- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
26 Ekim 2025- İstanbul18°C▼
- Ankara11°C
- İzmir19°C
- Konya17°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa23°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep18°C
PROF. DR. NACİ BOSTANCI: MEHMET ÂKİF ERSOY VE DÖNEMİ ÜZERİNE BAZI DEĞERLENDİRMELER
Bu oturuma konuşmacı olarak gelirken, dolmuşla Dikmen'den Kızılay'a indim, oradan da yürüyerek bu salona geldim.

15 Haziran 2021 Salı 12:16
Hepinizin bildiği gibi hava soğuk, dışarıda kar var. İnsanlar ancak kalın paltolarına gömülmüş bir şekilde bu şehrin sokaklarında, caddelerinde yürüyebiliyorlar. Kışın hayat işte böyle kalın elbiseler talep ediyor insandan. Ben de paltomun sıcaklığına çekilerek yürürken, Âkif'in bir yoksula sırtından paltosunu çıkarıp verişini hatırladım. Olayı bilirsiniz, hali pür melal yoksulu görür, mevsim kıştır, hava soğuktur, Âkif'in ona vereceği ancak sırtındaki paltodur, o da çıkarır paltosunu verir. Bu davranışı bir hikâye olarak anlatıp geçmek farklı bir şeydir, tam da mevsimin kış, ortalığın soğuk olduğu bir zamanda, kişinin elinde verecek yegâne sadakası olarak sırtındaki paltosunu çıkartıp, kendisi soğukla yüz yüze gelirken onu bir yoksula vermesini hayal etmek farklı bir şeydir. Yine de biz bunu sadece hayal edebiliyoruz belki, çünkü palto hâlâ sırtımızda. Bir insan bunu niçin yapar? Niçin bir yoksula, kimsesize çıkartıp paltosunu verir? insanların çıkarları peşinde koştukları, böylelikle oluşan gizli elin her şeyi düzene soktuğu iddiasıyla ne kadar da çelişen bir davranış.
Âkif, beslendiği gelenek, edindiği ahlak, sahip olduğu vicdan ona bunu emrettiği, başka türlü yapamayacağı için, kendiliğinden, olağan bir davranışla çıkartıp o paltosunu vermiştir. Bu davranış Âkif'in hayatındaki yegâne örnek olay değildir. Şiiri İstiklal Marşı olarak kabul edildiğinde, Meclisin mükâfat olarak verdiği parayı da almamıştır. Marşı milletine bir hediye olarak sunmuştur. Zengin olduğu için değil, çok parası olduğu için değil, hayır, bunu kendi ahlakına, kendi anlayışına yakıştıramadığı, milletine karşı duyduğu derin sevgi ve saygı nedeniyle böyle yapmıştır.
Ben bunlara ve buna benzer davranışlara baktığımda, evet, diyorum, Âkif her şeyden önce bir ahlak insanıdır, bir vicdan insanıdır. Bu iki değer de tarihsiz değerlerdir, tarihin her döneminde önemli ve anlamlı değerlerdir, büyük medeniyetlerin en temel karakteristiğini ortaya koyan değerlerdir. Bir ahlak ve vicdan insanı olarak Âkif, sahibi olduğu büyük medeniyetin örnek bir temsilcisidir. Esasen büyük medeniyetler, sahip oldukları değerlerin temsili marifetiyle hayat bulurlar, ilgili oldukları kamulara biçim verirler, başka kültürlere, çevrelere örnek teşkil ederler. Nasıl Latinler, söz uçar yazı kalır, diyorlarsa, aynı şekilde medeniyetleri medeniyet yapan eylemdir, fiiliyattır, değerlerin hayata taşınmasıdır. Bilirsiniz, Mahatma Gandhi'ye batı medeniyeti hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, "Güzel bir fikir," demiştir. Gerçekten batı medeniyetinin güzel fikirleri vardır, ama eyleme geçen o fikirler değil, batının diğer yüzü olmuştur çoğunlukla. Elbette bu medeniyetin vicdanı zaman zaman yapılanları tekzip etmiştir, fakat önemli olan sonuçtur, insanlığın ne ile karşılaştığı, neyi yaşadığıdır. O yüzden güzel fikirler yetmez, güzel fikirlerin hayata taşınması gerekir. Âkif'i büyük yapan, hayatını inandığı değerler istikametinde yaşaması, bu manada vicdani bir tereddüde kendi hayatında hiçbir şekilde ve hiçbir zaman yer bırakmamasıdır.
Mehmet Âkif'in İstiklal Savaşında oynadığı mühim rol ortadadır. Anadolu'da mücadele başladığında o da Anadolu'ya geçmiş, Burdur, Antalya, Ankara, Kastamonu havalisinde mücadele yolunda halkı aydınlatma faaliyetlerinde bulunmuştur. Yaptığı en önemli işlerden birisi camilerde halka vaaz ederek onların bilinçlenmesine mihmandarlık etmektir. Bunun aslında ne kadar zor bir iş olduğunu takdir etmek gerekir. Zorluk, İstanbul'da yaşayan, oranın hayat şartlarına alışmış bir insanın, bin dokuz yüz yirmilerin Anadolu'sundaki hayat şartlarına uyum göstermesi zorluğu değildir. Zorluk, hem bir şair ve mütefekkir olmak, hem de halka halkın diliyle konuşmak zorluğudur.
Bundan bir süre önce Ankara'dan Amasra'ya gidiyordum. Cuma günüydü, yolda bir köyde Cuma namazı için durduk bir arkadaşımla. Köyün camisine girdik. Kırk kişiye yakın bir cemaat vardı, işinde gücünde olan insanlar. Sonra hoca çıktı ve Cuma vaazını verdi. Son derece yalın bir anlatımla konuştu, hepimizin tahmin edebileceği konulardan bahsetti. Hocanın konuşmasına, orada bulunan insanlara baktım ve esasen okuryazarlığın aslında halkla konuşabilmek, kimi konuları iletebilmek bakımından nasıl bir engele dönüşebileceğini fark ettim. Bana gel sen konuş deselerdi doğrusu ne söyler, nasıl anlatırdım, bilemiyorum. Ama Mehmet Âkif Ersoy, bundan yaklaşık doksan yıl önce, o günün şartları içinde vilayetleri, kasabaları dolaşarak Anadolu insanına konuşmuş, onlara milli mücadeleyi anlatmış ve direniş ruhunu ateşlemiştir. Acaba Ersoy nasıl bir dille konuştu, hangi kelimeleri seçti, nasıl bir vurguyla anlattı?
Onu tanıyanlar, büyük şairin birçok dili olduğunu söylerler. Birçok dil derken, insanın çeşitli hallerine karşılık gelecek diller kadar farklı sosyal kesimleri de kuşatan diller kastedilmektedir. İşte Mehmet Âkif Ersoy, bir entelektüel, bir şair olarak o camilerde, o şehirlerde halkın yüreğine dokunan, nabızlarına dokunan, onların dünyalarına dokunan konuşmaları başarıyla yapabilmiştir. Neleri konuştuğuna, neleri anlattığına dair kitaplar mevcuttur. Onlara baktığımızda en zor en çetrefil konuları bile nasıl bir açıklıkla dile getirdiğini görüyor ve ona bir kez daha hayran oluyoruz.
Mehmet Âkif Ersoy, milli mücadeleden sonra önce bir süre Ankara'da kalmış, daha sonra Mısır'a gitmiştir. Kaldığı Ankara, henüz yirmi otuz bin nüfusu olan, henüz doğru dürüst yolu olmayan, elektriği olmayan, dükkânlarında en temel malların dahi zorlukla bulunduğu, ulaşımı zorlukla yapılan bir Ankara'dır. O Ankara'nın gecelerinde hala kağnı tekerlerinin gıcırtıları vardır. Bu Ankara resmi, sosyal olarak okuryazarların da azlığına işaret eder. 13.5 milyon nüfus, tarımla sağlanan gelir, nüfusun çok büyük bir kısmının köylü olduğu bir toplumsal yapıda bu olağandır. Gerek Yakup Kadri gerek Tarık Buğra bir roman diliyle, birçok araştırmacı da akademik bir dille o dönemin Ankara'sının iki yüzüne işaret ederler. Bunlardan birincisi, idealist insanların, ülkenin talihini değiştirmek için kendilerini adamış olan insanların Ankara'sıdır. İkincisi ise, istifçilikten, spekülasyondan para kazanmak isteyen, yokluğu ve yoksulluğu kara çevirmek isteyenlerin Ankara'sıdır. Bu da olağandır. Ülkeler geçiş dönemlerinde her tür olay ve insanla karşılaşırlar. Bu iki yüzle de en derin şekilde tanışırlar. Âkif Ersoy şüphesiz idealistlerin safındadır. Onun Mısır'a gitmesine ilişkin birçok tartışma yapılmıştır. Fakat ben en temelde bu kararın, bu davranışın, katılalım, katılmayalım, uygun bulalım ya da bulmayalım, onun idealistliğinden kaynaklandığı kanaatindeyim. İdealist insanların siyasetin ve toplumsal hayatın gerçekliğine ait bu iki yüzle karşılaşmaları kolay değildir. Bunları olağan kabul edemezler, istiklal Savaşının o insanları kucaklayan, ortak bir kaderde kardeş kılan havasını her daim ve her yerde talep ederler. Çünkü insanlara söylenen onca söz, onca duygu böyle mükemmel bir hayat için olmalıdır, kanaatindedirler.
Mehmet Âkif Mısır'a gittiğinde dönüp ülkesiyle ilgili kimi politik yorumlarda bulunsaydı, o zaman bu tür spekülasyonlara da gerek kalmaz, birinci elden niçin böyle davranıldığı açığa çıkardı. Fakat o onurlu insan, İstiklal Marşının şairi, şartlar ne olur ve nasıl yorumlanırsa yorumlansın böyle bir politik yorumda bulunmamış, ülkesiyle bağlarını da en derin şeklide sürdürmüştür. Mısır'da Türkçe öğrettiğini de unutmamak gerekir. Haidegger, dil varlığın evidir, der, nereye giderseniz gidin diliniz anavatanınız olarak sizin yanınızdadır. Türkçe öğreten Âkif için de dilin anlamı farklı değildir, ayrıca unutmayalım o bir şairdir ve dil onun için ayrıca anlam taşımaktadır.
Âkif bir şair olarak, şiirin tarihsiz meram gücünün sahibi bir kişi olarak sadece kendi dönemine değil tüm dönemlere sesini ulaştırabilen bir insandır. Safahat bugün de en çok okunan kitaplar arasındadır. Safahatta tasvir edilen insanlar, dile getirilen değerler bugünün egemen stereo tipleriyle elbette bağdaşık değildir. Ancak tıpkı Âkif'in bir ahlak adamı olması gibi safahat da bir vicdan kitabıdır. Modernleşme serüvenimizin ürettiği nice kırılmalara karşın belli ki bu ülkede insanlar vicdan bayrağını daha da yüksekte tutmak için bir uğraş içindedirler. Âkif hala bu bayrağı tutan ellerden birisidir. Bu önemlidir.
Bugünün kuşaklarının Âkif'in şiirlerinden öğrenecekleri birçok bilgi, duygu, kolektif kimliğimizin birçok karakteristiği vardır. Nasıl modern zaman kendisini eskiden ayırırken zımni bir"yeninin iyi olduğu''tezi üzerinden geçmişi küçümseyen bir hali içinde barındırırsa, modern zamanların çocukları da bazen ileriye bakmaktan geride kalanın barındırdığı hâzineleri fark etmekten yoksun kalıyorlar. Oysa zaman itibariyle söyleyecek olursak ileri-geri dediğimiz hal, temel insanlık güzergâhları bakımından belirsiz sözlerden öteye gitmez, gidemez, ilerlemeyi cep telefonlarındaki teknik dönüşümün ötesinde insanlık halleri üzerinden değerlendirmeye çalışan akılların, bilinçlerin, yüreklerin gelecekle geçmişi kucaklayan bir tavrın sahibi olmaları beklenir. Geleceğe yürürken geçmişten kucaklanacak ne var denilirse, bu listenin içinde Âkif'in özel bir yeri vardır. Bir bilge kişi, gelecek geçmişin ileriye uzatılmasıdır, diye bir söz etmiş bir zamanlar. Kimi vakitlerin haklı kıldığı bu sözün ışığında diyebilirim ki Âkif'i okumak bazen geçmişe değil geleceğe dönmek manasındadır. Safahat'ı okuyanlar bunu gayet iyi bilirler.
Selam ve saygı ile...
Mehmet Âkif: Edebî ve Fikrî Akımlar/3. Mehmet Akif Ersoy Bilgi Şöleni’nde sunulan tebliğlerin kitap haline getirilmesi ile oluşan kitap TYB'nin 39, Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 3.kitabı
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.