22 Ekim 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara19°C
  • İzmir24°C
  • Konya20°C
  • Sakarya21°C
  • Şanlıurfa24°C
  • Trabzon18°C
  • Gaziantep21°C

YALNIZ BİR DİYARBEKİRLİ HATTAT HÂMİD AYTAÇ VE…

M. Ali ABAKAY


Yıllardır Diyarbakır’a dair kendince, gönlünden geldiği gibi, araştırmalarda bulunan ve kendince ele alınmamış konularda çalışmalar yayınlayan, tek amacı kıyıda köşede kalmış, ele alınmayan konularda çabalayan biri olarak, Hattat Hâmid AYTAÇ’ın hayat hikâyesini okuyunca çok duygulandım.

Daima bu şehrin kültür sanat şehri olduğunu, tarihte oldukça önemli bir konumu bulunduğunu söyler, dururuz. Hattat Hâmid’in talebeleriyle görüşme imkânı bulan, onunla yıllarını geçiren, ondan hat sanatının inceliklerini öğrenen isimlerle konuştum.

Hayat tecrübemde Ali Emirî Efendinin yalnızlığıyla Hattat Hâmidin kimsesizliğinden çok etkilendim. Ali Emrî Efendi için bugüne kadar yazılan kitap sayısı biri geçmedi, Hattat Hâmid için de bu sayı ikiyi bulmadı.

Her ikisi de bu şehrin bir evlâdı olmakla öğündü, çalışmalarda bulundu, bu şehrin ismi geçtiği zaman sevinçlerini ihmal etmedi, bu şehirli olduklarını saklamadı, gizlemedi.

Biri kendisini kitapların dünyasına adadı, öbürü hat sanatını dünyaya tanıtmaya öncü oldu. Biri 1924’te öbürü 1982’de dünya değiştirdi.

İkisi için şehrimizde yapılanları yetersiz gördüm, görmeye devam edeceğiz, bu gidişle. İlkinin ismi okula ve sokağa verilirken ikincisinin ismi bir okula ve mahalleye verildi. İsimleri yaşatma, sadece bir iki yerle anılarak, dünü bugüne taşımada yetersiz. Bu iki ismin bilinmesi gerekir. Elbette kendileri için bu yapılanlar az değil. Gönül ister ki yapılması gerekenlerin sadece bu aşama ile sınırlı olmamamsıdır.

Şehrimizde Hattat Hâmid’in eserleri bir araya getirilmedi, getirilmesi de imkânsız gibi. Eserlerinin aslı zaten şehrimize getirilmez de ancak bir sergi için kısmen bu eserler teşhir edilir. Ben Hattat Hâmid adına bir müze açılmasını çok isterdim. Bu ismin tanınması ve tanıtılması gerekir, düşüncesindeyim.

Evi olarak gösterilen yapının üzerine bir apartman inşa edilmiş ise de mütevazı biçimde yeri tespit edilecek tarihî bir mekânda Hattat Hâmid’e dair talebelerinden eve IRCİCA’da korunmaya alınmış evrak-ı metrukesinin bir kısmı bu ismin yaptığı hizmete mukabil yaşatılması zor bir iş değildir, kanaatindeyim.

Diyarbakır’ın tanınmasında ve tanıtılmasında emeği geçen Şevket BEYSANOĞLU için de aynı düşünceleri taşımaktayım.

Katıldığımız birçok toplantıda “Diyarbakır” denilince işin turizm boyutunu ön plâna çıkartanlara, bu şehrin tanınması için engin düşüncelerini ulu orta belirtenlere şaşırıp kalmaktayım, çoğunlukla.

Diyarbakır Kalesi’ni ayağa kaldırtma, günümüz şartlarına göre oldukça zordur, bu zorluğun aşılmayacağına işaret değildir kuşkusuz. Fakat Ali Emirî Efendi, Hatta Hâmid, Şevket Beysanoğlu  olmak üzere birçok ismin anısına mekânlar kurmak, çok meşgale isteyen bir iş olmasa gerek.

Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı ve Ahmet Arif adına yapılan çalışmalarla işin içinden çıkmak, kolaycılığa kaçmaktır, bir yönüyle. Süleyman Nazif için de baba evi düzenlenebilir, Sezai Karakoç içinde Ergani’de kaldığı bilinen mekânda bir yer tahsis edilebilir. Ki Sezai Karakoç hayatta olan biridir. Misâlen Esma Ocak, hayatta iken kendi çabalarıyla böylesi bir evi satın almış ve otantik özeliklere sadık kalarak kendi ismiyle yaşamaya devam edecektir.

Hattat Hâmid Aytaç için yapılabilecekler, eğer resmî prosedör uygulanacaksa yılları gözden çıkartmak gerekir. Mütevazı, sade, eserlerinin kopyalarının bulunduğu, hakkında yazılan makalelerin, yapılan panellerin, düzenlenen sempozyum bildirilerinin yer aldığı ve aynı zamanda hat sanatının öğretildiği bir merkez, bizim için yeterlidir.

Üniversitenin ve diğer resmî kurumlarla kuruluşların sesimize kulak vermesi gerekir. Belirlenecek birçok isim için mekânlar oluşturmak, çok zor bir durum değildir.

Şehirlerin günümüzde tanıtımını turizm işletmeleri ile ön plâna çıkartan anlayış, kültüre sırt çeviriyorsa, yapılanlar birkaç işletmecinin kârını artırmaktan öte bir mana taşımaz. Şehrin esas dinamikleri olan sanata, edebiyata, kültüre hizmeti geçenleri unutmak, unutturmak eylemi zaman içinde buna sebep olanları da nisyana sevk eder.

Şehir üzerine kimi zaman çalışmaları kaleme alırken, sesimize ses vermekten uzak olanlara, yazacak konular çok olmasına rağmen, bizi anlayacak olanların azlığı sebebiyle fazla bir mesafe alamadığımızı sürekli hatırlatıyoruz.

Şehrine vefa borcu olduğunu unutmayanların, şehrin tanınması ve tanıtılması görevi onların üzerinde bir görevdir. Mensubu olduğumuz medeniyet anlayışının gereği, ilme hizmet edenlerin hatırlanması, hatırlatılması, bir sonraki kuşağa hizmetlerinin aktarılması aynı zamanda insanî bir görevdir.

Gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla günlük politikalarla, sanata ve sanatkâra yakışmayan, onları anlamak ve anlatmaktan yoksun kimi salon toplantıları, mikrofon bulunca asıp gürleyenler,  bu tarz yaklaşımlarla taşıdıkları maskeleri düşünce kendilerine yeni yüzler bulma mecburiyetindedir.

Divan-ı Lugâti’t Türk’ü Türk Dünyası’na armağan eden Ali Emirî, aynı zamanda el-Cezerî’nin çalışmalarını da dünyaya tanıtmıştır, Diyarbakır’da bir milyon kırk bin kitaplık cesîm kütüphanenin günümüze taşıyanı da olmuştur.

Bugün Hattat Hâmid’in yazdığı Kur’an-ı Kerimler dünyaya yayılmıştır, her gün okunan bu Kur’an-ı Kerimler sebebiyle kendisine gönderilen dualar yeterlidir.

Diriliş Ekolü Mimarı Sezai Karakoç’un kendi memleketinde nisyana terk edilmesi, şehir için eksikliktir. Her ne kadar Karakoç’u ülke bilmekteyse de bu ayıp ortadan kaldırılmalıdır.

Yazacak çok şeyler vardır, dünden bugüne sarkan. Biz, bu çalışmaları yapmasak, yarın şehre dair yaptığımız hizmetlerle bizi de anan olmayacaktır, hayırla anana rastlanmayacaktır. Çünkü bu dünya, etme-bulma dünyasıdır.

08.12.2011

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.