08 Kasım 2025
  • İstanbul16°C
  • Ankara15°C
  • İzmir16°C
  • Konya14°C
  • Sakarya15°C
  • Şanlıurfa21°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep17°C

ÖMER LEKESİZ'DEN: ŞAİR ÖLÜR, ŞİİR YAŞAR

Şiirin öldüğüne ilişkin düşüncelerin ve buna itirazların varlığı şiirin ölmediğini tek başına kanıtlamaya yeterlidir.

Ömer Lekesiz'den: Şair ölür, şiir yaşar

Uçkursuz dolaşan ancak şişesiz dolaşamayan yeni şairlerden kimilerinin ahlaksızlığına bile sanatsal değerler yüklenmesi mevcut şiirle gelenek damarlarının tümüyle kopmasını beraberinde getirmiş, ulvi olanla, hakikatle ilişkili olanla değil, gündelik hayatın seyrine göre şiir söyleme eğilimi baskın olarak ortaya çıkmıştır.

Aslıyla Batı'da, taklidiyle bizde İkinci Dünya Savaşı'nı, malum sonuçlarını ve soğuk savaşı üreten şartların ortadan kalkması İkinci Yeni şirinin de bir tarz olarak ortadan kalkmasını zorunlu kılar.

İlginç olan şudur ki, tam da bu zorunluluk şiirin öldüğüne ilişkin düşüncelerin beslenme noktasıdır. Evet istense de İkinci Yeni şiiri devam edemez ancak ona hayran olarak yetiştirilen yeni nesillerin o tarzı ömrünü tamamlamasına rağmen cehaletle, gafletle, aymazlıkla -her ne derseniz deyin- tavşanın suyunun suyu kabilinden sürdürüyor olmaları şiiri ayağa düşürmüştür. Masadan sehpaya oradan tabureye, Galata'dan Karaköy'e oradan Sulukule'ye düşen şiir, şiir belasının ta kendisidir artık. Bir de buna farklı bir kültürel paradigmanın içinden üretildiğinden gereğince kavranması zor olan Batılı şiir nazariyelerinin 'yarım imam dinden yarım doktor candan eder' şeklindeki etkisini ilave ederseniz şiirin ölümünden sözetmeniz için hiçbir engel kalmamış olur.

Kaldı ki, sıradan her cümlenin şiir olarak söylenebileceğinin sanıldığı ve buna talip olanların 'büyük şair' yılışkanlığıyla festivallerde, belediye etkinliklerinde, incir reçeli saatinde, domates salçası imecesinde, şempanze gösterisinde, kiraz mevsiminde birbirlerinin sırtlarını sıvazladıkları bir zamanda şiirin öldüğünü söylemek değil, ölmediğini söylemek bir cesaret konusu kaline gelmiş olur.

Durum bundan ibarettir ancak yukarıda söylediğim gibi tarzın ölümü şiirin ölümü demek değildir ve şiirin bugün ayağa düşümüş olması onun insani, hayati kıymetini zedelemez.

Bunu cesaretle söyleyişim gelenekte gizlenmiş dinamizmden yana olan umudumla ilişkilidir. Gelenek derken sanat için yeni normlar belirlemeye çok hevesli sağcı-muhafazakarların kastetikleri T.S. Eliot nefesli bir geleneği kastetmiyorum. Kasettiğim Üstadım Sezai Karkoç'un kelimeleriyle, yeninin varlığını ispat etmek için çıktığı karatahtadaki sınavını kastediyorum. Gelenek o karatahtanın ta kendisidir ve yeni yeniliğini kabul ettirebilmek için onun önünde sınav vermek zorundadır.

O karatahtada Yunus Emre, Hafız, Fuzuli, Baki, Şeyh Galib, Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel var. Kısaca bin yılın şairleri ve bin yılın şiir birikimi var o karatahtada.

Bir de bu isimlerin büyüklüğünden ve soruların çokluğundan korkarak karatahta sendromuna tutuldukları halde şiir arzuları nedeniyle sınavı kırmak istemeyenler var. Bunlardır benim umudum.

Bunlar şiiri de "Allah'ın hakkı, nefislerinin hakkı ve yaratıkların hakkı" olarak anladıkları ve onun yapılan bir şey değil kendi şair nefislerine kazınmış bir şey olduğunu öğrendikleri gün o karatahtada ibn'ü-l vakt ve yeni edanın sahipleri olarak gülümsüyor olacaklar.

Sonuç olarak, "şiir öldü" diyenlerin gördükleri şiir sanılarak söylenmiş ucuz ve yararsız sözlerin çöplüğüdür.

Şair ilhamı yaratan değildir, ilhama muhatap olandır. Bu babda muhatap kendi nasibinin kafiri olabilir ama o nasibin bağlı olduğu hakikatin katili olamaz.

O halde yaşıyor şiir ve yaşasın şiir!

06.06.2012 Yeni Şafak
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.