- Hakkımızda
 - TYB Ödülleri
 - Genç Yazarlar Kurultayı
 - Kitaplık
 - Ahlâk Şûrası
 - Yazar Okulu
 - Mehmet Âkif Ersoy
 - Türkçe Şûrası
 - Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
 - Yayınlar
 - Söyleşi
 - Şube Haberleri
 - Salgın Edebiyatı
 - Haberler
 - Şiir Şölenleri
 - Mesnevi Okumaları
 - Kültür & Sanat Haberleri
 - Kültür Kervanı
 - Kırklar Meclisi
 - Duyurular
 - Biyografiler
 
04 Kasım 2025- İstanbul14°C▼
 - Ankara7°C
 - İzmir14°C
 - Konya11°C
 - Sakarya12°C
 - Şanlıurfa17°C
 - Trabzon12°C
 - Gaziantep11°C
 
SALİHAT-I NİSVANDAN TENZİLE HANIMEFENDİ...

D. Mehmet DOĞAN
Başbakanımızın muhterem valideleri Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Geride kalanlara başsağlığı, sabır ve metanet niyaz ederiz. Her durumda olduğu gibi Tayyip Bey’in Başbakan olarak aile gerçekliği içinde yaşadığı bir daha görüldü. Bu bir görüntü değil, bugüne kadar hiçbir Başbakan’da hissedilmeyen sahih bir gerçek.
Vefat bize gösterdi ki, Osmanlı bakiyesi  “anne” karakterinin son temsilcilerinden biri uğurlandı. Bilmiyorum,  ölüm ilanlarında “Salihat-ı nisvandan” tabiri kullanıldı mı? Geçmiş  yıllarda çok kullanılan bu ibareye son zamanlarda çok fazla rastlanmıyor. Belki bunu tabii karşılamak gerekir: Salihat-ı nisvandan olanlar hızla azalıyor. Buna  mümasil sâlih ve sâliha isimleri çocuklara eskisi kadar verilmiyor.  “Dinin emir ve yasaklarına uyan, iyi ahlâk sâhibi, müttakî erkek ve  kadınlar...” Böyle adlandırmaların azalmasından toplumda sâlihliğe,  sâlihalığa yapılan vurgunun zayıfladığını çıkarabilir miyiz?
“Sâlihat-ı  nisvan” ise, “kadınların Allah’ın emir ve yasaklarına uyan iyileri,  doğru özlüleri, dindarları, iffetlileri” anlamına geliyor... 
Birkaç satır içinde, modern zamanlarda anlamı, kapsamı, medlülü bilinmeyen bir hayli kelime kullanmak durumunda kaldık. 
Mesele  şu: Başbakanımızın sevgili annesinin vefatı, bize toplumumuzun  geleneksel anne ve kadın karakterini hatırlama fırsatı verdi. Onun önem  ve değerini anlama imkânı sağladı.
Kadın, yani anne... Kendini  tamamıyla eşine ve çocuklarına hasretmiş. Dışa yönelerek, annelikten  uzaklaşarak sathileşmek yerine içe dönerek derinleşmiş, yücelmiş bir  kadın... 
Bugün Türkiye’nin belli bir yaşın üzerindeki nesli böyle annelerin eseri. 
Anne  kavramının uyandırdığı etkinin, daha genç nesillerde belli bir değişim,  başkalaşım geçirdiğini ve hatta bozulmaya uğradığını söylemek  mümkündür. 
Elbette annelik hissiyatı, anneye duyulan muhabbet insanın içinden tamamen sökülüp atılamaz. Buna rağmen, anneliğin temsili konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz. 
Genç kızlarımızın epey zamandır Başbakanımızın valideleri hanımefendi gibi annelik hisleri ile yetiştirilmediği ortada. Bunun  Başbakanımızın iktidarı devrinde de sürdüğünü söylemek yanlış olmaz.  Türkiye’nin insan yetiştirme düzeni, tek tipleştirici bir tesir  uyandırıyor ve genç kızlarımızı anneliğe hazırlamıyor. Aile merkezli  kadın yerine, ferdileşmiş, kendine yetecek bir kadın karakteri üzerinden  işler yürütülüyor. 
Kadınların iş hayatına gittikçe daha  fazla girmesi Türkiye’nin nüfus artış nisbetini yavaşlattığı gibi,  evlilikleri azalttı ve boşanma oranlarını hayli yükseltti. 
Başbakan şahit olarak davet edildiği nikâh törenlerinde gelecekle ilgili nüfus endişeleri yüzünden evli çiftlerden en az üç çocuk yapmalarını istiyor. 
Bugünün kadınları bir çocuk, en fazla iki çocukla annelik hislerini tatmin ediyorlar. Ayrıca bugünün  eşlerinin çalıştığı ortamda annelik hisleri şöyle veya böyle tatmin  edilse bile annelik vazifeleri hakkıyla yerine getirilemiyor. Bu vazifelerin yerine getirilmesinin gerekli olduğu konusunda sosyal baskı da giderek daha az hissediliyor.
Evinin  kadını, çocuklarının annesi olan temel karakter artık miadını doldurmuş  görünüyor. Çocuklar çalışan anneler için önce yaşlı ebeveynlere, sonra  kreşlere bırakılan emanetler haline geliyor. Anneler kendi hayatlarını  yaşamaya daha fazla ağırlık vererek, çocuklarıyla ilgilenme  yükümlülüklerini ihmal ediyorlar. 
Erkeğin aileden yalıtılması çok  tuhaf karşılanmaz bir durumken, şimdi kadının aileden yalıtılması aynı  tepki ile karşı karşıya. Aileleri bir arada tutan bağlar gevşiyor ve  modernleşme toplumun kalesini şiddetle sarsıyor. 
Modernlik kendini  dindar olarak tanımlayan, şeklen de böyle olduğu görülebilen kadınların  da içinde düştüğü bir çıkılmaz kuyu günümüzde. Giyim kuşam farkları  üzerinden fikir yürüterek kadınlarımızın aile ve annelik karşısındaki  tavır alışlarını ayrıştırmak çok kolay değil. 
Belki büyük  çoğunluk böyle bir sele kapılmışken farklı bir durumun doğru ve mümkün  olduğunu söyleyebilecek yapıların toplumda makes bulabilmesi beklenirdi. Ufukta böyle bir belirti de görülmüyor. 
Salihat-ı nisvanın son temsilcileri sessizce veda ediyor. Onlar için gözyaşı dökülüyor. Yerlerinin doldurulmayacağı söyleniyor. Bunların  hepsi doğru, fakat o yeri koruma konusunda, kadını gerçek eksenine  yerleştirme konusunda yapılması gereken bir şeyler yokmuş gibi  davranılması kabullenilebilir mi?
Hazların,  maddi tatminlerin zirve yaptığı bir dönemde, diğergamlığın, feragatın,  fedakârlığın, iffetin, ismetin... destanını yazanların esamisi  okunabilir mi? 
Velhasıl, devrimiz salihat-ı nisvanın devri değil!
12.10.2011 Yeni Akit
- Geri
 - Ana Sayfa
 - Normal Görünüm
 - © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
 
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.