22 Ekim 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara16°C
  • İzmir23°C
  • Konya19°C
  • Sakarya19°C
  • Şanlıurfa23°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep20°C

VERDİĞİMİZ RAHATSIZLIKTAN DOLAYI ÖZÜR DİLERİZ

M. Ali ABAKAY

Geçenlerde can sıkıntısından kaleme aldığım bir yazıyı yayınlamakla yayınlamamak arasında kaldım. Bu yazıyı yayınlarsam, gazetede yazılarıma son vermem anlamı çıkardı, yayınlamasam harcadığım emeğe yazık olurdu.  “Bir yazar bir gazeteye veda yazısını nasıl kaleme alır? “ düşüncesinden yola çıkarak yazmaya çalıştım. Bu belki bir sohbet havasında aylarca süren yazılarımızın okura ayrılan bir özeleştiridir:

Bazen insanın tükendiği nokta vardır, gönül kabul etmese de… Bazen insan, gücünün çok üstünde kimi sorumluluklar yüklenir, adı konulmasa da… Kişi, yaptıklarının semeresini almak ister de alamazken…

Günün ortamında bizim şehre dair dünü bugüne taşıyan yazılarımızda istenilen etkiyi canlı tutamadık… Yazdıklarımızın ilgi çekeceğini umuyorduk, öyle tahmin ediyorduk. Yazılanlara baktığımızda kendi kendimize çalıp söylediğimizin farkına vardık.

“Ele aldığımız konular nelerdi?” diye birkaç aylık yazılarımıza baktığımızda ilk akla gelenleri sıralamaya çalıştığımız zaman, yazdıklarımızın “Diyarbakır Kalesi”, “Hattat Hamid Aytaç”, “Osmanlı’dan Günümüze Tarım ve Hayvancılık”, “Karacadağ Pirinci”, “Diyarbakır Peyniri”, “Kültürümüzde Gül”, “İpekböcekçiliği” olmak üzere şehri ilgilendirdiğini zannetme yanlışlığına düştüğümüz yazı dizileri ile kimi şehir konulu çalışmalar olduğunu görüyoruz.  Bu çalışmaların çoğu, yerel basınımızda ilk kez ele alınan ve yazı dizisi olarak sunulan çalışmalar olduğunu belirtelim.

Demek ki yazılanlar, pek dikkat çekmemiş olmalı ki yazarına okurlardan bir elin parmakları kadar dönüş yapılmamış olması yazılanların kayda değer olmadığına dair kuvvetli emareler olmuş. Diyarbakır’ı ele almak, tarihe,  kültüre, edebiyata tanıklık etme kimsenin ilgi alanına girecek derecede konular değilmiş… Anlamamıza rağmen, bir canlılık oluşturma, bu tarz konulara dikkat çekmek istedik, aslında.

Cicili-bicili kapaklar içinde sunulan kitaplardaki bilgilerin aslında tekrar edilen bilgiler olduğunu ve hafızamıza fazla bir şeyler katmadığını ispat etmek istedik, bu yazılarımızla.

Esas işi edebiyat alanında uzmanlık olan birinin tarım ve hayvancılık alanında zahmetli bir uğraşa girerek, yüzyıl öncesinden bu güne rakamlarla, tablolarla uğraşması kolay iş değil. Karacadağ’ın peynirini, pirincini araştırması, yitikler arasına karışmış dönemin istatistik tablolarını bulup çıkarması kimsenin umurunda değil.

Hakkında çok şey söylenilen ve ezberden öte bilgiler taşımayan Diyarbakır Kalesi hakkında kimi tespitleri sunma da önem arz etmiyor, bu şekilde. Neler yapmalı, dikkat çekmek için?

Bir yazarın zorlamalarla dikkat çekmek istediklerini kabul ettirme anlayışı, esasında akla mugayirdir. Çünkü körlerin dünyasında görmenin yasak, kellerin dünyasında sırma saçlı dolaşmanın caiz olmadığını biliyoruz.

Daha önce Ashab-ı Kehf hakkında önemli açıklamalarda bulunmuştuk, Ulu Camii için kilise-katedral yakıştırmalarının sebeplerini sorgulamış, yapının kilise amaçlı yapılmadığını ispat etmiştik. Yapının Ashab-ı Kehfle bağlantısını kurmuş, akademisyenlerin dikkatini bu konuya çekerek, Ashab-ı kehf’in Diyarbakır’da olma ihtimalinin çok güçlü olduğunu belirtmiştik. Kimi sempozyumlarda konun ele alınmasına vesile olduk, gibi. Bu husus hala kör ve sağır…

Sultan Sa’sa’a hakkında en kapsamlı çalışmayı yaparak, birçok defa yazdığımız makalelerle İslamın İlk Diyarbakır Valisi’nin yıktırılan camii-medrese ve ortadan kaldırılan kabrine işaret etmiştik. Halen bilinen mekân, eski harabiyetini koruyor, çalışmaların ne derecede olduğundan haberli değiliz, vesselam. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne kimi konularda açık mektup yazıp yayınlamamıza rağmen.

Dört Ayaklı Minare-Şeyh Mutahhar Camii Minaresi hakkında ilk kez tehlike işaretlerine değinmiş ve bu eşsiz yapının ileride yıkılacağına değinmiş, acil tedbirin şart olduğunu ifade etmiştik. Üzülerek söyleyelim, Üniversiteden Mimarlar Odası’na, Siyasilerden Resmî Yetkililere varan çizgide elimizden geleni yapmaya çalıştık. Sonuç ortada duruyor. Burada trafik meselesi çözülmemiş, sorun giderilmemiş, ortadan kaldırılmamış ve gereken tedbirler alınmamış gibi.

Bir yazarın, araştırmacının kendisiyle muhasebesini dışa vurumu, yadırganır elbet. Ben, bu sebeple okurlarımdan özür diliyorum. Uzun zaman bir arada olduk, çalışmalarımızı yayınladık, bu köşede. Son yazısını yazan biri olarak, artık gazetelerde görünmemek üzere olan biri sıfatıyla ileride niçin yazmadığımızı soranlara da bir cevap niteliğinde olacak bu yazımızı hoş görmenizi istiyorum.

Yorulduk, açıkçası. Her köşe başında birkaç kitap okuyanın bizden fazla bu şehir hakkında bilgi sahibi olduğuna tanıklık eden yapımız, kitaplarda ve dergilerde gördüğümüz bilgi yanlışlıklarının ısrarla devam edişi, konuyla ilgilendiğini var saydığımız kimilerinin vurdum-duymazlığı, bizim artık yazmamızı amaçsız kılmıştır. Şehri iyi bilenler varken, şehri tanıtmayı ve tanımayı şehirli olmayanlara havale den anlayışlar, tarafımızdan tasvip edilemez. Bu şehri bildiğini iddia edenlerin karşısında durmak, denizin metrelerce yükselen dalgaları karşısında en iyi yüzücünün elinin kolunun bağlı kalma çaresizliğidir. Bu sebeple yenilgiyi kabul etmenin de bir fazilet olduğunu, bir erdem olduğunu kabullenmekte fayda vardır. Bizim ne idealimiz kaldı ne de bu alanda söz sahibi olma yeteneğimiz.

Geride kalan otuz yıla yakın şehre dair çalışmaları göz önünde bulundurduğumuzda sevindiğim husus, birkaç yüz yazı oldu, binlerce fotoğraf ve baskısı yıllarca, on yıllarca önce bitmiş onlarca kitaba sahip olmamız…

Değerli Okurlar!.. Kimi zaman bir tadilat içinde olan işyerinde ya da yol çalışmalarında bir tabelaya rastlarız:” Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz”

Bizim de verdiğimiz bir rahatsızlık varsa özrümüz kabul edile… Çünkü bilerek, bilmeyerek kimi kalpleri kırmış olabiliriz, yazdıklarımızla.

Bu satırları kaleme alırken içinde olduğumuz ruh hali, ne derecedeydi? Bunu bilemem. Anlaşılan bu şehri sevenler, sevdiğini yazıyla dile getiriyorsa yazmaktan kolay kolay kopamaz. Biz de bu ruh hali içindeyiz. Yazarsanız, yazdıklarınız size dönmüyor, yazmasanız zaten kimsenin umurunda değil durumunuz. Yine de Diyarbakır Kalesi-Turizm Çalışmaları olmak üzere birkaç güncel konu var.

Diyarbakır Kalesi, Tarihî Eserleri, Kültürü ve Sanatı olmak üzere şehri ilgilendiren konularda bu işe kendini adayanlara bir teklif getirilmiyor mu? Biz, kendimizden bilmekteyiz ki böyle bir şey yok, olmadı, olmayacak.

Şimdi başkasına kızıp kalemi kırmakta bir fayda var mı? Eminim siz de “Yok!... “diyeceksiniz. Şehri sevdiğini ifade eden sevdalıları,  “Şehir hakkında yazılar kaleme aldığında ne sıkıntılar çekmektedir?” sorusuna bu güne kadar muhatap olmuş mu? Bu sorunun cevabı da “Hayır!..” olacaktır.

Bugüne kadar bu şehir hakkında topladığımız kitapları, dergileri, bilgileri bir araya getirmek için bir ömür yeterli midir? Eminim ki bugün anlı-şanlı akademisyenler, biriktirdiğimiz birkaç yüz kitabı, müzayedeye sunsak, itibar etmeyecektir. 50.000 karelik fotoğraf arşivimize sahip çıkan da olmaz. Amacımız bu şehirle ilgili Şehir Kütüphanesi’ni kurmak ve bir müze oluşturmaktır.

Unutulan bir şey vardır ki şehirle bağımız, maddî bir beklenti değildir, olmadı, olmayacak. Hasbelkader, bu işin içine girmişsek, hayırla anılmak içindir, yaptığımız. “Bizi anlamayanlar vardır” diye, “Yaptığımız işten vazgeçeceğiz” manasına yorulmamalı, sıkıntılarımız.

Birçok imkâna sahip bu şehirde hala şehri tanıtacak kitapların eksikliği söz konusudur. Bu şehrin yerel basına akseden açıklamalara göre yılda milyon liralarla kültürel destek gördüğü ifade edilmektedir. Bu şehrin bir il yıllığı, 1995’ten bu güne yayınlanmadı. Bu şehirle ilgili yayınlanan eserlere ulaşımda zorluk çekiyoruz.

Bu şehri ele alan, şehir hakkında yazılan çalışmaları derli toplu bir arada sunan bir şehir kütüphanesi olmadı. Bu şehre dair yayınlanan gazeteleri, dergileri bulmada zorluk çekiyoruz. Böyle bir şehir kütüphanesi üzülerek belirtelim ki hayallerimizi süslemektedir. Bu şehrin kütüphanesinin malzemesini tek başımıza karşılarız da mekân problemi var. Yetkililere durumu çok defa arz ettik, koca şehirde üniversite de dahil kimsenin iki yüz metrekarelik mekânı temin etmesi mümkün değil.

Bir gün bu şehirden gitme hayalleri kurarsak, böyle bir mekânı satın alacak maddî imkâna sahip oluncaya kadar dönmeme kararımız var. Bu mekân kurulduğunda herkese hitap edecek elbet. Şehrin hakkında ne yazılmış ise ne yayınlanmış ise plâktan kasete, fotoğraftan slayta, bültenden el ilanına dergiden gazeteye, kitaptan ansiklopediye ne düşünülürse Şehir Kitaplığı’nda yerini alacaktır.

İşte bu şehre neden küsmediğimiz bilinsin istiyoruz. Biz, bu hayalimizi gerçekleştirinceye kadar çaba harcayacağız. Projelere başvurmak mı, kimilerinden yardım istemek mi? Asla, bu metoda başvurmayacağız. Karınca misali çıkacağımız yolculukta amacımıza ulaşmasak bile bu yolda ömrümüzü tamamlayacağız. Birkaç hayırsever buluncaya kadar ya da sesimize ses katacak, ideolojiden uzak, taraf tutmayan, ilmî çalışmalara yatkın, şehir kütüphanesi fikrine sıcak bakan dostlar buluncaya kadar, yazmaya çalışacağız. Bizim için Ali Emirî bir modeldir. Bu şehrin bir şehir kütüphanesine ihtiyacı, ne denli görmezlikten gelinirse gelinsin, şu iki sene zarfında hayalimizdeki 10.000 metrekare üzerinde bir şehir kütüphanesi kurma hayalimizi gerçekleştireceğiz.   Büyük hayaller kurulmadıkça, gerçekleşmez. Biz yapamadığımız zaman, suçu kendimizde değil, kabahati şehri sevdiğini ifade edenlerde bulacağız. Onun için yazmaya devam ediyoruz. Gün ışığında elimizde fener, bize çarpanlar çıkmasın diye uğraşıyoruz.

27.01.2012

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.