- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
YA İDDAA YA AT!..

M. Ali ABAKAY
Hayatın cilvesi işte. Senelerdir görmediğiniz birini bir tevafukla görürsünüz:
-Nasssın?
Mübarek şehir görmüş olmanın verdiği hazla coşkuyla “Ben buradayım” diyor.. Şeytana lanet, içimden geçen az değil, hani:
-Nohut şehre inince leblebi olurmuş; eşek, merkebe dönermiş.
Şehirde yaşamanın diğer alamet-i farikası medenîlik olduğu için, sabır esastır, insan biraz geniş olmalıdır. Lakin bu, nasibini edepten almamış biri:
-N’aber lan Corç?
Durup baktı, yüzüme. Şaşırmıştı, açıkçası. İstanbul’a giden biri iken, kendisini Alamanya’da hisseden biri edasıyla köye inince, ipinden kopmuşa benziyordu:
-Ya yanış anamayın, konuşmam, kıyafetim deeşti, işte!..
Ben, ne konuşmanın ne de kıyafetin değişmesine tahammülü olan biriyim. Adam, kendi köyüne dönünce eski günlerini hatırlamaz olur mu? Şehirde üç-dört sene kalan, geçmişini bir çırpıda nasıl siler?
Demek ki silenler var.
***
Hayatın olmazsa olmazları arasında olan politikacı gaflarını bir araya getirseniz, mutlaka on-on beş cilt tutan bir külliyat sahibi olursunuz, verdikleri sözleri yerine getirmedikleri konularla beraber.
Bizde söz imandandır, ağızdan çıkınca yerine getirilmesi şarttır. Onların kimisine göre politikacı oldukları için yalan söylemeleri mûbahtır. Bizde ise yalan söyleyene iyi gözle bakılmaz, hatta Peygamberî ifade ile, “Yalan söyleyen bizden değildir.” denir.
Köprüden geçinceye kadar kıymetten yoksun, tıynette fakir birçok kişi önünde el-pençe duranlar, eğildikleri karşısında sonradan neler ağza almaz ki!... Muhalefette iken iktidara gelenin koalisyon ortağına karşı yüzü kızarmadan kucaklaşma antremanlarına baktığımda yerin dibine geçen ben oldum:
-Lan oğlum, bunlar değil miydi, geçende birbirini yalanla, talanla, dolanla suçlayanlar?
-Evet Ağabey, ta kendileriydi.
Emin olun, insanda ne ahlâk ne etik bırakır, böylesi manzaralar.
Gazetecilerin kameraları için birkaç kez el tokalaşmaları ve gülen yüzleri…
Ben, bana hizmet edenlerin yalan söylemelerine bayılırım; sinirimden.
Bu işi farklı yorumlayanlar da yok değil.
Sonradan anladım ki işin yüzü böyle değilmiş. Başkaları anlamasın diye bunlar Denizli Horozu gibi birbirleriyle yalancıktan kapışırmış. Maksat dışa haber verenleri aldatmakmış.
Bizim binanın kapıcısı, herkesten bir şeyler kaptığı için fikrimi de öğrenmeye can atar:
-Öyle değil mi Hocam?
Bilirim ki söylesem, anında canlı, ayaklı kütüphane:
-Ya Efendi, ben siyaset bilmem ki, parti işlerini anlamam.
Bana bakışını anlatamam. İçinden hırslanır da belli etmez. Düşüncesi okunsa şu ortaya çıkardı:
-Hoca Hoca!...Külahıma anlat. Senin işin siyasetle ticaret. Bakma kapıcı olduğuma ben bilmem mi!...
***
Aslında herkes siyasetin ne olduğunu, ne menem hale geldiğini bilir de şu çoluk çocuğa torun sepete iş bulma endişesi ile sessiz kalır:
-Öyledir, vekilim…
-Ya Mebusum, dahasını siz bilirsiniz. Ben iki yüz oyu çöpe atar mıyım? Günah değil mi?
Aslında Mebus da bilir, köyde otuz kişinin rey kullanacağını da köydeki çocukları, atı, eşeği, sığırı, ineği toplasanız iki yüz kişi yapmaz:
-Ne demek Ağa!.. Biz, sizin için varız.
Alan memnun veren memnun. Bize ne oluyor?
***
Birkaç ihale ile kanlanan ve canlanan, bindiği aracı eşeğe benzetip, yeni arabasını safkan Arap Atı’na benzeterek kendisini “Jokey” hisseden sonradan görmüş zenginimiz, Ankara’daki ahbaplarına dayanarak, yapamayacağı bir işin olmadığını sayar dururdu:
-Lokanta değil restorant… Ne deseniz var. Ne isteseniz önünüzde. Gittim, orada tanıştım. O da bizim sizin gibi birisi. Gavurca konuştu, birkaç kez telefonda. Bir şey anlamadım. Anlar gibi yaptım. Meğer anlamama için öyle konuşuyormuş, başkasıyla. Ben d İngilizce kurslarına kendimi yazdım… Ben de ne dediğini anlamaya çalışıyorum.
Sorsanız, anlattığının sadece merak uyandırmak olduğunu öğrenirsiniz, anında. Dilin kemiği yok ki!..
Bizim Tüccar, az kala babamı ikna edip, beni okuldan alarak sınava girmeden öğretmen yapacak kadar dilbaz biriydi:
-Emmi, biz bunu da yaparız, ha!..
Çingenenin maharetlisi, marifetini anlatırken hırsızlık yaparken yakalanmayışının inceliklerini anlatır ya bizimkisi böyle. Hile ile dalavere ile dolan ile yaptığı, yaptırdığı her şeyi anlatır, anlattığı hikâyelere yeni kahramanlar bulmaya çalışırdı:
-İstersen her şeyi yaparız. Lakin, parayı basmak lazım. Ankara bu,
Mübarek Ankara, paradan puldan başka bir şey bilmez mi? Her geleni yutacak kadar büyük şehir mi?
Bu yüzden Ankara’ya yolum düşerse ve orada kalacak ucuzundan bir otel bulursam, methedilenlerin kalibresini tartmak üzerime borç oldu, Rabbim benden bu canı almasa…
***
Herkes zengin olmanın yolunu aramakta, şu zamanda. Önceleri “ya top ya pop” derlerken şimdi ya iddaa ya at devri başladı.
İddia ifadesini “İddaa” olarak topluma kabul ettirenler, resmî bahis olan bu oyunda futbol takımlarının maç sonuçlarının berabere mi yenilgiyle mi galibiyetle mi biteceği üzerinde kurar, her şeyi. Birkaç takımın maç sonucunu bilseniz zengin olursunuz. At yarışlarını bilseniz, zengin olursunuz.
Bizde zenginlik, böyle!..
***
Ya iddaa ya at!..
Biz de “Ya Rahman ya Rahim!..” diyoruz, çarpık anlayışa karşı.
17.03.2012
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.