- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul15°C▼
- Ankara10°C
- İzmir17°C
- Konya10°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep15°C
ŞAİR MUSTAFA EMİRCAN; O BİZİM BEŞİBİRYERDEMİZ

Fahri TUNA
18 Aralık 2015 Cuma 10:00
Beş parmağında beş marifet biridir o. Hani eskilerin ‘nev’i şahsına münhasır’ dedikleri türden. Yani ‘özel’ yaratılmış, ‘özel’ donatılmış birisi.
Yüz sene önceki ölçülere göre o bir molla, öncelikle. Kur’an-Arapça öğretmeni iki. Sıkı, yetkin, modern bir şair, üç. Ahşap-oyma sanatçısı, dört. O bizim şeyhülislamımız; -benim tabirimle- Şeyhülislam Mustafa Süleyman Efendi, beş.
Bu beş parmağında ayrı ayrı marifet bulunan kahramanımız kim mi? Söyleyeyim: Aslen Hendek Puna Ortaköy kökenli bir bilge adam, bir Türkmen/Manav bilgesi: Mustafa Emircan.
Peki ben mi nereden tanıyorum: Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nde dört yılın (1974-78) üç yılında sıra arkadaşım. Aynı masayı paylaştık; aynı sevinçleri aynı acıları birlikte yaşadık. Notlarımız özelliklerimiz de benzerdi. İkimiz de matematikçi, sayısalcıydık. Ali Gezici’nin Cebir yahut Geometri sınavına girmek üzereyken ‘şu konu neydi?’ diye sorardım ona, o da sabırla anlatırdı, çoğu kez o konudan soru gelirdi sınavda. Sonuçlar açıklandığında bana sitem ederdi Mustafa: ‘Nasıl oluyor arkadaş, sen teneffüste bile bana soru soruyorsun, sonra da sen 8 alıyorsun ben 7, bu işte bir yanlışlık var ama…’ İkimiz de teşekkürle geçiyorduk sınıflarımızı. İkimiz de MTTBliydik. Son sınıftayken o Edebiyat Kolu başkanı ben yardımcısı olacaktık; Edebiyat Öğretmenimiz Yusuf Şahin’in planının aksine, bir tercih kazası sonucu (bizim yüzümüzü tahtaya döndürerek yapılan oylamada yatılılar bana ondan bir oy fazla verince) ben başkan, o yardımcım olmak durumunda kalmıştık. ‘Sesimiz’ diye duvar gazetesi çıkardık birlikte. İkimiz de edebiyatçıydık kısacası; ikimiz de Edebiyat öğretmeni veya hukukçu olabilirdik; mezun olunca o Bursa İlahiyat’a gitti ben Sakarya Mühendislik’e; kader işte…
Orada da mektuplaştık hep; ikimiz de şiirler yazıyorduk ( o zamanlar ben de kendimi şair filan sanıyordum, 1980 yılında Mavera’da merhum Cahit Zarifoğlu façamı bozdu da kendime gelebildim, ‘on sekizindeki her dört Türk’ten üçü şairdir’ diyen Faik Baysal’a Fatihalar gönderelim). O serbestçiydi ben hececi. Bayağı sürtüşmelerimiz olmuştu mektuplarda. Heceyi sanki memleketin namusu onuru bağımsızlık timsali görüyordum demek ki, Necip Fazıl’ın izindeydik, Büyük Doğucuyduk ya. Zaman onu haklı çıkaracaktı elbette. Esas mesele şiirdi, imgeydi, lirizmdi, duyguydu. Kalıpların ne önemi vardı ki.
Bursa’da Sanat Edebiyat Dergisi’nde yayımlanıyordu şiirleri o yıllarda. Ve Yaşar Kaplan’ın Aylık Dergi’sinde.
Bir medeniyet hassasiyetiyle, on dört asırlık bir bilinç ve özlemle şiirler yazıyordu Mustafa Emircan. İmgenin dalgalı tufanlı kıyılarında ustaca kulaç atıyordu. İşte 1981’de Bursa’da Sanat Edebiyat Dergisi’nde yayımlanan bir şiiri:
SİSLİ SAYFALARDAN SÜT BEYAZLARINA
Nice bin yıllık özleminle aramıza
Ne aykırı set çekmiş koca dağlar
Kuş ötmez kervan yürümez yollarımızda
Örtmüş izlerimizi kum fırtınaları
Sevdalarım tutuklanmış tarih sarayında
Bir garip sayrılığa düşmüşüz apansız
Yer altına çekilmişim dipdiri
Ey düşümde ağırladığım güzel
Yaban eller sömürmüş canım güzelliğini
Ben vefasız olalı, sen de gittin gideli
Gözyaşı girdi aramıza, kan girdi, ölüm girdi
Kirli bir ilgisizlik sindi el sürülmeyen göz nuruma
Kılıç kuşanan ellerim kalem kuşandı şimdi
Sevdanın eskittiği yüreğim hasretini yazdı
Yollarımdan dikenleri kaldırmalıyım bir bir
Gümüşlemeliyim bengisu içtiğim tasları
Adadığım sözleri hep yinelemeliyim
Çağlara yürüyen özlem besteleri dinlemeliyim
Sonra yüreğimin gergefinde
Bir özge halıya bir ilmek daha atmalıyım
Ah parmaklarım parmaklarım hiç yakışmayan
Ve nice bin gecedir ufuklarda
Karınca adımlarıyla yürüdüğüm şiir diyarında
Bekleriz firuze doğuşunu tan vakitlerinin
Sonra evlendik, çoluk çocuğa karıştık ikimiz de. O Adana Kozan’da Meslek Dersleri öğretmeni, ben Adapazarı Belediyesi’nde mühendistim. Bir yaz tatilinde, ilk iki kızı Nedra ve Sevra bebektiler daha, Tekelerdeki fakirhanemizi şereflendirmişlerdi. Sonra Ürdün’e Arapça İhtisasına gitti. Dönüşte Çorum’da öğretmenli yaptı bir süre daha. Derken mezun olduğu okula döndü bir gün; Adapazarı İmam-Hatip Lisesi’nde Meslek Dersleri öğretmeniydi artık.
Daha sık görüşür olmuştuk.
Ürdün Günleri’nden çok hoş hatıraları vardı: ‘Ürdünlüler ‘Şeriat yani din hiledir’ diyorlar’; ‘nasıl yani?’ deyince biz, ‘onlarda hile, bizdeki gibi desise üçkağıt aldatma değil çözüm manasına geliyor. ‘Din çözümdür’ diyorlar yani. Böylece güncel, çağdaş hâle getiriyorlar.’ Bir başkası şuydu mesela: ‘Ürdün Havaalanında Osmanlıca bir tabela dikkatimi çekti: ‘Hoşgeldiniz Ya Akabekân’; bir türlü çözemedim, sordum soruşturdum. Meğer Orta Asya’da Akabek imiş kelime, Anadolu’da sonra agabeg olmuş, sonra ağabey, en son âğbi. Akabekân, ağabeyler demekmiş.’ Ve üçüncüsü: ‘Ürdün Kralı Hüseyin 1.60 boyunda eşi ise 1.80. ama fotoğraflarda aynı boyda görüyorsunuz hepiniz. Fotoğraf sırasında Kral Hüseyin 20-25 santimlik bir tahta üzerinde duruyor. Fotoğrafları o nedenle hep belden yukarı. Kral Hüseyin’in eşiyle beraber fotoğraflarını çekmek ve yayımlamak en büyük suç bizim Ürdün’de.’
Beraber kooperatif kurduk 1980’lerin sonlarında. Hadi Şahin, Mustafa Erdoğan, o, ben… 1999 depreminden bu yana o evlerde oturmaktayız. Tam on altı yıldır da aynı ikiz dubleksin doğu-batı yakasındayız Mustafa Emircan’la. Bitişik komşuyuz yani.
Örnek bir öğretmen bilgili bir öğretmen öğreten bir öğretmen oldu hep o. Ama ne çektiyse ömrünün baharında yakalandığı Behçet hastalığından çekti. Kaç kez çocukları yakınları dostlarıyla helalleştiğini, Cerrahpaşa’da aylarca yattığını bilirim. Şükür son yıllarda atlattı hastalığı. Behçet Uz’la arası iyi şimdilerde.
Münevver adamdır Mustafa. O nedenle olmalı Akyazı’dan Münevver Hanım’la evlendi. Beşi kız biri erkek altı evlatla ödüllendirdi Yaradan onları: Nedra (Ortaokulda Din bilgisi öğretmeni), Sevra (Eczacı), Büşra (Psikiyatr ihtisası yapan Tıp doktoru), Betül (Tekstil mühendisi), Ertuğrul Yasin (Anadolu İmam-Hatip Lisesi öğrecisi) ve Hacer Nuryüce (Fen Lisesi öğrencisi.)
Yıllarca Hilalfm’de şiir programları yaptı yönetti. Ağaç oyma sanatına ilgi duydu, yüzlerce eser üretti, karma sergilere katıldı.
17 Ocak 2001’de yayına başlayan ve 132 sayı / 11 yıl aylık olarak yayımlanan Irmak Kültür Sanat dergisinin adını Mustafa Emircan’ın verdiğini de çok az kişi bilir. İlk kadronun omurgasından olduğunu, ilk 18 sayıda şiirler ve tarihi anekdotlar yazdığını da…
Onu tanıyan herkes, her başı sıkıştığında ona fetva sordu. Neden mi? Olayları bilgece yorumlamasından, analitik muhakeme ve mukayese becerisinden dolayı. Ve günü, hayatı, günceli kucaklayan, çözümler sunan fetvalarından, bakış açısından dolayı.Bunun sonucu tarafımdan verilen ‘Şeyhülislam Hendekli Mustafa Süleyman Efendi’ namıyla anılır oldu bazı çevrelerde. Bana ‘Hayatı boyunca bütün namazlarını camide kılmış ve hiçbir vakti bırakmamış biri var mıdır yeryüzünde?’ diye bir soru sorulsa, ‘Evet var, Mustafa Emircan’ derim hiç düşünmeden. Öylesine istikrarlı sabır ve sebatlı, samimi mümindir Mustafa kardeşim.
O bir sessizlik sükûnet ve denge abidesi adamdır.
Az ama öz konuşur. Konuştu mu yazabilir not alabilirsiniz. Boşu, lüzumsuzu, malayanisi yoktur.
Arada sırada bir sigara tüttürür ve ekler: ‘Ben bu merete dokuz yaşında köydeyken başladım, on yaşımda komşunun samanlığını yakınca da bıraktım.’
Çölü aşmak için, bir ömür kervanını yola düzmüş kahramanımızdır o bizim.
Mutluluk çağının gelişine adaktır onun canı.
Ömrünün ilk kırk beş yılı yarasa özgürlüğüyle savaşarak geçmiştir onun. Tan vaktinde niyaza durmuş bir çocuk kalbi taşımaktadır bir ömür o.
Erken uyanan dağların yüceliğini sevdi Mustafa Emircan, karanlık vadilere karşı.
Yüreğinin gergefinde dizeler, mısralar şiirler dokudu bize, bir ömür Mustafa.
Karınca adımlarıyla yürüdüğünden olmalı şiirin yollarında; bizce çoktan sırası gelmiş hatta geçiyor olsa da, çıkamadı şiir kitabı bir türlü onun.
Onun gibi biz de bekliyoruz, firuze doğuşunu tan vakitlerinin.
Âkif gibi ‘sessiz yaşadım kim nereden bilecektir’ üslubunda yaşayan birisi o.
Şiir gibi yaşayan adamımız; şiir gibi yaşayan arkadaşımız komşumuz dostumuz.
Şiir kadar naif, şiir gibi temiz, şiir kadar ölçülü.
Mustafa Emircan; şiir gibi adam. Hatta şiir adam.
Beşibiryerdemiz o bizim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.