28 Eylül 2025
  • İstanbul17°C
  • Ankara13°C
  • İzmir18°C
  • Konya13°C
  • Sakarya17°C
  • Şanlıurfa22°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep19°C

OZANLAR DEMEK OZAN SOKAK DEMEKTİR

Fahri TUNA

Ferhat ile Şirin’in Çağdaş Versiyonu

Bu satırların sahibinin ilk gençliğinden itibaren başında kavak yelleri hiç eksik olmadı. O mu bu mu şu mu derken, on dörtte mi, on beşte mi, on altıda mı derken, bir gün bir baktım ki, benim Leyla’m, yakınımdaymış, üstelik de onun Mecnun’u da ben değil miymişim.

Koptu bir kızılca kıyamet; olmazlar, küsmeler, buğuzlar derken. Ağbilerin en derini, en bilgesi, en büyüğü Selahaddin Şimşek’in onayını alıp  ‘hayat yolu’na koyulmuşuz.

Ve bir gün, seksen iki Ağustosunun yirmi birinde yolumuz İzmit’e düşmüş; Yusuf’la Nevzat’ın şahitliğinde kıyılmış nikahımız Gülseren Altay’la. Destanlık Ozanlar dayanışması sergilenmiş, delikanlılığın kitabı yazılmış Ozanlar’da seksen iki Ağustosunda Eylülünde. Osman Meğreli ve Burhan Kabukçu’nun öncülüğünde bir grup yiğit delikanlı bir olup, maddi-manevi surdan bir şehir kurmuşlar adeta yeni gelinle damadın etrafında. Kadir Tunca ve Hadi Şahin’in destansı mertliğini, desteğini de kaydetmek gerekiyor burada. Ve daha nice gerçek dostların.

Aslen Ozanlarlı İzmit esnafı –dünyalar iyisi, delikanlılar kralı, zamanının adeta Cem Yılmaz’ı, artık merhum- Arif Emül’ün kullanmadığı lüks apartman dairesi ‘balayı mekânı’ olarak ayarlanmış. Adapazarı İnönü caddesindeki tarihi binanın zemindeki köhne yapı,  koltuğundan halısına, kabından kacağına… yeni bir evin ihtiyacı olan her eşya tamamlanmış, kâşaneye dönüştürülmüş dostlar eliyle, ceplerine para da koyulmuş.

Kısacası Ferhat ile Şirin masalının, çağdaş versiyonu sahneye koyulmuş bir grup ‘delikanlı’ tarafından.

Aristokratlıktan Proleteryaya; Kaderin Cilvesi

Kaderin cilvesi işte; sen Karakeçililerin Softalı Yörüklerinin Okçu boyundan ol, ataların iki yüz yıl kadar önce gelip Adapazarı’na yirmi üç kilometre kuzeyde yerleşip Okçular Köyünü kurarak yerleşik hayata geçsinler.

Özgür, özerk hayatı her şeyin üzerinde tutan bir gelenekten gel; Ahmet deden Yemen gazisi, onun oğlu Çanakkale şehidi olsun. Onun oğlu Hatibağa, hem aileden gelen varlıklı bir aile reisi, hem zamanın ve çevresinin şartlarına göre bir hatip, molla, sözü dinlenen bir hatırlı kişi. Sadece köyün değil, bölgenin mali durumu en iyi ailelerinden birinden gel; ömrünce ‘alan’ değil ‘veren’, kabul eden değil ‘ikram eden’ bir gelenekten gel.

Üstelik elini sıcak sudan soğuk suya sürmemiş bir hayatın içinden çıkıp gelmişsin; ama bir ‘ambargo’yla karşı karşıyasın artık! Ambargo olmasan da çalışmalısın.

Çözüm; emeğinle geçineceksin kardeş, emeğinle!

Yeni Bir Gerçeği Öğreniyorum: Pazarcılar da İnsanmış Meğer!

İlk ramazan, ilk bayram; mutluluk gani de zorluk da gani; alışmamışsın kimseden bir şey almaya. Hele de istemeye. Gerçek dost Hadi Şahin el koyuyor duruma, yol, yollar gösteriyor…

Bayram haftası Uzunçarşı’da gömlek satmaktan, Kandıra yoğurdu ve köy yumurtası pazarlamaya dek… mücadele, gayret, sabır; öğrettiği bir şey var yeni hayatın bana: Pazarcılar da insanmış meğer! Hem de bir çoklarından daha insan… Meğer on altı sene dirsek çürütmüşüz, boynumuza Endüstri mühendisliği diplomasını asmışız ama dünyadan, hayattan bihabermişiz! Yıllardır görüştüklerim vardır o meslek sahiplerinden.

Selahaddin Şimşek’li akşamlar, Gümrükönü voltaları, okumalar, yazmalar devam ediyor bir yandan. Bu arada Selahaddin Ağbiyi kısa dönem (Aziz Nesin’in ‘Kainat Paşa’ diye dalga geçtiği Evren Paşa, askerliği gelmiş yığınla üniversite mezununu eritmek için 31.12.1980’e kadar mezun olanlara, dört aylık kısa dönem erlik uygulamasını yürürlüğe koymuş) askerlik için Erzincan’a uğurluyoruz.

Adagücü’nde Sol Açık Sırık Fahri

Hayat tüm doluluğu, tüm zenginliği ile devam ediyor bizim için, paramız pulumuz olmasa da. Karnımızı doyurduktan, ele güne muhtaç olmadıktan sonra,  fazlasına ne hacet! İki baş üç lokma, yuvarlanıp gidiyoruz çok şükür.

Bu arada, Karaağaçdibi’nden Şeker Mahalleye doğru, Büyükgazi İlkokulu’ndan batıya uzanan caddenin adı Dibektaş’tır. Dibektaş’ın ortalarında Raşit’in kahvesinde konuşlanmış takımın adı ise Adagücü’ydü. Kırmızı – beyazlı Adagücü’nün 13 numaralı sol açığı ise ‘Sırık Fahri’ lakabıyla bu satırların yazarıydı. Sadi ile birlikte daha çok çift santrafor oynuyorduk. Gayrıfedere dünyasının gelmiş geçmiş en hızlı sağ açığı Şembil Nuri’nin sayesinde çok ama çok gol attığımı(zı) söyleyebilirim. O günlerde (1982 Dünya Kupası’nda) İtalyanlar fırtına gibi esmiş, finalde de Almanları 3-1 yenerek kupayı müzelerine götürmüşlerdi. Golcüleri Rossi tam bir kontratak oyuncusu, İtalyanlar  tam bir kontratak takımıydı, üzerine gelenler çarpılıyorlardı. Biz de Adagücü olarak İtalyanların yerli versiyonuyduk, ben de –tamamen tesadüf, anatomik özelliğim yüksek süratimle- adeta bir Rossi’ydim; kahvenin giriş kapısının sağ tarafına siyah zemine beyaz tebeşirle yazılan tabelada goller bölümünde neredeyse her hafta adımın yazdığı oluyordu. Yorgancı Hamdi Ağbi (Kılıçaslan) hem teknik direktörümüz, hem kulüp başkanımız, hem kaptanımız, hem sağ bekimiz, hem de malzemecimizdi. Söylemesi ayıp ben de onun takımdaki gözdesiydim. Bölümün tafsilatı başka bir yazıda anlatılmıştı zahir.

Ozanların Merkezi, Kalbi, Beyni Ozan Sokak

 

Ozanların her sokağında akrabam veya komşum vardı; yıllardır da buradaydım,  Ozanlar damadı da olunca artık ‘essahtan Ozanlarlı’ kabul edilmiştim. Hem de Ozan sokakta. Doğrusunu söylemek gerekirse Ozanlar demek Ozan sokak demekti. İlaveten de, Kulaksızlar’dan kuzeye doğru uzanan sekiz on hane. Geçen asırlardan gelen Ozanlar Köyü buradaydı; yirmi, yirmi beş hane kadardı ve her birinin tarlası çifti çubuğu hatta 1980’lerin sonlarına kadar da ahırı, hayvanları da vardı. Manav mahallesi olan bu yerli sokak, kızlarına (ve dolayısıyla da damatlarında) düşkün olduğundan, beni de hemen içlerine alıvermişlerdi sağ olsunlar. (Oğlumuzun sünnetinde Ozanlar mahallesine 112 davet dağıtmıştık, 109’unun katılması bunun bir diğer göstergesi değil midir? Elbette bunda kayınpederimle kayınvalidemin mahallede çok seviliyor olmasının da payı büyük olmalıydı).

Ağbilik çok ama çok önemliydi o yıllarda. Hem mahallenin ağbisi, hem de benim ağbim (en doğrusunu söyleyeyim) ‘Mahallenin Delikanlıbaşı’ Burhan Kabukçu’ydu. Benden sadece dört yaş büyüktü ama o duruşu, saygınlığı, sahiplenmesi, büyüklere saygısı, küçüklere karşı otoritesi, kısacası karizmasıyla o bizim ‘doğal ağbimiz’di.

Yetmişlerde ve Seksenlerde Adapazarı’nın kuzeyi Ozanlar, Ozanlar ise Ozan sokak demekti  doğrusu.

Bir Numara Tahir Hocaların Ünal Ozan

Seksenlerin başlarındaki Ozan sokağı şöyle bir tanıtmak, tanıştırmak isterim sizlere. Sokağın bir numarası  Hakkı-Ünal Ozan’ın eviydi. Aile lakapları Tahir Hocalardı. Altmışların başında sokağa gelin gelen kayınvalidemden dinlemiştim; o yetişmiş o günlere: Tahir Hoca Arapların giydiği beyaz entariyle Cumaları camiye gelen, mahalledeki herkesin sevip saydığı, muhtemelen yetmişlerin başlarında vefat eden, medreseden yetişme bir mollaymış. Ünal Ozan’ın bir söyleşide bana bizzat naklettiğine göre; Hendek Puna Ortaköy’e bağlı –şimdi körlemiş- altı yedi haneli Kadıköy’den yüz yılın başlarında Ozanlar’a göçen bir aileymiş Tahir Hocalar.

Tahir Hoca’nın iki oğlu vardı, ikisine de yetiştim ben: İğneci Mustafa Amca (Faik Kürem’in evinin dibinden Büyükgazi İlkokulu’na ve Yuvarlak Bakkala doğru giden sokakta,  solda çok güzel, adeta filmlerdeki İstanbul konaklarını hatırlatan -eski bir- Rum evinde oturuyordu, eşi Hüsniye Teyze, Tüvasaş’ta çalışan oğlu Ünsal Ağbi ve gelini Münire Abla ile birlikte. Ünsal Ağbinin –muhtemelen- 1967 veya 1968 doğumlu sevimli oğlunun adı da Tahir’di zaten. Beş vakit namazını camide kılan Mustafa Amcanın, Demokrat ve Adalet Partinin Ozanlar delegelerinden birisi olduğu söylenirdi.

Tahir Hocanın diğer oğlu ise Ozan sokağın bir numarasında, Cumbalı bir Rum evinde oturan Hakkı Amcaydı. Zayıf uzunca boylu dik saçlı hep ciddi görünümlü bir amcamızdı Hakkı Ozan. Eşi Semahat Abla ise Salmanlı’nın batısındaki Karadavutlar (Manavca söyleyişle Gardaflı) köyündendi. İki kızı bir oğlu vardı. Kızları Şanser ve Gülter, oğulları Ünal Ozan. Asıl mesleği avukatlık olan Ünal Bey, CHP’den 1977’de  Adapazarı Belediye Başkanı seçilmiş, 12 Eylül Askeri Darbesi (1980) indirmişti onu koltuğundan. Örgütçü, inatçı, ağzı iyi laf yapan, mahallede oturmasına rağmen mahallede kimseyle görüşmeyen, daha çok Şehir Kulübü müdavimiydi Ünal Ağbi.

 

Yedi Numara Alkanların Faik Kürem

 

Üç ve beş numaralar, Ozan ailesinin bahçesiydi, boştu. Yedi numarada, dört beş basamakla çılan geleneksel tek katlı Adapazarı evinde oturan ise - hayatta görüp göreceğim en beyefendi insanlardan - adabı muaşerete  dair çok şey öğrendiğim Faik Kürem’di. Faik Kürem, Adalet Partisi’nin (AP) Adapazarı’ndaki  ağır toplarından, 1965-80 arası dört kez hükümet kuran Başbakan Süleyman Demirel’in Sakarya’da sevip saydığı iki elin parmakları sayısındaki dostlarından biriydi. Aynı zamanda Adapazarı Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanıydı. Lakapları Alkanlardı. Eşi Bedriye yenge çok oturaklı bir ablamızdı. Beş çocukları vardı: İstanbul’da Diş hekimi Ali Ağbi, Makine mühendisi Lokman, Bağkur’da çalışan Leman, İngiltere’de İşletme okuyan Orhan ve Mimar Nagehan.

 

Faik Amcayla Ünal Ağbi siyaseten zıttılar; pek konuştuklarını gören bilen de yoktu. 1978 ve 1979’daki Bülent Ecevit’in Başbakanlığındaki CHP İktidarı sırasında yokluklar, kıtlıklar, kuyruklar ülkeyi kasıp kavururken, APli Faik Kürem, ne yapıp edip yağ tuz şeker bulup komşularını rahatlatıyor; Ünal Ozan ve çevresinin de bundan çok ama çok rahatsız olduğu söyleniyordu. Nitekim Esnaf Kefalet Kooperatifi’nin Ozan sokaktaki deposu bir gün zabıtalarca basılacak,  ‘Ayıp ayıp Ünal Ozan’a, kıtlıkta bizi yağsız bırakmayan Faik Kürem’e yapılır mı bu?’ diye tepki gösterecekti sokak sakinleri.

 

Altın Kundura Nail Alkan, Kandıralı İsmail Altay

 

Soldan saymaya devam edelim: Dokuz numarada Faik Kürem’in amcası Nail Alkan oturuyordu. Nail Amca Belediye emeklisi, eski bir esnaftı. Bir zamanlar ( Ellili Altmışlı yılların) ünlü Altın Kundura Mağazasının sahibi olduğu söylenirdi. Eşi Hanife Abla mükemmel bir anne ve komşuydu. Kızları evliydi; damatları Recep Ağbi Sendikacı, Ziya Ağbi Almancı, Ali Ağbi Kaynarca’da Eczacıydı. Şimdinin Ensar Hırdavat firmasının sahibi Eyüp Ağbi ise üniversiteyi yeni bitirmiş, Malatya’ya tayin olmuş bir teknik öğretmendi. Eyüp Ağbi, Kabukçu ve Osman Meğreli ile birlikte ömür boyu benim mahalledeki ‘üç büyük’ ağbimden biri olacaktı.

 

İki katlı eskice evin alt katında ise 54 AY 056 Bedford  marka yeşil  kamyonuyla taşımacılık yapan ‘Kandıralı İsmail’ lakabıyla tanınan ve sevilen, otuz yıldır o sokağın mukimi İsmail Altay oturuyordu; yani benim kayınpederim. Kirada olmasına karşın, gerek mizacındaki uyumluluk, gerekse otuz yılı bulan yerleşiklik ve ortak hatıralar, gerek komşularıyla  güzel ilişkileriyle Altay Ailesi sanki geçen asırdan kalma bir aile gibiydi o sokakta. İsmail Altay, üç kızı ve aynı adı taşıyan oğluyla sokağın demirbaşlarından biri gibiydi. Ozan sokaktaki hemen herkesin anne veya babaannesinin Kaynarca kökenli olması, İsmail Altay’ın ve eşinin de Kaynarcalı olmaları, hatta 21 Haziran 1921’da Adapazarı’nın Yunan İşgali’nden kurtarılmasında başı çeken Halit Mollanın kayınpederimin dayısı olmasının, mahalle sakinleriyle güçlü ‘uyum ve dostluğu’nda etkisi olabilir mi bilemem. Evin en büyük çocuğu Gülseren ile ben evliydim. Dört yaş küçüğü Gülsen Ticaret Lisesi öğrencisi, ondan dört yaş küçüğü Reyhan ortaokul, iki yaş küçüğü İsmail ise Büyükgazi İlkokulu öğrencisiydi. O yaşlarda biraz haşarıca olan kayınbiraderimin (büyüyünce çok sakin, çok durgun, çok dengeli bir delikanlı oldu) sokağındaki akranları Özgür Ozan (Ünal Ozan’ın oğlu), Tahir Ozan (Ünsal Ozan’ın oğlu), Semilik (asıl adı Semih, Bedri Hepbiçer’in ortanca oğlu) ile bazen tatlı tatlı  misket, bazen yakar top, bazen naylon topla futbol oynaklarını hatırlarım. Hatta İsmail’in çete reisliğinde Faik Kürem’e ait arkadaki eski samanlığı tutuşturduklarını da.

 

Prototip, Örnek Bir Aile; Körmehmetler

 

On bir numarada mahalledeki lakapları ‘Kör Mehmetler’ olarak bilinen Mehmet Hepbiçer ve Ailesi oturuyordu. Ufarek boylu her zaman güler yüzlü, her zaman saygılı, her zaman sakin, olumlu biriydi Mehmet Amca. Kız kardeşi Bedriye Abla, Faik Küremin hanımıydı. Üç oğlu vardı; Bayındırlık İl Müdürlüğü’nde çalışan İnşaat mühendisi Bedri Ağbi, o zaman Tekirdağ’da Yağlı Tohumlar Ayçiçeği Fabrikası’nda çalışan Makine mühendisi Necmi Ağbi, Erzurum’da Tıp Fakültesi öğrencisi İsmail. O zamanlar sadece Bedri Ağbi evliydi; hem Mehmet Amcanın hem de Bedri Ağbinin eşlerinin adının Emine olmasından dolayı bizimkiler (daha doğrusu tüm sokak) onları Büyük Emine / Küçük Emine olarak ayırıyordu. Birkaç yıl içerisinde Necmi Ağbiyle İsmail de evlendiler. On üç numaradaki arsalarına dört kat sekiz daireli bir inşaat yaptılar.  Çok hoş, çok güzel, filmlerde prototip olarak gösterilebilecek bir aileydi Hepbiçerler. O zamanlar akşam  misafirlikleri çok meşhurdu; dört erkek ve eşleri birlikte akşam oturmasına gelirlerdi. Mehmet Amcanın torunları Cemal, Semih, Serpil ve ikizler (Esra ve Ömer) de olurdu. Tavşan kanı çaylar, patlatılmış mısırlar eşliğinde ülkenin siyasetine, yönetimine, ekonomisine dair çok hoş sohbetlerimiz olurdu. Mehmet Amca’yla İsmail , Turgut Özal’ı destekler, koyu Demirelci olarak Bedri Ağbi ile koyu Ecevitçi olarak kayınpederim, olan bitene karşı çıkarlar, Necmi Ağbi her zaman olduğu gibi daima susar, ben ortayı bulmaya çalışırdım; kadınlar ise bir yandan örgü örerler bir yandan da küçük dünyalarına ait günlük konulardan konuşurlardı. Ayda bir onlar kayınpederime, diğer ay bizimkiler onlara akşam oturmasına gidilir gelinir ve gidilirken eşimle bana da haber verilir, biz de zevkle katılırdık. Muhabbetin  tadına doyulmadığı çok güzel Adapazarı akşamlarıydı onlar.

 

07.06.2013

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.