28 Eylül 2025
  • İstanbul16°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Konya16°C
  • Sakarya18°C
  • Şanlıurfa24°C
  • Trabzon15°C
  • Gaziantep19°C

VAKTİNDE OKUMAK

Ahmet Tâlib ÇELEN

Yaşadığımız günleri bugüne kadar biriktirdiğimiz bilgi ve tecrübe hamûlesiyle değerlendiririz.

Öyleyse şu anda ne kadar bilgili ve tecrübeliysek hâdiselerden çıkaracağımız dersler de o kadar derin, geniş ve isâbetli olacaktır.

Buna göre ciddî okumaya ne kadar erken başlanırsa o kadar iyi olacaktır. “Ne kadar ekmek o kadar köfte” fehvasınca “Ne kadar okuma, o kadar bilgi; ne kadar bilgi, o kadar tefekkür”dür. Bilgisiz tefekkür olmaz; yapmaya kalkanın yaptığı -Cemil Meriç’in tâbiriyle- fikrî istimnâdan öteye gitmez.

Bir insan doğumundan itibaren gün gün, ay ay, yıl yıl… maddî ve mânevî olarak neye ihtiyâcı varsa onu tam zamânında almalıdır. Çocukluğunda alması gereken gıdâları gençliğinde vermeye kalkışırsak karşımızda bedenen ve rûhen gelişmesini tamamlayamamış bir insan bulmamız kaçınılmaz bir netîce olacaktır. O gıdâlar o zaman lâzımdı… O gıdâlar vaktinde verilseydi şimdi karşımızda artık gençlik ihtiyaçlarını almaya hazır bir insan bulacaktık. Heyhât! Muhâtabımız ne çocuk ne de tam bir genç… Vaktinde verilmeyen gıdânın telâfîsi yok. Çocukken iyi beslenmeyen, gençlikte yapacağı işleri de yapamaz.

Hayat ırmak gibi akıp gidiyor. Bu akışta sayısız hâdiseler vukû buluyor, tahmin edemeyeceğimiz nice insanla muhatap oluyoruz. Biz, yaşadımız hâdiseler, karşılaştığımız insanlardan edindiğimiz tecrübeler; okuma, dinleme, müşâhede… her vâsıtayla kazandığımız bilgilerle tuğla tuğla inşâ oluyoruz. Malzeme ne kadar zenginse eser de o kadar muhteşem olacak… Filanca dostumuzu hayatımızdan çıkarıversek bizden neler eksilirdi, düşünelim. Filanca hâdiseyi filan bilgi ışığında öyle değil de şöyle değerlendirseydik şimdi biz, biz olur muyduk? Filan kitabı filan hâdiseden evvel okumasaydık, o kitaptan öğrendiklerimizle değerlendiremezdik o hâdiseyi; netîce ne olurdu? Okumuş hâlimizden farklı olacağı muhakkak değil mi?

İlkokul sekizinci sınıf talebelerine Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Sezai Karakoç…  okudum/okuttum. Evvelce îzah ederek seviyelerine yakın metinleri okudum, sonra kendilerinin okumalarını istedim. Hepsi olmasa da birçoğu çok  şey anladı. Elbette kablarınca… Yetişkin yaşa geldiklerinde yeniden okurlar, o zaman farklı şeyler anlarlar. Fakat mühim olan şurası: Artık bu çocuklar bundan sonraki hayatlarını ciddî bir mütefekkiri okumuş birileri olarak yaşayacaklar, hâdiseleri bu seviyeden değerlendirecekler. Sık sık berâber olduğumuz bir dostum o çocuklara bunun ehemmiyetini şu sözlerle anlatırdı: “Çocuklar, siz belki şu anda ne kadar mühim bir iş yaptığınızın farkında değilsiniz; ilerde anlayacaksınız. Bakınız ben Nurettin Topçu’yu otuz beş yaşımda tanıdım. Eğer sizin yaşınızda okusaydım bugüne kadar yaşadığım hayâtı, hâdiseleri, okuduğum kitapları çok farklı değerlendirecek, çok daha seviyeli bir tefekkür hayatım olacak, belki ben şu anda olduğumdan farklı bir insan olacaktım. Sizin bu ciddî fikir adamlarını bu yaşta tanımanızın ehemmiyeti çok büyük; aman kıymetini bilin.”

Çocuklarımıza çok erkenden sağlam ve temiz bir İslâmî bilgi vermek olmazsa olmaz vazîfe… Ve derhâl içinde okuma ve ilim aşkını yakacak faaliyetlere başlamalı. Evvelâ seviyelerine uygun hareketli hikâye ve romanlar… Dikkatle seçilmiş sevebilecekleri târihî romanlar onlara hem tarihi, hem tarihimizi hem de tarihimizdeki büyük şahsiyetlerimizi sevdirecektir. Sonra âlimlerin örnek hayatlarını anlatan kitaplar… Arkasından -gençliğe doğru- Kur’ân-ı Kerîm’i anlayabilecek sağlam bir Arapça tâlîmi… Medrese usûlü âlet ilimleri… Sağlam bir tefsir… Kütüb-i sitteden birisi… İleride belki hepsi. Fıkıh… Sağlam itikat… Bunlarla beraber yukarıda adı geçenler gibi mütefekkir şahsiyetlerin kitapları… Günümüzde eser veren düzgün itikatlı İslâm âlimleri ve Müslüman mütefekkirler… Bütün bunlardan ortaya çıkacak ömür boyu bir ilim ve tefekkür alâkası ve cehdi… Şu silsiledeki unsurlardan bir tekinin eksikliği insanın hayattaki duruşunda ya büyük bir hatâ ya isâbetsizlik veya bir kusur/noksanlık olarak derhâl kendini belli edecektir. Verilecek şey, vaktinde ve eksiksiz verilmeli.

Artık benzeri pek kalmamış bir mütefekkir yazarımız meseleyi iyi ifade etmiş:

İnsan, muayyen bir yaşta alması gerekenleri daha sonra “tam olarak” yerine koyamaz. Tabii ki telafi etme gayreti gereklidir; ama o ancak “mümkün mertebe” gerçekleşir. Bazen yama gibi de durabilir. Başarılı bile olunsa, “tam verim” kıvamı sağlanamaz.

Fıtrî zenginlik çocuklukla beraber doğar, sizi 4-5 yıl bekledikten sonra da donar. İstisnalar olabilir ama genel manzara budur. İleriki yıllarda şikâyet edersiniz, “Dinlemiyor, beceremiyor, yapması gerekenleri değil yapmaması gerekenleri yapıyor.” diye. “Maddeten değil, manen-ruhen besleyemeyecekseniz çocuk sahibi olmamaya çalışın.” diyesim geliyor. [...] Belli bir yaş döneminin bazı özel ihtiyacını vaktinde veremezseniz, onu sonradan telafi etmenin imkânı yoktur. O kalır öyle. Sonraki yaş dönemlerinde verdikleriniz o boşluğu doldurmaz, sadece örtebilir. (Ahmet Selim, Zaman, 30. 01. 2014)

Okumaktan elde edilecek en mühim meziyetlerden birisi de üslûp güzelliği… Bu da ancak çocukluk ve gençlik çağlarında gerçekleşebiliyor. Belli bir yaştan sonra okunan kitapların üslûp husûsiyetleri okuyana sirâyet etmiyor veya çok çok az ediyor. Bu hakîkat de dil ve üslûp bakımından seviyeli eserlerin çok erken zamanlarda okutulması gerektiğini gösteriyor.

01. 02. 2014

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.