- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
SİBEL ERASLAN'DAN: ‘LEYLA, BAK MİRAÇ GELİYOR’
Göğe hiç bakmadan gelip geçiyor günler... Çünkü yerde kavga edecek o kadar çok şey var ki, sırası gelmiyor bir türlü yukarıların.

Ezbere bildiğiniz dualar geçiyor içinizden, yıllık ziyaretlerine gelen göçmen kuşlar gibi. Leylekler gibi kırlangıçlar gibi, elhamlar, sübhanekeler konuyor içinize... Her şeye rağmen, Miraç geliyor... Aramızdan kaçımız, diğerinin dilini biliyor...
Çantamda bulduğum küçük bir makas yazdırdı bu yazıyı bana. Merve Tepesinde biten Hacer Ana koşumuzdan sonra, saçlarımı kesememiştim kalabalığın ortasında. Leyla koymuştu avuçlarıma, “hatıra olsun, sende kalsın” diyerek o küçük makası. Kesik saçlarını bırakarak döndükleri şehri, asla unutmaz kadınlar. Bir ukdedir Mekke bu yüzden içlerinde, tüm şehirlerin annesi, tüm dalgaların vuracağı kıyı... İç içe geçmiş zaman yumaklarını sabırla düzeltip de beline dolayan Büyük Ev...
Leyla’nın elime sıkıştırdığı hatıra makasa baktıkça... Neden bahsettiklerini tam olarak anlayamadığım Ravza’daki iki kadın geliyor aklıma... Önümde oturuyorlardı ikisi de. Kendilerini sonsuz bir üçgen gibi örtüleyen çadorlarına bakılırsa, İranlı’ydılar. Farisi iki kadın, alçak sesle birbirlerine; “Leylî vü Mecnun” diyorlardı. Medine’ye has, ortak bir dil vardı oysa, Arapça bilmeseniz bile Allahümme salli veya çocukluğunuzda ezberlediğiniz dualarla, pekala da anlaşabileceğiniz rengarenk bir kadın kalabalığının içinde... Dualar kadar tanıdık ve aşina geliyordu Leyla ve Mecnun lafzı...
İnsanın içine sonsuzluk hissi veren art arda dizilmiş revakları, başınızı döndüren misk, amber, gül kokuları ve birer hurma ağacını andıran güneşlikleriyle Medine’de iki kadın, Leylî vü Mecnun diyorlardı işte...
Başka? Başkası yok. Çünkü Leyla ve Mecnun’un hikayesini, Medine-i Münevvere’ye gelen tüm kadınlar, hatta gelemeyenlerimiz bile, öyle veya böyle işitmişlerdir... Tibet’ten ya da Yeni Delhi’den, Roma’dan veya Nil kıyılarından az evvel gelmiş olsanız da fark etmez: Birbirine kavuşamamış iki aşığın masalı, dünyanın her dilinde masaldır... Kadınlar, ayetler ve masallar, kardeşler gibi birbirine benzerler.
Tehhiyatta büyük bir ciddiyet ve teslimiyetle dizlerine uzattıkları elleri, bir kısmına kınalar yakılmış, bir kısmı manolya kadar berrak, bazıları incir yaprağı kadar eprimiş, bazıları yüzüklü, kimisi dövmeli, kimi parmak uçlarında sivri zambaklarla bu kadınlar ve bu eller... Neler gördüler... Neler geçirdiler de geldiler bu hasret durağına... Her şeyden ümidi keserek oturdular dua makamına ve kestikleri ümitlerin tümünü yeniden burada bağladılar birbirine... Dua için açtıkları ellerinde koptu ve birleşti tüm zamanlar.
Ve beklemek... Bir şeyi beklemek... En son neyi beklediniz sorun kendinize... Bu kadınlarsa işte Ravza-i Mutahhara’yı, Leyla’yı bekleyen Mecnun gibi bekliyorlardı. Miraç’ı şimdi onlardan çok uzakta beklediğim gibi... Bu ellerimizle yerlere kapanır, bu ellerimizle pişman olur, bu ellerimizle yakarıp, avuçlarımızı göklere açar da bekleriz iyiliği. Dünyada ve ahirette iyiliği. Aziz ve Gaffar olan Allah’tan iyiliği...
24.06.2011 Star Gaz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.