- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul20°C▼
- Ankara19°C
- İzmir19°C
- Konya17°C
- Sakarya20°C
- Şanlıurfa23°C
- Trabzon17°C
- Gaziantep22°C
ŞEHİR ARAŞTIRMALARI MERKEZİ VE YİTİP GİDEN MEDENİYETİMİZ

M. Ali ABAKAY
Böylesi bir forumda siz dostlarımızı ve dinleyenlerimizi selamlayarak söze başlıyorum. Bu tarz faaliyetlerle şehir olgusuna, medeniyet kavramına dikkatin çekilmesi, biz şehir araştırmacıları için oldukça ehemmiyet arz etmektedir.
Günümüzde kimliklerini gittikçe kaybeder hale gelen şehirlerimizin gerek tarih gerek mimarî gerekse sanatın diğer dallarıyla irtibatının zamanla zayıflaması, bizim için medeniyet anlayışının artık globalleştiirlmek istenen dünya sisteminde yitiklere karışmasına ve zaman içinde insanı insan yapan değerlerin yıpratılarak, insanlık üzerine hegemonyalarını kurmak isteyenlerin kendilerinden başkasını kul-çağdaş köle-hizmetkâr durumuna düşürmesine, ülkeler arasındaki sınırları kaldırarak, kendilerine yer altı ve yer üstü kaynaklarını talan hakkını (!) doğurtmak isteyenlerin silahların konuşmadığı, soğuk savaş rüzgarlarının estirilip birer put haline gelen met'a üstünlüklerinin tescili anlamını taşır, bastıkları kâğıtların altınla değişimini hedefler, ürettiklerinin dışında ne varsa yasaklanmasını gerçekleştirmedir, kendi düşüncelerinin dışında farklı fikirleri boğmadır, modernitenin halkalı köleliğinin başlangıcının herkese özgürlük fişeği ile duyurulmasıdır.
Dünya üzerinde estirilen, başkasını etki alanına alıp, kendi içinde sindirirken, kendisiyle bütünleştirmeyip, kendisinde olan aslî vasıflarını körelterek, asliyetinden uzaklaştırıp, gücü elinde tutmanın remzi olan global dünya düşüncesi, medeniyet ve dolayısıyla şehirleri de yeni bir dizaynla şekillendirmeyi amaçlamakta, yeni usluplarla mimarîyi hizaya getirerek, insanın hiss ve fikir âlemine yolculuklarını yapmasını engellemekte, ruhtan manayı almakta, her şeyi gördüğüne hapsetmekte, işitileni var saymayı reddetmekte, düşünceyi dondurmakta, medeniyetle şekillenen hayatımızda mimarî geleneği yıkmakta, değiştirmekte, giyimden kuşama, yemeden içmeye, barınmadan konuşmaya varıncaya kadar ne varsa kendi şablonu içinde her şeyin iyisi patentiyle yoğurup, her şeyin en idealinin yaşanan zaman olduğunu deklare ederek, dünle bugün arasındaki ne varsa reddetmekte, yarına dair insanın bir şey düşünmesini asla kabul etmemektedir. Maddiyûn anlayışının geçerliliğine bağlı bu anlayışın mana ile bağlarını kopartmak istediği insanlığı maddeye görünmeyen bağlarla esaretine alma düşüncesi, son yüzyılın bilinip de açıklanması zor olan ve nereden kaynaklandığı belli olup da ismi söylenemeyen, dünyayı kendi malları-mülkleri, kendilerinden başkasını kendisine hizmetkâr kılma anlayışının temsilcileridir.
Kendi içlerinde daima dayanışmayı- kuvvetler birliğini savunan, başkasını ortaya attığı fitnelerle birbirine düşürüp ayakta kalmayı amaçlayan, başkasının rahatsızlığını kendi huzuru bilen anlayışın ana merkezinde her şeyi kendi dengelerinde tutmak için kendi değerlerini mevcut değerlerin yenilenmesi ve bunların yerine ikâme edilmesi şart olan, ismine yenilik-özgürlük-modernite- çağdaşlık olmak üzere insanın kulağına ne kadar hoş gelen sözler varsa eksik etmeyen ve insanı afyonla uyuşturmaktan daha beter hale getiren ve bunu hissettirmeden gerçekleştiren metotların plânlayıcıları, şehirleri, insan kalabalıklarını sürü psikolojisiyle yönlendirmeye çalışırken, dünden gelen her şeyi tümüyle reddetmeye varan kesin çizgileri, yumuşatarak benimsetme amacını gütmektedir.
Yeryüzünü dar görerek gökyüzünü kirletenlerin teknololjik üstünlüklerine dayanarak, dayattıkları global dünya düzeni, birçok ülke insanını savaşlara sürüklemiş, milyonlarca insanın son elli senede evini, barkını başına yıkmış, sayısız şehri yerle bir etmiş, kendisinden olmayanı insan yerine koymamış, her ülkede kendi çıkarlarına ters düşen durumlarda milyonlarca insanın katliamını gerçekleştirmiş, uğradığı ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını savaş tazminatı olarak harcamalarına karşılık ipotek altına almış, demokrasi ihracı adı altında inançları hedef bilmiş, çözülme gerçekleştirilmediğinde kendisince ambargolara baş vurmuştur. Ülkenin kendi kendisine yeterliliğini ortadan kaldırarak, ülkenin dışa bağımlılığını artırarak, kendi iç dinamiklerinin geliştirdiği komplolarla o ülkenin ya da halkın veya düşünce mensuplarının rahata ermemesi, ülkenin sürekli kaoslar içinde kalmasını varoluşunun gereği addeder, bu tarz yönetim anlayışları.
Bulundukları şehirleri yerle bir eden, kardeşi kardeşe düşman kılan, gerektiğinde inançlar etrafında uçurumları derinleştiren bu anlayışın mensupları, tarihten aldıkları dersleri unutmadıklarını, günümüzde özellikle kendilerince adlandırdıkları Orta Doğu Coğrafyası'nda ve Afrika Coğrafyası'nda inancı İslâm olan milletlere yönelik medeniyet anlayışına karşı yeni, ılımlı, kendilerine zararsız, emrettiklerini yerine getiren, kukla, özünü yitirmiş, koltuk meraklısı, devşirme yönetim ve dengeleme işlerinin peşindedir.
Savaşlarda yakıp yıkılan şehirlerin mimarîsi onlar için önem arzetmez. kendilerine ait olmayan tarihî, değerleri olan abideler-anıtlar önemli değildir. İbadethaneler, sıradan yerlerdir. Yıktıkları, bombaladıkları müzeleri önce talan ederler, sonra ortadan kaldırırlar. Onlar, işgalci olma ruhunu geçmişten taşır, bunu fırsat buldukça gün ışığına çıkartmaya çalışır, bağımsızlık-özgürlük- demokrasi çığırtkanlığı arasında olanlar-bitenler, adeta gelecek bahara başka bir coğrafyada başka şehirlerin başında kopartılmak istenen fırtınaların, boranların, kasırgaların habercisidir. Şehirlerde taş üstünde taş, beden üstünde baş bırakmayan anlayış ve bu anlayışın takipçileri, insanlık dışı muamelelerle kendi vahşetlerini çağın global dünya sistemi etiketi ile ört-bas ederken binlerce yıllık şehirlerin yapısı değiştiriliyor, binalar bombalanıyor, insanlar öldürülüyor, tarih adına, kültür adına, irfan adına ne varsa ortadan kaldırılıyor, fizikî tahribatla yetinnmeyenler, manevî alanda yıpratılmışlığı körükleyerek, ahlâkî bozulmayı tetikleyen tarzda çalışmalar içine giriyor, silahı kendisi verirken, katliamları özgürlük şarkılarının gölgesinde, tınısında gerçekleştirip suçluyu o ülkenin medeniyet anlayışına, birikimine ustalıkla bağlamayı ihmal etmiyor. Bu nasıl bir sistemdir ki dünya, elleri böğründe, çaresiz, olana ve bitene seyirci kalmakta, herkes sırasının geleceğini bile bile, suda haşlanan kurbağa misali tatlı bir uyuşukluk içinde kendisine çizdirilen ve kendisine inandırılan kader (?) anlayışına iman ediyor.
Kendilerine ait tarih önemlidir. eserlerin değeri parayla ölçülemez, ibadethaneleri her şeyin üstündedir, inanmamalarına rağmen. Kini, öfkeyi, vurmayı, kırmayı, parçalamayı, yıkmayı başkası için mubâh görenler, kendilerine bunu yasaklatmış, kendi insanını yüceltirken, hem cinsi olan, dili farklı, inancı farklı, derisi farklı, coğrafyası farklı insanlığı nesillerine düşman belletmişlerdir.
Şehirlerin günümüzdeki imarına, nazım plânına, şekillenmesine baktığımız zaman, dünle irtibatlarının ne derecede kopuk hale getirildiğini görmekteyiz. Binlerce yıllık insanlığın birikimi olan şehirlerde onlar için esas olan toprak olmuş kavimlerin bıraktıkları eserleri müzede sergilemedir. Mevcut yaşantıda olanların mimarîsi kendileri için değerli değildir. Kendi inançları dışında bir inanca sahip olanların ne inancına ne de yaşantısına tahammülü olanlar, geliştirdikleri yeni şehir anlayışlarında üretimi ortadan kaldırıp insanlığı daima tüketime ve dolayısıyla çok üretip kazanarak ve başkasını üretim alanından silerek, devasa alışveriş merkezlerini zincir halinde insanın bulunduğu her yerde mantar gibi türeterek başkasını kendine bağlı kılma ameliyesini kutsamaktadır.
Şehirlerde üretimi ortadan kaldırıp tüketimi kamçılayan anlayış, köydeki nüfusu ilçelere, ilçelerdeki yığılmaları şehir merkezlerini yönlendirip, şehirleri cazibe alanı göstererek gerçekleştirmeyi düşündüğü plânlamayı onlarca yıla yaymaktadır.
Reklâmlarla, iletişim yollarıyla daima en iyisini kendisinin ürettiğini bilinç altına zerk eden anlayış, insanlıkta şuuru ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Zihnen kendisine bağladığı insanın ne içeceğine kendisi karar verir, ne yiyeceğini kendisi belirler, hangi müziği dinleyeceğini kendisi söyler, neyi giyeceğini kendisi saptar, bu alışkanlığa sahip kıldığı kuşakların kendilerine biatları kalıcıdır, ahtapot kolları misali sarıp sarmallanan insanlık, sadece kendilerine çizilen yolda mutlu olmaktan, tad almaktan başka hayatı biçimlendiremez, kendilerine verilen çerçeve içinde hareket eder ve hiç bir şeyi sorgulama zahmetine girmez, başkasının belirttiği düşüncelere muhalefet etmeyi insanlık için erdem bilir, vazife olarak bunu içtenlikle benimser.
Bu tarz kuşaklar için tarihî değerler, zaman galerisinde kitaplarda ismi yer almış, savaşmaktan kırmaktan başka işi gücü olmayanların çöplüğünde kıymetsizdir.
Bu tarz kuşaklar için ahlâkî anlayış, mevcut olan jakoben anlayışın kendisidir. Haram ve helal arasındaki farkı bilmeyen, hayırla şerrin ne olduğunu anlamayan, yardımlaşmayı hayattan silen, sadece iyi bir yaşam adına çok zengin olmakla meşgul, başkasının duyduğu acılara, katlandıkları sıkıntılara, katliamlara sessiz kalan, kulak kesilmeyen, dünyevî-sekuller davranan kuşakların medeniyet adına bir kaygısı olamaz. Biz, bu kuşağı, neden böyle oldukları için sorgulayamayız, böyle yetişen, yetiştirilen kuşağın medeniyet-inanç- tarih- mimarî-sanat, ahlâk, sosyal değerler adına sahipleneceği bir şey yoktur. Körelmemiş kimi vicdanların arada bir tutan etik krizleri de sessiz çoğunluğu rahatsız etmesiyle demokratik tepki halinden öte mana taşımaz, anlam bulmaktan ötedir.
Teknolojinin gelişmesi ile kitabı hayattan çıkartanların bağımlı kılındıkları sanal ortam, kendilerine ne verilirse onu kabullenmeye hazır, ülke-vatan-toprak- egemenlik kavramlarına yabancı kimliklerin ortaya çıkmasına elverişli zeminler hazırlamıştır. Kendi içinde kendisini kabul etmeyenlerin çoğunluk anlayışına tepkisi haline gelen demokratik anlayış, demokrasilerin de basın-yayın-iletişim ağını eline geçiren bu anlayışın birer tutsağı haline geldiklerini unutmamak gerekir. Kapital sermayenin dengeleri allak-bulak eden stratejileri, global anlayışın ve dünyanın eseridir. Onlar, tapındıkları gücün şovalyeleridir. Amaca ermek için herşeyin mubâh görüldüğü günümüzde medeniyet anlayışı, kendilerine en büyük düşmandır.
Medeniyet, bir topluma tarihini, inancını, dilini, vatanını, değerlerini daima canlı tutmayı hatırlatan ve bunlarsız insanın sürüden farksızlaştığını daima ihtar ederken, medeniyetin dışında olanların kendilerini asrî-çağdaş-akılcı- en iyi bilmeleri, ortadaki kördüğümün ne denli güçlükle tahkim edildiğini gösterir.
Biz, Türkiye Yazarlar Birliği Sitemizde yer alan "Şehir Araştırmaları Merkezi" adını verdiğimiz ve aslında medeniyetin yeniden inş'a hareketi olarak savuna geldiğimiz, her şehirde açılmasını arzuladığımız proje ile, şehirlerin canlı hafızası olacak bu merkezleri, genç kuşakları tehlikeli olan global dünya düzenine alternatif düşünmelerini sağlamak için tavsiye ediyoruz. Her şehrin tarihte, geçmişte, sanatta, edebiyatta, kültürde, mimarîde, musıkîde, ahlâkî değerlerde olmak üzere, o şehirleri şehir kılan ne kadar değer varsa bir araya getirmeye çalışarak, dünle bugün arasında olan bağları kuvvetlendirip bu günü yarına köprü kılacak, yabancı değerlerin ve düşüncelerin önünde müstahkem kale vazifesi konumuna getirmeyi amaçlamaktayız..
Şehir Araştırma Merkezleri, şehirler arasında iletişimi sağlayacak, yazanların, çizenlerin, düşünenlerin bir araya geldiği, tarihte kalmış, kültürle ilgili, sanatla bağlantılı, güncel meseleleri de tartıştığı, meselelerin doğrularda buluştuğu, kendisini yenilediği, dünden bugüne gelen birikimlerin verimli şekle dönüştüğü, kültürel hamlelerle canlılığın daima zinde tutulduğu mekânlar olarak, bu merkezleri düşünmekteyiz..
Her şeyimizle ipotek altında olduğumuz yaşantıda, dünyaya gelenin borçlu, göçenin borçlu gittiği hayatı reddeden, hayatın her alanında kendisini yetiştiren, dışa bağımlılığı reddetmekle birlikte kendi kendisine yeten bir toplumun yeniden dirilişinin utopyadan gerçeğe dönüştüğü, hayal edilenle gerçekleşenin birbiriyle örtüştüğü, tarihle inançla, kültürle irfanın eğitimle harmanlandığı, insanın kendi kendisini bulduğu, kardeşliğin yeniden akla geldiği, katılaşmış gönüllerin merhametle yumuşadığı, açın ve açıkta olana rastlanmadığı, ekonominin sermaye kıskacında bulunmadığı, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin insana verilen ve herkesin bunda hakkının bulunduğunu idraklere yerleştirmeyi hedefleyen Şehir Araştırma Merkezleri, çok yönlü ve hayatın her kademesinde herkesin kendisine ait olan ne varsa bulduğu, yitiklerini kaybettiği yerde, ayağa düştüğü yerde tekrar şaha kaldırmanın merkezleridir.
Belediyelerin ve Mülkî İdarelerin oluşturduğu kent merkezleri, belirttiğimiz merkez anlayışının dışındadır. Şehir Araştırma Merkezleri, bazen kitap okuma yeri iken, sanatın, folklorik değerlerin korunduğu mekânlar iken, aynı zamanda şehirlerin ekonomik kalkınmasının plânlandığı yerler olarak bilinmelidir.Merkezler, ekonominin konuşulduğu merkezde diilerine göre insanların kendilerine ait her şeyi buldukları yerdir. Merkezler, insan merkezli, insana saygıyı ve erdeme hürmeti esas alan, tecrübelerin bilgiyle bütünleştiği, harmanlandığı, hayatın her alanında insan yetiştirmeyi gaye edinmiş, medeniyetini esas alan insanımız için birer mektep olmalıdır.
Bin seneyi bulan İslâm Coğrafyası'nda parçala böl ve yut politikasının reddiyesinin yazılması gereken, aynı inançla yoğrulan insanların, niçin birbirine düşman kesildiklerinin açık yüreklilikle cevaplandırıldığı divanlardır, dünyada olup bitenlerin sorgulandığı meclislerdir, Şehir Araştırmaları Merkezi. Kimi bu tarz merkezlerin ilgi alanlarına baktığımızda işin o şehirle ilgili birkaç kitap yayınlamakla sınırlı olduğunu görmemiz veya mevcut statükoyu koruyan, muhafazakâr yapı içinde kendisini idamesi, tatlıya-etliye-sütlüye karışmama anlayışı veyahut birkaç üniversite öğrencisine burs sağlama, ayda bir-iki söyleşi-sohbet veya imza günü düzenlemesi, bizim şehir araştırmaları merkezi anlayışımızda yerini bulamaz.
Şehir Araştırma Merkezleri, yaşına ve bilgisine göre şehri şehir kılan değerlerin tümüyle aktarıldığı, birer üniversitedir, akademik mekânlardır. Parasız eğitimin verildiği, kapitalizm vahşetinin yaşanmasına müsaade edilmeyen, insanı köleleştiren anlayışların da karşısında olan, aynı topraklar üzerinde yaşayan, dil, din, mezhep gözetmeksizin, ortak değerlerde buluşmanın, insanlığa ve erdeme saygının esas kılındığı, yüz yılın kendi insanımızca kendisini tanıma imkânı oluşturan, sessizliği oluşturan insan topluluklarının aynı adresidir.
Bu merkezlerde yalnızlığa itilen insanımıza şehrin tarihî kimliğinden soyutlanamayacağını haber veren, tarihe saygının, kültüre hürmetin, sanata aydınlığın, ilme itibarın, inanca serbestliğin, mimarîye geleneğin kapılarını açan Şehir Araştırmaları Merkezi Projesi, uygulanma alanı bulduğunda öncelikle seksen bir ilimize ait kaynak eserleri bir araya her ilde getirecek, alanında yetkin isimlerin, yazarların, şairlerin buluştuğu, tartıştığı, tanıştığı merkezler olacaktır.
Şehirler insanlar gibi canlıdır, onlar gibi doğarlar, yaşlandıklarında değer kazanırlar. İtibar görmediklerinde binlerce senelik geçmişi, değerleri, inançları, kültürü, folklorik kıymetleri, bizi biz yapan her şeyi, insanın toprağa teslim edilmesi gibi tarihe karışır ve yitikler içine girer.
Biz, bizi biz haline getiren, doğduğumuz, çocukluğumuzun geçtiği, olgunlaştığımız, yaşamakta olduğumuz toprakları her şeyiyle yaşatma azmi içinde olmadıkça halimiz ve tavrımız Sultan Ahmed ile Ayasofya ile övündüğümüz İstanbul'un göklere meydan okurcasına uzanan onlarca, ellilerce katlı apartmanlara, sanatın-kültürün- değerlerimizin yaşamadığı, yaşatılması için endişe duyulmadığı gökdelenlere teslimiyetinden başka bir şey değildir. Şehirlerimizde inş'a edilen her yapı manzumesi, bizim değerlerimizin dışında olmamalıdır. Bize rağmen yapılanlar varsa demek ki şehir ya bizim değildir ya biz, şehre gereken ehemmiyeti vermiyoruz. Bu tezadı ortadan kaldırmadıkça, bu hengamede ne tarihî değerler kalır ne eserler meydanda olur ne yaşanılan hayatın manası, anlam taşır...
İnsanın gittikçe yalnızlaştığı, dört duvar arasında kendisini mahpus ettiği, kendisinden başka kimseyi tanımadığı, yardımlaşmadan uzak tutulduğu için kimseden yardım istemeye yüzünün bulunmadığı, komşuluk haklarının hiçe sayıldığı, merhamete yabancı kılınan, apartmanından cenaze çıktığının farkında olmayan, bayramlarda komşusunu tanımadığı için komşusunun kapısını çalmaya üşenen, manevî değerlerden yoksun bir şehir hayatında yaşamayı reddeden Şehir Araştırmaları Merkezi Projemiz, her şehrin renkleriyle zenginlik kazanacak, farklı düşüncelerle gelişecek, yüz yılımızın hem üniversiteleri hem hayatın kendisi olacak, ahlâki doygunluğa ulaşmanın, aile hayatının medeniyetimizde dirliğinin öneminin yansıtılacağı, şiirin-musıkînın-sanatın icra edildiği, kalp ve gönül birlikteliğinin insan aklına hükmettiği, toplumu toplum kılan her unsurun hürmete layık görüldüğü, küçüğün büyüğe saygısının küçüğe sevgiye dönüştüğü, yokluğun ve yoksunluğun olmadığı, aç insanların elini açıp dilenmelerinin önüne geçildiği, aşsızın ve işsizin yanında duran, infak kurumu misali varlıklı olanların yoksul olanlara el uzattığı merkez anlayışımız, biz doğrulara bağlı oldukça, Hakkın rızasını sahiplendikçe yeri ve zamanı gelince gönlümüze saldığı köklerle filizlenecek, sahiplendiği medeniyet anlayışı tekrar eski ihtişamına kavuşacak, dünyanın beklediği medeniyet hamlesinin ana merkezinde var oluşun insanlığa müjdesini verecek Mekke'dir, Medine'dir, Frerganadır, Buhara'dır, Semerkand'dır, Taşkent'tir, Gırnata'dır, Şam'dır, Tebriz'dir, Bağdad'dır, Kahire'dir, Beyrut'tur, Yemen'dir, İstanbul'dur, Diyarbekir'dir, Erzurum'dur, Bursa'dır, Aşkabad'dır, Haydarabad'dır, Mehabad'dır, Humus'tur. Gerektiğinde Dicle'dir, Fırat'tır, Nil'dir, Seyhan'dır, Maveraü'n-Nehir'dir. Bakarsınız Filistin'dir, Keşmir'dir, gönlümüz. Bazen gönlümüz Endülüs'tür, bazen Taç Mahal'dir, el-Hamra'dır. Bakarsınız dört yanı çevrilmiş Kudüs'tür. Bazen inancımızın dile geldiği, ezan nerede okunmuş ise orasıdır.
Şehirlerimizi kendimiz olmadıkça şehirlerimize sahiplenmeye biz,layık olamayız. Kendimiz olmadıkça, doğruluğa düze çıkamayız. Şehirleri şehir kılan değerlere düşman olanlarla dost olduğumuz müddetçe kendimize olan saygımız azalacak, bir zaman bakacağız ki bizi biz kılan değerler de kalmamış olacak.
Şehir Araştırma Merkezleri, önce kendi dünyamızın şehirlerinin ve insanının aynası olacaktır. Kendi kendisini tanıdıkça ve kendi şehirlerini bildikçe başka şehirleri de tanımaya başlayacaktır, insanımız. Kendi şehrinin dünden bu güne gelen değerlerine saygı duymadıkça da saygı bekleme arzusu, kendisini şehir uzmanı görenlerde, medeniyetten uzak olanlarda sönükleşecektir.
İnsanın insana, insanın taşa, toprağa, ağaca, suya saygısı olduğu müddetçe şehirler yaşar. Yaşamayan şehirlere bakınız ve şehrin insanı ne derecede yalnızlığa ittiğini, buhranlara sürüklediğini, intihara sürüklediğini görünüz.
Şehir, sadece insanın yeşil alanlara hapsedilmesini ön görmektir, günümüzde. Peyzajın çok, dinlenme yerlerinin fazla olduğu, insanın böylelikle halinden memnun biçimde düşünüldüğü şehir tasavvuru... Biz, medeniyetin çok katlı apartmanlarda olmadığının bilinmesini istiyoruz. AVM ve market ile çok katlı iş merkezlerinin çoğaltılmasıyla, kendi kimliğinden yoksun toplu konut projeleriyle şehirlerin intihara sürüklenmekte olduğunu ifade etmek istiyoruz. Elbette teknolojik kimi yeniliklerin hayatımıza girmesine yabancı değiliz. Tarihî dokuya müdahalelerin, SİT Alanı olan yerlerin kimilerine rant kapısı edilmesinin önünün kapatılmasını istiyoruz.
Şehirlerde Yerel Yönetimlerin, Mülkî İdarelerin kültür-sanat etkinliklerinin göstermelik olmasına tepkiliyiz. Şehri şehir yapan değerlere saygılı olmadıkça, şehirlerin canına okumalar devam edecektir. Biz, şehri şehir yapan değerlere sahip çıkılmasını bekliyoruz. İlgili Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın ve gerekse şehirlerden sorumlu olan diğer bakanlıkların şehir ve medeniyet arasındaki ilişkileri gözden geçirmelerini talep ediyoruz.
Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın yer altında kalan eserlere verdiği önem, yer üstündeki eserlerden esirgeniyorsa, yer üstündekiler harap halde kaderine terk ediliyorsa ve bu eserler, daima övünmekte olduğumuz medeniyetimize ait ise, bu durumda ne yapmamız gerekir? Bunu hem anlatmaktan yorulduk, hem ifadeden aciziz...
Özetle gecikmemesini arzuladığımız, medeniyetimizin yitiklere karışmadığı, artık bu yitikleri tekrar bulmayı istediğimiz, bedenimizde taşıdığımız can gibi ruha sahip şehirlerde gönlünüz nasıl rahat ediyorsa, öyle bir yaşamın gecikmemesi duygularıyla şehirlere ve şehirlerin bağlı bulundukları medeniyete saygıya davet ediyoruz, şehir ve medeniyet arasında bir bağ kurmaktan aciz olanları. Tüm çabamız şehirlerin şehir hüviyetine tekrar kavuşması, şehirlerin kimliklerindeki aslî hususlarının canlı tutulmasıdır.
Şehir ve medeniyet sevgisiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum
Yorumlar
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.