- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul18°C▼
- Ankara14°C
- İzmir17°C
- Konya12°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa19°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep17°C
UFUK BOZKIR'DAN: SAFRANBOLU'DA UYANMAK
Uyanmak kadar güzel şey yoktur. Sabahın ilk adımı sizi nereye götürecek bilemezsiniz daha. Zamanın henüz olgunlaşmamış meyvelerini koparırcasına gittiğiniz yol şimdi sizi nereye çıkaracak? Bilmek de istemezsiniz...

Bütün kainat yumuşak bir hareketle tersinden tavana asılıyor, kim bilir belki insanoğlunun ebedi kubbe duygusunu ahşabın sıcaklığıyla geri veriyordu. Zaten kubbe olmadan, gök kubbe olmadan dünya nedir, hayat nedir, değil mi?
Çıkmak diyordum ya! Ihlamurlar olmasaydı, o pençe pençe sarkan ve baygın kokularıyla etrafı dolduran o görkemli ağaçlar olmasaydı belki sokakta olduğuma ben de inanmayacaktım. Uyku bir taşaltı lekesi gibi beni tutacaktı. Ihlamur ağacı varsa bir yerde orası geçmişin sesleriyle doludur. Bitmeyen bir olgunluk atılımıyla yükselen ıhlamur adeta çağının doğal tütsücüsüdür. Gelip geçmekten, üstüne düşen seslerden alabildiğine parlamış kaldırım taşlarına basa basa o sokak senin bu sokak benim yol alıyorum. Ihlamurlar, boncuklu sarı şemsiyecikler, ters. Sabahın bu ilk vaktinde kuşlar insanlara inat neşeyle sekiyorlar dallarda. Artık son günlerine çoktan varmış dutlar bütün cömertlikleriyle dökülüyorlar. O kadar çok dut ağacı var ki. Sokak aralarında, bahçelerde, etrafta, yürüdükçe hangi dala uzanacağınızı şaşırıyorsunuz. Aradan baş uzatan çapkın incirler ise o koyu yeşili dirilikleriyle mağrurlar. İçten içe 'buraların saltanatı bizimdir' diyorlar. Ve etrafta hiç köpek yok. Gittiğim her şehirde beni tüylerimden asan o atak varlıklar yok. Ne güzel daha bir güven duygusuyla yürüyebilirim. Köpekler her yerde olsun, bir bana gözükmesinler.
Şimdi, kepenkleri kuzeye doğru mağrurca açılmış bir eski evin önünde duruyorum. Sebepsiz değil elbette. Nicedir unuttuğum iki kokuyu hatırlayıveriyorum. Islak taş ve ısırgan kokusu. Eğer bir zeminde su kaynağı varsa, su sıza sıza yukarı yükselir. Toprağı taşı nemlendirir. Terletir durur kendisini. İşte, o taştaki kokuyu bilirim ben. Nereden bilirim? Bir yerlerden değil elbette. Her insanın içinde taşlıklardan çıkıp kaynamak isteyen bir su duygusu vardır da ondan. Başımın üstünden bir kocaman Yusufçuk gibi uçan motorlu araca da aldırdığım yok. Dileyen bedeli karşılığında uçabiliyormuş bu iri Yusufçuk'la. Koku diyordum. Sonra, o yüksek ısırganların kokusuyla karşılaştım. Teninize değdiğinde yakarak kaşındıran bu en şakacı bitki kozmik bir kokuyu da taşır yapraklarında. Ya da bana öyle gelir.
Safranbolu'da her bir sokak birbirinden o kadar çalımlı birbirine o kadar bağlı ki hangisinde durup soluklanacağınızı bilemezsiniz. Hele sabahın bu vakti durmak değil dolaşmak için. Nar ağaçları, asmalar, bir savaş düzeni, bir sur çevrimi gibi şehri kuşatan ceviz ağaçları, bademler, erikler, vişneler her biri sizin bu anınız bir an boş kalmasın diye yarışıyorlar. Eskilerin su yarışı ise her an her yerde. Ahşap, su ve mekan duygusu aynı ruhun rüzgârında uçuşuyorlar. Neredeyse çeşmesiz bir kesişme noktası yok burada. Her birinden su akmasa bile kiminin kitabesi kiminin mimarisi konuşacak bir dil mutlaka buluyor. Fakat mademki gezmeye değil yürümeye, uyanmaya çıktık arastaları, camileri, hamam önlerini, konak bahçelerini de göz ucuyla yaşamak gerekir. Eğer, sizin kadar belki sizden daha meraklı Japon turistlerle gülümseyip yolunuza devam etmezseniz aklınızı çelecek bir kırlangıç geçişi her an yakalayabilir sizi.
Ne kadar farkındayım, ya da farkında olmak istiyor muyum bilmiyorum. Güneşin, sabahın ilk ışıklarını sağ yanıma almış, adeta her bir evde başka bir oyun oynayan ışık gölge geçişlerinin arasından aşağılara iniyorum. Hıdırlık tepesinden belki şehir ana hatlarıyla gözüküyor. Ben kaybolmanın, uyandıkça teslim olmanın peşindeyim. Belki yarın yine aynı şeyi yapacağım. Kuşlarla birlikte uyanacağım. Bugünü aratmayacak güzellik hamleleri içinde uyanmaya çalışacağım. Belki şu anda hâlâ uykudayım. Rüyadayım. Bunlar gerçek değil. Gerçekle karşılaşmaktan korkuyorum. Hem altından geçtiğim şu asma da hiç yok. Zaten bir şehir hayale götürdükçe şehir değil mi? Şimdi benim uyanışım hayale değil mi?
23.07.2011 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.