- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
NURİYE AKMAN'DAN: GÖZ GÖRGÜNÜZ VAR MI?
Resim sergileri insanı arındırır. Güncel haberlerin kirlettiği zihnimi temizleme fırsatını hiç kaçırmam, yeniden doğayım diye o yarı karanlık salonlara koşarım.

Bunun doğal sonucu olarak insan, çevresindeki uyumsuz, çizgisi çarpık her şeye karşı tepki göstermeye başlıyordu. Sergilerin bir başka yararı da, sergiyi gezenlerin çok mütevazı yaşamların da resim sanatında yer alabildiğini görmeleriydi. Bu onlara, kendilerinin de resmedilecek değerde olduğunu gösteriyordu.
Nazan Hanım gibi hayatını sanata adayan, sayısız etkinliğe can veren bir müze müdürünün bu sergide en çok hangi tabloyu sevdiğini de merak ettim. Ölçer, beni ressam Jan Lievens'e 17'nci yüzyıl Osmanlı giysileriyle poz veren oğlan çocuğunun karşısına getirdi. "Pelerinli ve Sarıklı Erkek Çocuk" adlı tablo, karanlığın baskın olduğu onca Flaman resmi arasında en aydınlık, en yalın olandı. Modelin yüzündeki içtenlik ve masumiyeti, Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli sanat tarihçilerinden biri olan Ölçer'in iç dünyasına işaret saydım.
RESİM SERGİLERİNE NEDEN GİTMEK LAZIM?
Resim eğitimi almadım, bu konuda bilgili ve becerikli olduğum da söylenemez. Fakat neden resim sergilerine gitmemiz gerektiğine dair bin sebep sayabilirim. Bin sebebe yerimiz olmadığı için birkaçıyla yetineyim:
Çerçeveyle sınırlanmış dar bir alanda görülecek ne çok şey olduğunu anlamak için. Bunu anlayınca sıradan insanın gözü hayatın içinde eskisine oranla daha çok şeyi seçmeye başlar.
Görüntünün ışık ve gölge olduğunu öğrenmek için. Bu, insana hayatın doğal ışığı ile gölgesini fark ettirmekle kalmaz; karanlığa, aydınlığı ortaya çıkarma görevi verildiğini de öğretir. İnsan şeffaflık ve parlaklık kadar bulanıklık ve matlığın da değerini bilecek. Açıklığı mahremiyetle dengeleyecek. Kendini karanlıkta hissettiren acı ve sıkıntıların hayatın tamamı içinde bir anlamı olduğuna erecek.
Bir nesneye/olaya/insana bakılabilecek ne çok mesafe ve açı olduğunu hatırlamak için. Bu, ona hayatta durduğu yer değişirse gördüklerinin ve dolayısıyla yorumlarının da değişeceğini öğretecek. Hem kendini hem de başkalarını yeniden değerlendirecek. Övgü ve yergiye daha serinkanlı yaklaşacak.
Ressamlara hürmet için. O ki, eğildiği tuvali binlerce fırça darbesi ile döver veya severken, resmin bitmiş halini görüyordu. Biz ki resme onun kadar yakın baktığımızda hiçbir şey göremiyoruz. Bütünü/bitmişi görebilmemiz için uzaklaşmamız gerekiyor. "Acele karar verme! Yaşadığın olayın tamamını sabırla bekle!" öğretisi çıkıyor buradan.
İnsanlara merhamet etmek için. Canlı cansız her şey, çok kuvvetli bir mıknatıs gibi ressamı kendine çekiyor; gör beni, çiz beni, taklit et, içine al beni, değiştir, ekle çıkart, çoğalt beni diyor. Eğer bizim gibi sıradan insanlar, ilhama açık bir yüreğin renkler ve biçimlerin mükemmelliği karşısında nasıl çarpabileceğini anlarsa gerçek hayata hoyrat davranamaz. Hayatın aşkla/cezbeyle döndüğünü bilirsek hem kendi kalbimizi ilhama açar hem de kapalı kalplerin açılmasına yardım ederiz.
Kendinizi yetiştirmek için. Tek bir tablo karşısında bile yarım saat geçir, artık dünyaya kendi ressam gözlerinle bakarsın. Senin resimlerin zihninde çizilir olsun, durmaksızın bir güzellik-bir denge-bir armoni peşindesindir. Resimlerin varsın tuvale dökülmesin, bırak kah elinden kah dilinden güldür güldür hayata aksın. Yaptığın gazeteye, ameliyat ettiğin hastaya, alfabeyi öğrettiğin öğrenciye... Ve tabii ki kurduğun sofraya, seçtiğin giysiye, mobilyaya ve hatta ettiğin duaya...
Kendini görmen için. Sen de bir resimsin. Kimse seni çizip boyamasa da, hem her anın bir derin resimdir, hem bütün anlarını kuşatan devasa bir resimsin. Unutma, bu dünyadaki suretlerin tamamlandığında ötelerde bir yerlerde kendini nasıl resmettiğinin hesabını vereceksin.
Haesje Hanım'a selam!..
Sergiyi temsilen seçilen ve afişlerde kullanılan resme bakarken şöyle düşündüm: "Hey gidi Rotterdamlı bira üreticisi Dirck Jansz Pesser'in eşi Haesje Jacobsdr van Cleyburg! Sen 1634'te Rembrandt'a bu pozu verirken dört yüz yıl sonra Türkiye'de binlerce insanın sana bakacağını düşünür müydün? Müzeye gelmeyenlerin bile, arabalarıyla yoldan geçerken, bir dergiyi, bir gazeteyi karıştırırken senin resminle dizayn edilmiş afişlerle göz göze geleceği aklına gelir miydi? Genç değilsin, güzel olmadığını da biliyorsun. Yarı saydam kumaştan yapılmış beyaz başlığın ve kırmalı beyaz boyunluğun 2012'lerin modasına hiç de uygun değil. Gelgelelim, seni tuvalde ölümsüzleştiren ressam siyah-beyaz karşıtlığını öyle güzel kurmuş ki, bütün dikkatimiz senin aydınlık yüzünde toplanıyor ve onca resim arasında bu yalınlığınla sen öne çıkıyorsun. Sergiye daveti senden başkası yapamazdı. Çünkü bizim kafamız çok karışık, kolay ve çabuk algılamadığımız şeyleri kaale almıyoruz. Sabırsızlık çağına hoş geldin hanımefendi. "
25.02.2012 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.