- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul17°C▼
- Ankara12°C
- İzmir20°C
- Konya13°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon18°C
- Gaziantep16°C
YALNIZLIĞIMA İTHAF SATIRLAR - 3

M. Ali ABAKAY
Hayatın manasını anlamaktan uzak olanın, yaşantıya bir anlam yüklemesinin, beyhude bir uğraş olduğunu bildim, uzun zamandan beri. Hayatın manasını bilmekten uzak olanlara dair oldukça üzüntü duymaktayım.
Ben, ömrümün tükenen ve tükenmekte olan her anında bizi bekleyen sonu düşündükçe kalan yaşam sermayesini zenginleştirmek isterdim, elbette.
Gel gör ki benliğim, düşündüklerim, benim varlığıma tahammül etmekten oldukça uzak düşmektedir.
Önümdeki sıkıntı, anlaşılmamak ve bizim gibi düşünenlerin artık müzelik kabul edilmesinden duyduğum rahatsızlıktır.
Ben, müzelik anlayışın fosil kalıntılarıyla yüzleştirmek istemiyorum, hayatı sadece dünya olarak algılayanları.
Kendi içimdeki söylemi, söyleyişi yansıtmak istiyorum, kendime dair yazdığım metinlere. Her satır, yarım asrın geride kalan tecrübesinden damıtılmış, okunan kitapların hulasası olarak duruyor, önümde sanki.
Onlar, kendi korkularıyla ne zaman yüzleşmek üzere olursa “etik” dediklerini işportaya çıkartırsanız, kimsenin etiklerine beş para değer biçmediğini göreceksin. Başka bir dünyayı tahayyül etmekten uzak anlayışları, bu dünyada daha rahat yaşamaktan başka sınırları içine almayacak kadar sığdır, dardır, cihân-şümûl değildir; bildiğimiz kadar..
Onlar, yüzleşmek istemiyorlar, gerçekle. “Gerçek” dediklerini gerip çekerler de hakikati görmekten daima korkarlar. İnsanlığa kendilerini feda etmekten çekinirler.
Onlar, var oluşlarını tesadüflere bağlayarak, mevcut olan şartların ötesine geçemezler. Bu ne korkunç bir durumdur, içinde olup farkına varamadıkları durum için!..
Ben, kendi benliğimi savururken rüzgâra ve esintisini taşımak isterken kendilerine doğruluğun, insan olmanın; Onlar var oluşun gayesini kabul etmedikleri gibi, insanlığa da iyi bir miras bırakamamanın sıkıntısına işaret olarak halen beni engel olarak bilmeye devam eder, dururlar, kendilerini inkâr ederek, çer u çöp konumuna bırakarak.
Onlar dünyanın tek bir hayat olduğunu bilirler. Ben, onların bu korkularını anlamaktayım. Benim böyle bir korkum olmadığı için oldukça rahatım ve bu yüzden konuşmaktayım.
Beni anlıyor musun? Ne denli sıkıntılara göğüs gererek konuştuğumun farkında mısın?
Beni dinliyor musun? Söylediklerimin ne kadar içten olduğunun farkında mısın?
Beni ben yapan değerlere yabancı kalmamalısın!.. Sen, kendi değerlerine yabancı olduğun müddetçe kendini yok etmeye mahkûmsun, hem de gönüllü olarak yok oluşuna zemin hazırlamaktasın, Onlar gibi.
Ben, kendi benliğime seslenirken sen benimle birlikte benim düşündüğümü paylaşmaya var mısın? Bu var olmanın ilk işaretidir, var olmanın tabiî adımıdır, yok oluşa itirazın eşiğine varmanın alametidir, insanlığa verilmek istenen doğru bilginin kabullenişidir.
Dünya hayatından bir lezzet almayan benliğim, dünyadan başka bir hayatı kabullenmeyenlerin istedikleri gibi bir yaşantıyı yaşayarak, ömürlerini noktalamaları karşısında duyduğu huzursuzluğu dile getirme yolunda oldukça zorlanırken, yaşamı dünya ile sınırlayanların dar kalıplara kendisini hapsetmesi karşısında çırpınışlarım, benim çaresizlik deryasında boğulmakla karşı karşıya bırakmaktadır, ruhumu.
İsterdim ki geniş bir ufka sahip olsun insanlık ve bu geniş ufukla geleceğe dair yaşayacak olan kim olursa olsun, mutlu bir yaşama “Merhaba!..” desin.
İsterdim ki herkesin kardeşçe ve samimî biçimde paylaştıkları dünyada ölümler son bulsun.
İsterdim ki yaşamın acıları artık bir bıçak sırtı gibi kesilsin, tebessüme hasret yüzler gülmeyi unutmasın, yaşasın yeryüzü nimetleriyle, paylaşsın elindekini, paylaşsın duygularını, fikirleri doğrultusunda yaşarken kimseyi incitmesin, yaşanan başka bir dünya fikrini kabul ettiğinde bunun karşılığının olabileceğini kabul ederek, demde geçen ömrün karşılığında sonsuz varan bir hayata yelken açsın. Velev ki buna inanmıyorsa bile inanan insanlara saygı duysun.
İsterdim ki kötülüklerin tümü ortadan kalksın ve insanlık beklenen saadetin, refahın, mutluluğun, huzurun ne denli muhtaç olduğumuza şahitlik etsin, çırpınışımızın kendi hevâ ve hevesimize dayalı olmadığını görsün, tanıklık etsin çağa ve bu tanıklık ile herkes şehadet etsin, çabamızın kutsallığına, ulvîliğine.
Yalnızlığıma ithaf satırları kaleme alırken kimseyi suçlamadan, sadece kendi benliğime seslendiğim bilinmeli ve seninle paylaştığım doğrulardan hangisini kabul etmiyorsan, benim kabul ettiğin doğrularımla yaşamına bir çeki düzen vermeni isterdim. Sana seslenişimin, ruh ikliminde dirilişle filizlenen değişimlerle birlikte benliğinde oluşturacağı fırtınanın, insanlığın önündeki engellerin tümünü devirmesini ne kadar arzulardım, dünya gözüyle görmek adına yaşamın son dakikalarına kadar seyirci olarak kalacağımı bilmelisin.
Biliyorum ki belirttiklerim, senin için alışılagelmiş şeyler değildir, sözlerim bir başkasının sözüne benzemiyor ve dahi paylaştığımız yaşam sahnesinde kapladığımız yer dünya üzerinde bir toplu iğnenin bilmem kaç milyonda biri kadardır.
Ben, bu denli âlemde küçük olan hacmimizin, fikir olarak dünyayı kaplayacağına ve beklenmedik değişimlerin öncüsü olduğuna inanmaktayım; benimle, seninle, onunla, bizimle, sizinle, tanımadığımız dört mevsim ve yedi iklimdeki cihandaki benzer düşünceleri paylaşan insanlarla .
Tanımadığımız coğrafyalardaki insanlara bu mesajımızı duyanların iletmesi gerekir ki aynı noktalarda çoğalalım, insanlığı kurtaracak yolun öncüsü olarak, içimizdekini dışa vuralım, bizi biz yapan değerleri anlatalım…
Nerede bir aç varsa, aç bırakılmış ise, çaresizlik içinde kıvranıyorsa, hakkı yenmişse, yenilmeye devam ediyorsa, insanlık dışı hareketlerle yüz yüze ise bizim rahatımızın bir manası yoktur.
Bir elimize ayı, öbür elimize güneşi de verseler, bizim huzursuzluğumuzu gideremeyeceklerini bilmeleri gerekir, kimlerinin. Biz, dünyayı eğlenme yeri bilmedik, bilmeye de niyetli değiliz. Bizim gayemizin ne olduğunu bilenler, “kendilerinin rahatı bozulmasın” diye servetlerini ayağımıza dökse de onların malları ve servetleri bir kibrit çöpünün alevinde bir değere sahip olmaz ve bu servetin nice hükümran olanlar için bir tuzak olduğuna tarih şehadet etmekte değil midir?
Yaşadığımız dünya bir eğlenme ve oyalanma yeri midir ki biz, çıktığımız uzun yolculukta bize verilmek istenen mollalarda kendimizi rehavette bilelim? Biz, insanlığın derdine derman, sıkıntısına çare, muzdaripliğine çözüm olmasak, yaşamanın bir manası kalır mı?
Medeniyetindeki mutluluğu, başka insanların gözyaşı üzerine kuranların, artık bilmeleri gereken bedduaların, ahların yerde kalmayacağıdır. Ahları asumanı inleten insanların bedduasından kim kurulmuştur? Sıkıntılar içinde olan insanlığın beklenen kurtarıcısı niçin sen olmayasın?
Senin beklendiğini, sen olmadıkça bu huzurun sağlanmayacağını, bundan geri adım atarsan, arzulanan huzurun başka bir zamana tehir edileceğini söylesem mi?
Deşme acılarımı ve benim sıkıntımı arttırmayasın, kulak vermeyeceksen… Beklenen sen olduktan sonra sanal korkuların bir kıymeti olmayacaktır, beklenen sen olduktan sonra senin hizmetkârın olmak bile bizim için şeref bilinmektedir.
“Bizim” diyebileceğimiz dünyanın kapılarını insanlığa açarken, kimse bilmesin kim olduğumuzu, yerimiz varsın olsun bu kapıların önünde ayakkabıların yanı başı olsun. Bizim istediğimiz mevki, gönüllerde yeşersin ve verdiği meyvelerle insanlığın ruh iklimini doyursun, ruh iklimine kuvvet versin.
Gün ışığında karanlığa mahkûm edilen insanlığın önünü açma adına, benliğimizden feragat ederek, diriliş rüzgârlarıyla ruh ikliminde yeşerteceğimiz fidanlara vereceğimiz kuvvet, bilmekteyiz ki korku salacak karanlığın sahiplerine ve onlar, tüm güçleriyle kendi saltanatlarının devamlılığı adına, karanlıkların sürekliliği için sona ermeye mahkûm var oluşlarının ömrünü artırma adına karalayacaktır, kimliğimizi. Ben, buna hazırlıklıyım da senin hazırlıklı olmanı isterim, benim sıkıntım hazırlıksız yakalanmandır, buna.
Yaşayacak olan fikirlerdir, biz başka bir hayata geçerken. Biz, fikirlerde yaşamayı daha çok arzulayacağız, öyle olmalı yeni bir dünyanın kapısını aralamamız için. Bunda bir korku olmamalı, endişeye mahal vermemeli, zorluklarla karşılaşıldığında.
Biz, başka bir hayata geçerken hayatını noktaladıklarına inananlara bakıp, merhamet pınarının çağıltıları arasında, onlara sesimi duyuramadığım için çoğunlukla kendimi suçlama yoluna gidiyorum. Sen, bana bu yolda destek verdiğinde birin yanında başka bir olacak, bu birlerin sayısı her artıkça, arzulanan hayatın abc’si şekillenecek, yaşamı başka bir lisânla konuşacak, dünyanın her yerinde insanlığın vicdanında yer alarak, dilini bilmediğimiz, ismini telaffuz edemediğimiz insanların gönlünde yer ederek, haksızlığın enva’ı çeşidine karşı çıkacağız, sıkıntılarımızın benliğimizdeki meyvesini devşirerek.
Yalnızlığın ahtapot kollarında kendi içimde kendimi yiyip bitirirken, beni rahat bırakmayanlardan endişem olmadı, olmayacak gibi.
Yalnız dostların sitemleridir, beni yıkan.
Dost bilinenlerin insanlığa yalan söylemenin ismi haline gelmiş politik söylemlerin kalkanları arkasına sığınarak, hakikâtı ketmetmelerinden duyduğum ıstırab, bir sarayı yıkıp yerine küçücük bir ev yapmaya benzer nitelikte, gönül kalemizi virana çevirterek, harabe kılmaktadır, ahvalimizi.
Dostların korku imparatorluğunun önünde düğme kapatanlar, el açanlar misali davranışlarını hiçe saymam, kendilerini kızdırıp durmaktadır.
Onlar, onlar misali günü kurtarma yarışına girerek, sadece kendilerini ehl-i necât sayarak, âlem-i insanlığı yanlışlıklar içinde bilerek, kendi hırslarının, hevâlarının ve hırslarının emrine bir köle olmanın şuuru içinde güneş dururken bir mumun şûlesindeki aydınlığı kutsayıp durmakla meşgul, kumda oynayan çocuklar gibi didişmekte, bir bardak suda fırtınalar kopartmakla meşhur, mızıkçılıkla, birbirini ululamakla zaman geçiren, Mısır Piramitlerine bekçi kılınanlara karşı Musa’nın karşısına çıkartılan sihirbazların rolünü iyi oynamakla kendilerine söylenecek bir aferini paylaşamama yarışındadır.
Onlara kalbini açan ben, bana kapatılan kapıların her yüzme kapatıldığında duyduğum acıyı, onlar için merhamet dilemek şeklinde yorumluyorum, kendimce. Onlar, sarsılacak saltanatlarının adeta hangi zamana denk geleceğini bilen kâhinler misali, takvimi değiştirmek, zaman tünelindeki yaşanacak sefaleti ve rezaleti rotasından saptırma eğilimi içindedir, kendilerinin tarih önündeki zavallılıklarını siyah tahtaya yazılan yazıyı silgi ile silerkenki rahatlığı düşünmektedir.
Onlar, tarihte nice isimlerin suçluluğunu bilmiyor mu, bilmiyorlar mı? Onlar, kendilerini bekleyen acı sonun farkında değiller mi? Görürken körlüğü, duyarken sağırlığı, düşünürken aptallığı tercih, akıllı insanların işi midir?
Beni anlayacakları bir zamanın olacağına olan güvenim, hiçbir dem yıkılmadı. Onlarla konuşacağım günlerin olduğunu biliyorum.
Onlara kendimi anlatamadığımdan dolayı, beni kabul etmediklerine yorumluyorum, iyimserliğimle.
Artık kendimi kandırmaktan bî-zâr kaldım, biliyor musun?
Merhametin Sahibi’ne yönelen ellerim, havada yorgun kaldıkça yine olması gerekene dair ümidimi kaybetmedim, yıllardır…
Merhamet Sahibi, ne zaman murad ederse olacak olanları bilmekteyim. Çünkü verilen söz vardır.
Biliyorum, artık insanlığı doğruya, güzele, mükemmele, en iyiye çağırmanın geciktiğini.
Rahmet sağanak sağanak yağarken üzerimize biz ıslanmaktan şikâyetkâr olamayız. Bu dert yağmurundan sonra gelecek günlerin güneşli demlerinden mahrûm kalmama adına, gazap dönemlerinin çilesini atlatmak gerekmez mi?
Hangi lokma çiğnenmeden yutulmuştur ki hangi insan sıkıntı çekmeden genişliğe varmıştır ve hangi insan hastalanmadıkça sağlığına kavuşmuştur?
Bu gecikmede üzerimde bulunan sorumluluğu kaldırmak ve sorumluluğumun bilinciyle, insan olmamın gereği ve erdemin bana yüklettiği mükellefiyetin gereği son sözlerimi tamamlamadan, gidişattan duyulan hoşnutsuzluğun insanlığın kalbinde oluşturduğu derin yaraların artık iyileştirilmesi gerektiğine inanmaktayım.
Yalnızlığımı sorgulayanlara bakarken bir taraftan acıyorum, artık. Bana bakıp acıyanların yüzünde merhamet kırıntılarını ararken, onlara dair bir hatanın da sorumlusunun ben olduğumu bilmekten hiçbir zaman kaçınmadım.
Yalnız ben, benim ortaya koyduğum doğruların tüm insanlığın malı olduğunu belirtmek zorundayım. Belki iddialı görünecek bu ifadenin de bana ait olmadığını belirteyim. Ben imbikten geçen gülün usaresinin kokusundan rahatsızlık duyulanlara gülü tanımlamaya çalışan, onun varlığının takipçisi, bülbülün şikâyetini dikkate alan, her yerin gülistan olmaya ömrünü adayan bahçevanıyım.
Ben, bana bırakılan mirasın emanetçisiyim, medeniyetimin bekçisiyim, emanete ihanet etmeyen vekiliyim, dünün bu güne sarkan emanetini ehline teslim etmeye memur elçiyim.
Bırak, ismim meçhulde kaybolsun, tanınmak da istemiyorum, gururu, kibri ayakları altına alıp çiğneyen biri olarak, bazılarının sadece dediklerinin doğru, diğer kimselerin doğru dediklerinin yanlış olduğunu savunmaları karşısında oldukça üzgünüm.
Ben, bu yüzden yalnızlığımı seviyor, acıların beni terk etmesini istemiyorum. Artık doğruları bilenlerin kendi benliklerini aradan çekmelerini istiyorum, kendi ihtiraslarının esiri olmalarının kendi sonlarını hazırlayacaklarını bilmeleri gerekir. Onlar, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyada kalacaklarını mı zanneder dururlar.
Bakın ben gün geçtikçe eriyorum ve bitiyorum, ölüme biraz daha yaklaşıyorum.
Kendi yalnızlığıma ithaf satırları, bir gün olur da okursan, okuduğunu anlarsan beni anlayacağından eminim.Senin nerede olduğunu bilmiyorum. Ben buradayım, benim için nerede olduğun önemlidir, aslında.
Sen dünyanın neresinde olursan ol, ben buradayım ve seni beklediğimi ifade edeyim ki yarın iki elin yakamda olduğu zaman, “Bunu bana niçin anlatmadın? “sualine ben de cevabımı vereyim. “Ben, sana söyledim de beni niçin duymadın?” diyebileyim…
Ben buradayım, sen neredesin?
Ben, senin için her şeye katlanırken, beni hatırlamakta zorluk çektiğinde insanlığa bak ve insanlığın mutsuzluğunu anla ve de mutsuzluğun kaynaklarına inerek kendini de sorgula: Ben niçin buradayım?
Hani ben sen olmuştum, sen neden ben olmaya yanaşmamaktasın? Ne dünya malı isterim ne mevki-makam… Benim çırpınışlarımı anlıyor musun?
Beni duy ve dinle!..
Dünya bir gün mutluluğun kapısından geçerse, sıkıntılarını unutmada bizim katkımız olursa, bil ki o gün ben yaşamayacağım, fakat sen, benliğimde yaşadığın için mutluluktan payımı alacağım.
Beni duy ve dinle!..
Sesin bana geldiği zaman, ben susacağım… Yalnızlığım sona erecek, ruhum bedenimden mutlu ayrılacaktır, susuz toprağın rahmete doyduğu gibi…
15-10-2010
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.