- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
08 Kasım 2025- İstanbul18°C▼
- Ankara18°C
- İzmir19°C
- Konya17°C
- Sakarya16°C
- Şanlıurfa24°C
- Trabzon18°C
- Gaziantep21°C
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN'DEN: TÜRKİYE'DE KENTLER VE KENTLİLER (1)
Kapitalizm, yerel ve geleneksel bağlar üzerinden yaşamaya alışkın büyük nüfusları nasıl yerinden ettiğini bir sosyolojik ezber olarak biliyoruz. Bu, büyük ölçüde tarımın çözülmesiyle bağlantılıdır.

Türkiye üretim kapitalizmini çok sınırlı bir tecrübe olarak yaşadı. 1980'lere kadar, 'muasır medeniyetin' sınırlı birikimleri ve yakıcı özlemiyle yaşadık. En tepe noktasında 30 milyona ulaşan nüfus ise geleneksel tarımsal yapılar ile modern endüstriyel yapılar arasına sıkıştı kaldı. 1920'ler ile 1980'ler arasındaki dönemde; sözü edilen sıkışıklığın ortaya çıkardığı her türlü sorunla boğuştuk. Bu sıkışıklık iki dünyanın saf örüntülerini ya da ideal-tiplerini düşündürmemelidir. Geleneksel yapılar direnmiştir direnmesine, ama aynı kalmamıştır. Aheste aheste dönüşmüş ve çözülmüştür. Kentsel modern yapılar ise çözülmenin etkileri altında şekillenmiştir. Bu kültürel geçişleri; daha doğrusu iki arada bir derede olmayı en doyurucu düzeyde anlatan kavram 'taşralaşma'dır. Eş anlı olarak geleneksel kırsal hayata ince sızıntılarla sirayet eden modernliğin yol açtığı mütereddit, tedirgin dönüşümü ve kentlerin kırsal nüfuslara açılmasını anlatan 'taşralaşma' kavramı Cumhuriyet tarihimizin de baskın niteliğidir. Hâsılı, taşra sadece mekânsal olarak taşrada değil, kültür ve zihniyet dünyamızın kılcal damarlarına varıncaya kadar her yerdedir. Sanıldığı gibi Türkiye'de şehirler asla köyleşmemiş; olsa olsa taşralaşmıştır. Garip olan, Türkiye'de ne edebiyat ne de sosyoloji taşra olgusu üzerinde lâyıkı veçhile durmuştur. Bu destekler olmayınca siyaset bilimi de eğreti tahlillere mahkûm oluyor. Oysa meselâ, ağırlıklı olarak popülizmle eşleşen hatta karışan Türk demokrasisini ancak yaygın ve yoğun yaşanan taşralaşma üzerinden anlamak kâbildir.
1980'ler, yine eksik bir okumayla, Türkiye'de tarımsal yapıların çözülmesi ve büyük nüfusların şehirlere göç etmesiyle anılır. Oysa daha önemli olarak, taşra çözülmeye başlamıştır. Bu çözülmeyi iki aşamada değerlendirmenin doğru olacağını sanıyorum. Çözülme doğrudan olmayabiliyor. Çözülen süreçlere bir baskınlaşma olarak tanıklık edebiliyoruz. Nitekim 1980-2000 arası taşralılık , elbette ki yoğun bir popülist destekle, her zaman olduğundan daha cesûr bir şekilde tarihsel tutukluğunu tasfiye etmeye girişti. Bu girişimin adı 'kentlileşmek'; mekânı ise 'kent'tir. Kent ve kentlileşme kavramları, içinde Türkiye'deki revizyonist-oportünist tarihin yüzdüğü; gizli galerilerinde çoğu zaman açığa çıkmayan tuhaf yüzleşmelerin, iç itirafların ve gözden geçirmelerin olduğu , kültür tarihimizin en şüpheli ve en şaibeli kavramlarıdır. Önümüzdeki yazıda bu iki kavramın kültürel izini süremeye çalışacağız.
12.07.2012 Yeni Şafak
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.