaşanacak her kriz, aynı zamanda Çin ile ABD’yi dolaylı veya doğrudan karşı karşıya getirebilecek bir potansiyele sahiptir.
Diplomasinin Önemi: Geleceği Kazanmak İçin Bugünü Kurtarmak
Bu tablo karamsar görünebilir; ama aynı zamanda uluslararası toplum için bir uyarıdır. Gerginliğin artmaması için yalnızca bölgesel değil, küresel bir diplomasi seferberliği gereklidir. BM, İslam İşbirliği Teşkilatı, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar, tarafları masa başına çekmekte daha aktif roller üstlenmelidir. Aksi takdirde, yalnızca Güney Asya değil, tüm dünya büyük bir belirsizliğin içine sürüklenecektir.
Barışın Bedeli, Savaşın Faturasından Ucuzdur
Güney Asya’da kurulu bu kırılgan barış dengesi, yalnızca Hindistan ve Pakistan halklarının değil, dünya üzerindeki her bireyin kaderiyle bağlıdır. Nükleer çağda artık hiçbir savaş, “yerel” değildir. Diplomasiye, iş birliğine ve aklıselime her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Unutulmamalı: Barış için harcanan çaba, savaşın yaratacağı yıkımın yanında daima daha ucuzdur.
Gülfem Akyıldız


- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.