- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
TARİHE SAYGIDAN BAHSETMEK O KADAR KOLAY MI?
Aslında gelinen son biraz da bizimdir. Zira bu çeşmelere bunu yaptıkça millet olarak doğum tarihimizi erken yıllara çekiyoruz. Hepsini kaybettiğimiz gün, doğumu TOKİ yapılarına tarihlenen bir millet olacağız. Sadullah Yıldız yazdı.

04 Mart 2016 Cuma 14:57
İstanbul’un sevimliliği kadar tehlikeli de bir yer olduğunu biliyor muydunuz? Ya da derli topluluğundan daha fazla dağınıklık ve pasaklılık gösterebileceğini?
İstanbul’un, insanı hayal dünyasında gezdiren ‘huzur’lu ve dingin, pitoresk anları yanında bir de pis, tehlikeli ve kozmopolit yüzü var. Bu yüzü bilmeyen bir insan için İstanbul’da yaşamak değil, İstanbul’un bir zihinsel gettosunda yaşamak söz konusudur ve o ‘huzur’dan bir adım sonrası büyük hayal kırıklığı anlamına gelebilir. Gerçek İstanbul, bu iki yüzü aynı anda görebilmektir.
Ancak bu iki yüz, birbirini tamamlayıcı filan değildir. Böyle romantik şeyleri o pis yüzde yaşayanlar duymasın, tahammülleri olacağını sanmam.
Laleli altlarından Küçükayasofya’ya kadar uzanan büyük bölge, böyle bir yerdir. Öyle karışık ve karışıklık içinde öyle alışıktır ki, insanın burada bir şey üzere sabit kalması imkânsız gibidir. Gelip geçmek ve hemen ardınızdan geleceklere yer açmak üzere acele etmeye mecburmuşsunuz gibi hissettirir. Bütün şehirde gördüğüm en açıklanması zor anlar bu bölgeye aittir.
İşte bu devasa hareketlilik ve yoğun karışıklık içinde de İstanbul’un tarihi gömülü. Gömülü derken, bildiğiniz gömülü. Tarih deyince müze, gömülü deyince de mecaz sandınız herhâlde. Siz de haklısınız ama biz tarihi öyle korumuyoruz. Gömme usulü çalışıyoruz ülke olarak; toprağa, asfalta, kaldırıma… ya da hepten yok etme biçiminde. Her türden yüzlerce bakımsız tarihî eser… Nasıl oluyor diyenleri, bir örnek olarak İstanbul’un tarihî çeşmelerinin güncel vaziyetine dair yaptığımız derlemelere davet edelim: Şurada.
Güzide şehrimiz İstanbul’un tarihî çeşmelerinin izini sürmeye, yukarıda arz etmeye çalıştığım keşmekeşliği barındıran Kadırga içlerinde devam edelim.
Hepsini kaybettiğimiz gün, doğumu TOKİ yapılarına tarihlenen bir millet olacağız
| 1. | |
| 2. | |
| 3. | |
| 4. | |
| 5. | |
| 6. |
İlk durağımız Molla Taşı Caddesi altındaki Nalbant Camii Sokak olsun. Caminin hemen karşısındaki çeşme büyük ihtimalle cami banisinin hayratıydı. Tas yuvaları hizasından itibaren kaldırım yemiş çeşmeyi (1). Hâlbuki bu cami ve civarına bilhassa ehemmiyet göstermeliyiz zira hakanu’l-bahreyn ve sultanu’l-berreyn Fatih Mehmet hazretlerinin doktoru ve caminin banisi İshak-ı Veli burada yatmaktadır. Neyse ki onun mezarını bir mahfaza içine alıp korumuşuz; ancak korumak yetmez. Hiçbirimiz kıştan korunup bununla yetinmeyiz; kendimizi süsleriz. Bu mezara da mevsimine göre çiçekler ekilmeli. Etrafına İshak-ı Veli’nin kim olduğuna dair bilgilendirici tabelalar asılmalı –ki vefa borcumuzun en azından sembolik bölümü hallolsun.
Böyle bir manzarayla daha İbrahim Paşa Muhsine Hatun Camii dış duvarında karşılaşırız. Çok sevimli ancak silinmeye yüz tutmuş lâle ve gül motifleri olan bir çeşmecik, daha önemli bir tarihî eser olan ve nerden baksanız üç-dört senelik uçsuz bucaksız bir hafıza ve hatıra barındıran parke taşlarına yer açarak sahneden çekilmiş…(2)
Caminin dış duvarlarının tamamı dökülüyor zaten ama biraz ötedeki bu kitabe, ikinci bir çeşmeye ait olabilir mi?(3) Caminin haziresi olan arka taraftaki mezarlar için buraya koyulmuş olma ihtimali düşük; zira kitabede ruhuna Fatiha istenen Ömer Efendi, zaten mezar taşında yazılarak bu talebi karşılanmıştır; böyle ayrıca bir ikazla ikinci bir zikre şimdiye kadar hiç rastlamadım –zira bu bir kişi için ikinci bir kitabe anlamına gelir. Öyleyse burada bir çeşme olma ihtimali kuvvet kazanır. Ne olduğunu tartışaduralım; çoktan gömülmüş. Kitabe ise keşke gömülseydim diyor.
Kadırga içlerine doğru ilerlerken tahmin edebileceğimizden daha fazla kilise görürüz ve tahmin edemeyeceğimiz kadar fazla tarihî eseri mahvolmuş, belki kurtarılması imkânsız derecede mahvolmuş vaziyetiyle. Bu iki durum bize İstanbul hakkında gerçekçi ve çarpıcı tespitlerin zeminini hazırlar. Kadırga Limanı Caddesi’nde ilerlerken göreceğimiz gerçekçi ve çarpıcı bir şey daha vardır: Bir çam ağacının gölgesinde, insanoğlunun mazisine edebileceklerinden fütur getirmiş ve kırmızı taşlarla örülü kemerinden bir kısmı ile tahrip edilmiş nişi dışında hiçbir şeyi kalmamış, yarıdan itibaren toprak altında bu çeşme için hikâyenin sonuna gelinmiş gibi duruyor.(4)
Aslında gelinen son biraz da bizimdir. Zira bu çeşmelere bunu yaptıkça millet olarak doğum tarihimizi erken yıllara çekiyoruz. Hepsini kaybettiğimiz gün, doğumu TOKİ yapılarına tarihlenen bir millet olacağız.
Ahırkapı Caddesi’ndeki bu bol süslü güzellik, nişinde ufak bir temizlikle bilhassa kemerlerindeki yosunlanmadan arındırılarak nazlanmalı (5). Sade bir besmele ve ayetten ibaret kitabesi dışında ipucu vermiyor yapıp edeni hakkında.
Oyuncu Sokak’taki çeşmede ise diğerindeki talih yok, maalesef. Teknesi parçalanmış, kitabesi okunamayacak duruma gelmiş ve yanında çıkan bir yangından etkilenmiş taşları. Ayrıca üstün boya-badana kabiliyetimizden de aktarmışız çeşmeye ve bunun sayesinde oymalarla müzeyyen manzarası kaybolmuş, yerine kalitesiz bir duvar üzerindeki çıkıntılı zeminde kirecin oturmamışlığı gibi bir manzara gelmiş.(6)
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=23281
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.