09 Kasım 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara8°C
  • İzmir16°C
  • Konya9°C
  • Sakarya14°C
  • Şanlıurfa17°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep11°C

SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN'DEN: SANAT SİYASET KAVGASI (1)

Yine bir sanat-siyâset kavgasına tanık oluyoruz. İnsanların bu kavgada tuttuğu bir taraf elbette ki vardır. Buna bir şey söyleyecek değiliz. Ama bu kavganın menşeine dair fazlaca düşünülmediğini sanıyorum.

Süleyman Seyfi Öğün'den: Sanat siyaset kavgası (1)

Bir olguyu ya da süreci anlamak için önce onun nasıl hikâyeleştirildiğine bakmak ve bu hikâyeleştirmenin arka plânını mesele etmenin metodolojik olarak sayısız yararı vardır. Bu iki alan -sanat ve siyâset- arasındaki husûmetin serencâmı da tuhaf bir hikâyeleştirmenin konusudur. Bu hikâyeleştirme, onun gerçeğine ne kadar sadıktır? Ya da şöyle soralım: Hikâyesi çözüldükten sonra ortaya çıkanlar ya da çıkacak olanlar, bu hikâyeyi bir daha dinlemeye değer tutabilecek midir? Bu yazı sırf bu meraktan yazıldı dersek yeridir.

Sözkonusu hikâyeleştirme, ne kadar ustaca anlatılmış olursa olsun, bir sığlık gösteriyor. Bu hikâyeleştirme indirgendiğinde, aşağı yukarı, kötü siyâset(çi) ile iyi sanat(çı) arasında cereyan eden klişe bir Yeşilçam kurgusunun basitliğinde durur. Sanat ve sanatçı masûmiyeti ve mağduriyeti temsil eder. Siyâsetçi ise ya hep Erol Taş'tır ya da en azından öyle olduğuna dair bir endişenin sonu gelmez öznesidir. Bu, arka plânında çok sayıda tarihsel örnek, örüntü olan bir hikâyedir. (Zaten tarihin sütü hiç kesilmez; herkese istediği kadar şâhit ıspat yetiştirir). Her hikâye gibi, bu hikâye de hikâye yazıcıların ve hikâye anlatıcılarının elinden çıkar; dünyanın her yerinde anlatılır ve etkin ve yaygın bir edebî-siyâsî kamuoyu oluşturur. Bu kamuoyu siyâset ve sanat arasındaki her marjinal gerilimli durumda yardıma çağrılır ve -hiç abartmadan söyleyelim- bunaltıcı bir baskı doğurur. Bunun ne derecede bunaltıcı olduğunu, siyâsetçilerin sanat karşısındaki vaziyet alışlarından çıkarabiliriz. Sanatçıların siyâset karşısındaki vaziyet alışlarını da buna göre değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Siyâsetin hikâyeleştirmeler temelindeki temsilini siyasetçiler yapacak durumda değildir. Bu, sanatçıları da içeren hikâye anlatıcılar arasından çıkacaktır: Sanat -siyâset ilişkisi, arka plânına destanları alan bir edebî hikâyeleştirme örüntüsü olarak bir tür sanatçı tarafından hikâyeleştirildiği için siyâsetçi daha baştan kaybetmiştir: Ya rolünün hakkını verecek, yâni hoyratça sanatsal alana girerek sanatçılarla kavgaya tutuşacak, ya da bu rolü üzerinden atmak için bir tür siyâsal vaudeville'e soyunup ne kadar "sanatperver" olduğunu, "san'atı ne kadar himaye ettiğini" ıspatlamak için olmadık performanslara girişecektir. Özellikle yerel siyâsetçiler bu vaudeville'de merkez siyâsetçilerden daha fazla arz-ı endam eder. Her biri kendi dâiresinde bir Kültür Bakanlığı'na soyunur. Özel hayatlarında sanatların yanına bile uğramamıştırlar, ama hikâye karşısındaki sanata ne kadar yakın olduklarını ıspat için her sanatsal kamusal ortamda aileleriyle birlikte gözükmek zorunda hissederler: Zor iş vesselâm. Hayatında Stravinski'nin adını bile belki hiç duymamış bir belediye başkanının zarif eşleriyle birlikte, sırf sanatların ne kadar hâmisi ve bânisi olduğunu ıspatlamak için bir Ateş Kuşu Balesi'ne gittiğini düşünsek ya. Bunun aile saadetlerini bile etkileyecek sonuçları olabilecektir.

Bu siyâsal vaudeville'de sanatçıların tutumları ise, onların ezelî masûmiyet iddialarına gölge düşürecek kadar karmaşıktır. Önümüzdeki yazıda buna bakmaya çalışacağız.

26.04.2012 Yeni Şafak
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.