08 Kasım 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara10°C
  • İzmir15°C
  • Konya11°C
  • Sakarya12°C
  • Şanlıurfa19°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep12°C

NURİYE AKMAN'DAN: MÜNADİNİN TOKMAĞI NADİR KİTAPLAR İÇİN VURDU: SAAAT-TIM!

Alif Art Antikacılık AŞ, geçtiğimiz pazar Esma Sultan Yalısı'nda dikkat çekici üç müzayede gerçekleştirdi. İlkinde özel bir koleksiyona ait nadir kitaplar satışa çıktı.

Nuriye Akman'dan: Münadinin tokmağı nadir kitaplar için vurdu: Saaat-tım!

Satıcı gibi alıcının da adı saklı

Koleksiyonu eşsiz yapan sadece eserlerin çokluğu ve konuların çeşitliliği değil, içlerinden gravür ya da harita gibi parçaların kesilip çıkarılmamış olmasıyla, yıpranmamışlıklarıydı. Bazı kitaplar ciltlerinin güzelliğiyle göz kamaştırıyordu. Koleksiyonun en pahalı eseri, dünyanın hiçbir kütüphanesinde örneği bulunmayan, yerli ve yabancı müzayedelerde kitap şeklinde ilk defa görülen, dört metre uzunluğundaki Philipp Ferninand von Gudenus'un İstanbul panoraması ve Osmanlı İmparatorluğu'yla ilgili gravürlerdi. Satışa 110 bin lira ile açıldı ve aynı fiyata yeni sahibini buldu. Venedik asıllı bir levanten olan Adolphe Thalasso'nun ressam Zonarro'nun çizimlerini içeren, İstanbul'un Müslüman-Türk yaşamını anlatan olağanüstü kitabı 9 bin 750 lirayla girdiği müzayededen 20 bin lira ile çıktı. Ünlü oryantalist Hammer'ın yine İstanbul'u anlattığı son derece nadir kitabı 7 bin liralık açılış bedelini 14 bin liraya kadar yükseltti.

Elbette sadece satıcının değil, alıcıların adları da saklıydı. Ancak müzayede ortamlarına alışık gözler, kimin koleksiyoner, kimin araştırmacı olduğunu, kaldırılan bayrakların kendilerini mi yoksa başkalarını mı temsil ettiğini tahmin edebilirdi. İster kurumsal, ister kişisel olsun, kitapların yeni sahipleri kimse için kesin değildi. Müzayedeye telefonla katılanlar hakkında ise tahmin hiç yürütülemezdi. Salonda gerçek alıcıların dışında bu işin piyasasını merak edenler kadar, satılan eserlerdeki bilgiyi talep edip de bunu tatmin edecek parası olmayanlar da vardı.

Müzayedeye gelenlerden konuşma imkanı bulduğum bazı insanlar konumlarını "meraklı seyirci" olarak açıkladılar. Kendi dükkanlarında binlerce kitaplık hazineleri olduğundan nadir kitap piyasasını merak ediyorlardı. Hangi döneme ait, hangi tür kitaplar ilgi görüyordu? Osmanlıca mı, Fransızca mı, Almanca mı, İngilizce mi yoksa İtalyanca eserler mi daha çok alıcı çekiyordu? Fiyatların asgari ve azami düzeyi neydi? Cevaplar, nadir kitapların gün geçtikçe azalması nedeniyle çok önemliydi. Aldıkları eserleri sayfa sayfa okumuyorlar, kitabın basım tarihi, yeri, yazarı, konusu, cildinin ve yapraklarının temizliği ve tabii hepsinden çok ederiyle ilgileniyorlardı. Kitap, yazarı tarafından ünlü bir kişiye imzalanmışsa değeri artıyordu. Bütün koleksiyoncular günü gelince satmak üzere alırlardı. Asıl önemlisi böyle koleksiyonların dağılmaması, tek bir yerde toplanmasıydı. Çünkü bu tip kitapların tamamına sahip bir kütüphane Türkiye'de yoktu. Bu müzayedede tek bir insana ait olan kitaplar farklı farklı yerlere dağılacaktı.

Cebi fakir ama gönlü zengin tarih öğrencileri, kitaplarının ederleriyle değil içerikleriyle ilgilendikleri için gelmişlerdi Esma Sultan'a. Dünya tarihinin her gün yeniden yazıldığını biliyorlar, bu yazımı zenginleştirecek kitaplara dokunmak, zamanın akışını avuçlarında hissetmek istiyorlardı.

Bir yerde durmayı bilmek lazım

Bayrağını hep Almanca kitaplar için kaldıran biri dikkatimi çekti. Neyi neden aldığının bilincinde görünüyordu. Müzayededen ayrılırken kısa bir görüşme yaptık. Almanya'da yaşayan bir işadamıydı. Geçmişte Turgut Özal'a danışmanlık yapmıştı. Kitapları günümüz siyasi olaylarını değerlendirirken kaynak olarak kullanmak amacındaydı. Türk tarihine Alman yazarların nasıl baktığını merak ediyordu. Edineceği bilgileri sık görüştüğü Alman politikacılara sunacaktı. İtalyan bir sefir arkadaşına hediye etmek için almayı düşündüğü kitabı kaçırmıştı. Fiyatı nereye kadar yükseltebileceğine önceden karar veriyordu. Bazen çekişmenin heyecanına kendini kaptırıp limitini aşıyordu. Bu müzayedeye 30 bin dolar ayırmış fakat tamamını harcamamıştı. "Bir yerde durmayı bilmek lazım. Fakat bir eseri çok arayıp da sonunda bulursanız ve onu çok sayıda insan istiyorsa bayrağı hiç indirmezsiniz, mal sizde kalana kadar yükseltirsiniz." diyordu.

Müzayedede nadir kitapların dışında, Osmanlı ve karma sanat eserleri ile genç sanatçıların tabloları da Nihal Sarıgül'ün yönetiminde satışa sunuldu. İlk kez müzayede izlediğimden daha önce bilmediğim bir sözcüğü Sarıgül'ün sayesinde öğrendim: Münadi. Nida eden anlamına gelen bu kelime, müzayede jargonunda satışı yapan kişiler için kullanılıyor. Münadi yaklaşık yedi saat boyunca ayakta, ara vermeden, sesi kısılmadan hem eserleri tanıttı, hem bütün bayrak kaldıranları takip etti. Alıcıların dikkatinin dağılmaması için her lotu çabuk sunması gerekiyordu. Yüksek konsantrasyon ve enerji isteyen bu işi 23 yıldır yapıyordu. Sanırım profesyonelliğin gereği olarak, alıcıların psikolojilerine dair gözlemlerini benimle paylaşmadı.

Saaat-tım!

Müzayede, kişisel sözlüğüme insanların adlarıyla değil, bayrak denilen levhalarında yazan numaralarla kaydoldu. Satışa sunulan "mal" öbeklerine borsa deyimiyle lot denmesi, olayın kültürel yönünden çok ticari boyutunu vurguluyordu. Münadinin a harfini çoğaltarak "saaat-tım" diye her tokmak vuruşu zihnimde farklı pencereler açtı:

Kitapların seyir defteri olmalıydı. Matbaadan çıktıkları andan itibaren kimlere ulaştığı, nasıl evlerde misafir edildiği, hangi müzayedelerde boy gösterdiği, kaç kez fiyat ve el değiştirdiğinin bir kaydı tutulsaydı, kimbilir ne ilginç öyküler çıkardı. Sahiplerinin kaçının onları okuduğunu, ne anladıklarını, hayatlarına kattıkları güzellikleri ve hatta felaketleri de bilmek isterdim.

Müzayedenin gerçekliği son tokmakla silindi. Kendimi ürünlerin değil insanların mezata çıkarıldığı bir agorada buldum. Milyonlar kuyruğa girmiş, çağırılmayı bekliyordu. Ben de aralarındaydım. Herkes gibi varlığıma ne eder biçileceğini ve yeni yuvamı merak ediyordum. Münadi her lotun fiyatını gerekçeleriyle açıklıyordu. Adalet ve merhamet katsayısı düşük olanlar alıcı bulamıyor, yerlerini utançla arka sıradakine bırakıyordu. Ümit ve korku arasında salınıyordum. Sıra bana geldiğinde meydan birden boşaldı. Nadir kitap alıcılarının Esma Sultan'ı terk ettiğini o zaman fark ettim. Değerimi öğrenemediğime sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Sonuç olarak satılamadım.

12.05.2012 Zaman
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.