22 Ekim 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara16°C
  • İzmir23°C
  • Konya19°C
  • Sakarya19°C
  • Şanlıurfa23°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep20°C

ŞEHİRLERİN KİMSESİZİ: ŞEHİR TARİHİ YAZARLARI

M. Ali ABAKAY

Mensubu olmaktan daima övünç duyduğumuz ve sürekli olmasa da sitesine yazdığımız TYB, şehir konulu çalışmalara oldukça olumlu bakmaktadır. Kasım 2010’da gerçekleşen 1. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi ile üstüne düşen görevi yerine getiren ve sorumluluğunu idrakte kusursuz olan TYB, ileride farklı çalışmalarda da bulunacak.

TYB’nin şehir konulu çalışmalarını, TYB Şeref Başkanı olan Sayın D.Mehmet DOĞAN Bey’den edindiğimiz bilgi sayesinde sürdürme arzusunda olduğunu öğrenince, bir medeniyet davası olan hususun sıradan bir kılıfa büründürülmek istense de öyle olmadığını bir daha anladık.

***

Şehrine sahip çıkmayan anlayışların zaman içinde medeniyete dair söyleyecek sözlerinin tükendiğini ve medeniyet denince asrî yaşamla sınırlı olan belleklerinin, sosyal yaşantıyla çevrelenmiş olduğunu sanmaktayım. O sosyal yaşantı ki festivallerle, sportif çalışmalarla, gezilerle, büyük alışveriş merkezleri yapmakla, yeşil alanları artırmakla, şehrin çehresini modern binalarla süslemekten ibaret kalmakta ve bu manzarada medeniyetten kast olunan birçok vasfın itibar kaybına uğratılmaktadır.

***

Şehrine sahip çıkmayı, temizlik kültürüyle, yemek çeşitleriyle ve senede bir iki kez gece düzenlemekle eş tutanların algı problemini, meselesini biz değil, olsa olsa sosyologlar çözebilir, psikyatristler ortadan kaldırabilir. Bizim medeniyetten kast ettiğimizi anlamaktan yoksun olanlara anlatacak bir şeyimiz de olamaz, yazdıklarımızdan başka.

***

TYB Sitesi’nde çalışmalarını imrenerek okuduğum Sayın Yahya DÜZENLİ, şehirler hususunda bizden daha yetkin biçimde şöyle der:” Mekân yabancılaşması” modern zamanlarda olduğu kadar, kadîm dönemlerde de görülen önemli bir sendromdur. Özellikle bir medeniyetin ruhunun üzerinden çekildiği şehirlerde ‘münzevi’ bir şekilde yaşayan mekânların muhataplarında bıraktıkları bir sendrom… Mekân mı insana, insan mı mekâna yabancılaşıyor? Aslında her ikisi de… İnsanın mekâna yabancılaşması; onu tanıyamaması, ona karşı ‘hissizleşmesi’dir. Mekânın insana yabancılaşması ise, insanla olan ilişkisinde fonksiyonunu kaybetmesi, ‘duyu kaybı’na uğramasıdır. “

“Mekân Yabancılaşmasına Tutulmak “ başlıklı yazısında ayrıca şunu da belirtir:Bize ait” olduğunu zannettiğimiz fakat ruhunu kaybettiğimiz, onlara yabancılaştığımız, karşısında etkilenmediğimiz tarihî mekânlarımızın manasını ve hala süregelen çekiciliğini ve etkisini, onları gören “yabancı”lardan dinlediğimizde/okuduğumuzda biz bile hayret ediyoruz.

“Nasıl olur? Bu mekânlar bize bir şey anlatmazken, onlara nasıl anlatabilir?” şaşkınlığını yaşadığımız şehrin sakini olan “gerçek sahipleri”, bugün artık giderek ölüme terk ediliyor… “Gerçek sahipleri” diyorum çünkü, sadece o tarihî mekânlar şehrin “ne olduğu”nu, “kime ait olduğunu” anlatabiliyor. Şehrin bir zamanlar sahip olduğu ruhu ancak o mekânlar yansıtabiliyor.”

***

Evet, Ülkemizde eksikliğini hissettiğimiz “Şehir Yazarları” ismiyle bir kuruluşa ihtiyaç vardır ve şehir konulu çalışmaları bulunan yazarlarla isimler, bir an önce bu oluşumun içine girerek, medeniyet adına bu işi üstlenip, bir ilk olacak bu oluşuma destek sunmalıdır.

Daha önce de birçok kez ele aldığımız Şehir Kitaplıkları Projesi de bu oluşum etrafında her şehirde hayata geçirilebilir.

TYB, ikincisini düzenleyeceği Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nde katılımcılara “Şehir Yazarları Oluşumu” teklifini götürmelidir. Bu teklifi yaparken, oluşumun TYB çatısı içinde olmasını elbette isteriz ki ancak köklü, geleneğe yabancı olmayan kuruluşların böylesi zor görevleri üstlenebileceğine eminiz.

TYB, bu oluşumun zeminini hazırlamaktadır ki Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’ni hayata geçirmektedir. Bizim bir yazıda her şeyi dile getirmemiz mümkün değildir. Sayın DÜZENLİ’nin de belirttiği gibi içinde yaşadığımız mekânlara artık yabancılaştık. Bizi üzen en önemli husus da yaşadığımız yerleri yabancılardan öğrenmemizdir. “El” denilerek küçümsenen yabancının çektiği fotoğraflardan, verdiği bilgilerden yola çıkarak şehri tanımaktan daha fecî bir durum var mıdır, medeniyete sahip çıkanların ve şehir üzerine çalıştığını ifade edenlerin nazarında?

***

Şehre dair çalışmalar içinde bulunan ve ısrarla bunu sürdürmeye kararlı olanların içinde bulunduğu sıkıntıları ele almayacağız, öncelikle. Bu yazarlardan istenen şayet şehri tanıtmak ise bu yazarlara tanınan imkânlar vücuda getirilmiş midir?

Kültürle sanatla turizmle yatıp kalkanlar, sadece deniz görmüş şehirlerde işlerinin turistlere hizmet etmek olduğunu mu zanneder?

Şehrin birer mührü gibi duran yapıların ayakta durması, kimisinin artık ilgisizlikten harap durma düşmesi ve birçoğunun artık fotoğraflarda yitikler kervanına katılması, kültürle sanatla bağlantı kurulamayacaksa ve ilgililer tarafından ele alınmayacaksa Şehir Yazarları ne yapabilsin?

Şehir Yazarı gerektiğinde mimarîyi öğrenir, arkeolojiden beslenir, tarihten kopuk yaşamaz, ilgi alanına giren beldenin coğrafyasından uzak düşmez, inanç yelpazesini tanımak zorunda ve ilgi alanı ile sınırlı bölge hakkında ne kaynak varsa temini yolunda ömrünü adar.

Ortaya çıkan birkaç eserle avunur, ihtiyaç halinde çağrılır, bir devlet büyüğü konu hakkında bilgi istediğinde kapısı çalınır, önemli günlerde ve haftalarda bir yemek ziyafetinde yaptıklarının önemli olduğu vurgulanır. Gerisi laf u güzaf!...

“Şehir Tarihi Yazarları Oluşumu” hakkında daha fazla bir şey belirtmeye gönlüm razı değil. Çünkü bunun yankılarını aldıktan sonra, düşündüğümüz doğrultuda bazı gelişmeler olursa” Şehirlerin Kimsesizi: Şehir Tarihi Yazarları” üzerine söylenecek sözler, şehirlerin kimsesiz olmadığını, şehir tarihi yazarların bu şehirlerin sahibi oldukları ortaya çıkacaktır. Bir şeyler olmayacaksa “Şehirlerin Kimsesizi: Şehir Tarihi Yazarları”, yine çalışacak, yine şehirlerini tanıtma alanında eserlerini oluşturacaktır.

***

Keşke üniversitelerde masa başı çalışan kimileri de şehir tarihine verdiğimiz değerin farkına varsa… İlgili kurumlarla kuruluşlara gelince onlar da bizi bilir biz de onları biliriz. Onlar, akademisyendir, dokunulmazdır, söyledikleri kuraldır,  belirttikleri doğrudur, eleştirilmezdir. Bizim dediğimiz, onlara göre ehemmiyetsiz konumdadır.

Bilmedikleri bir şey vardır, sadece: yaşadıkları şehirden habersiz olmasalardı, bizim yazdıklarımız kadar onlar da yazardı. Söyleyeceğimiz, sadece bu!..

***

Peki bizi neden anlamazlıktan gelmektedir, sözü geçenler? İşte burada bir medeniyet çatışması vardır ve düne ait olan ne varsa onların gözünde kayda değer sayılmamakta gibidir.  Yapıları onaranların gözünde bu mekânlar elbette tarihî eserdir.

***

Biz, ruhunu kaybetmiş mekânların, bu eserlerin taş duvarlardan ibaret olduğunu zaten bilmekteyiz. Bu yapılara ruh vermektir, yeniden meselemiz. Kördüğüm, burada başlamaktadır.

01.04.2012
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.