- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul17°C▼
- Ankara11°C
- İzmir19°C
- Konya11°C
- Sakarya16°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon18°C
- Gaziantep16°C
YALNIZLIK ÜZERİNE SÖZLER VE AHVALÎ PERÎŞANIMIZ

M. Ali ABAKAY
Kendisini yalnız hissetmekten uzaktı, daima. Ona verilen görev, gemiyi zamanında yetiştirmekti. Oğlu iman etmese de gönlü geride kalır gibi oldu. Bir babaydı, nihayet. Yalnızlığı gemide ona hissettirmeyenler, kendisini teselli ederken, o geride kalanlara, kendisine hayatı zehredenlere yine de acıyordu. Gemi, Cudî’de durunca yaşam yeniden sayfalar çalmaya başladı hayat sermayesi olan ömürden.
Yalnız olmadığından emindi İbrahim, yine de üç güvercinin canlanışına şehadet eden kalbi, mutmain olurken, insan olarak başka bir bahane süremedi aklen. Yalnızlığın vermiş olduğu sıkıntılar son bulunca, ateşin kaybettiği sıcaklık, yerini soğukluğa bıraktı, birdenbire. Nemrud, kar yağdığını biliyordu, güvendiği dağlara ve tasladığı ilahlık serüvenini çok sıkıntılara maruz kalan halk, bir efsanede onun başını tokmaklarla ezdiren bir topal sineği kahraman kıldı, folklorunda. Bir sinek ve Nemrud!... Aklın almadığı bir karşılaştırma.. Bir de insanımıza cahil-cühela diyen akıl-mantık yoksunu, mürekkep yalamışlar, görmezden gelir, bu inceliği. Nice Nemrud, gelip geçti devrandan da bir topal sineğe yenilene şahid olmadı insanlık!...
Yunus Peygamber’e görünen yol, suya atılmak ise balığın görevi onu yalnız bırakmamaktı. O, sevdiğini yalnız bırakmamak istememişti, sabrı ölçen. Yalnızlığa nihayet vermek isteyen sebep kılar, istediği nesneyi.
Yoluna dikenler bıraktılar, eza vermek için. O’nun sihirbaz-büyücü olduğunu da onaylamıyordular. Mevcut statükoyu koruma adına en güzel genç kızları, en ihtişamlı mücevheratı, malı ve serveti sundular, ayağının dibine. O bir eline güneşi bir eline ayı da verseler, var olan hakikatın beyanından geri adım atmayacağını beyan etti, aşikârca. İtilmek istenen yalnızlıkla boğuştu, uzun zaman. Daha önce mağarada huzur bulurken, bir daha sığındığı mağarada yalnız değildi. İkincinin üçüncüsüne sığındılar, iki arkadaş. Hicretle kırdılar, ambargosunu yalnızlığın giderken tekrar dönmek için.
Zülkifl, aldığı emanetin sımsıkı sarılıcısı oldu, kuşkusuz. Halen çekildiği dağ, saygıya esas biçimde “Makam Dağı” olarak anılır.
Yalnızlarla sırdaş olanlar, hakikat ışığının aydınlığında çoğunlukla dağlara çekilir, durur. Ashab-ı Kehf dağa çekildi, bir mağaraya sığındı Dakyanos’un zulmüyle, ilahlık iddiasıyla.
Zülkifl Nebî, Makam Dağı’na yöneldi, sıkıntıyla karşı karşıya kalınca.
Musa, Tur Dağı’na çıktı, olanı ve biteni arz etme için.
Hira Dağı’na sık sık giden, zaten bilinmez mi?
Mazlum insanlar, haksızlıklar karşısında mecburen dağlara çekilir, tarih boyunca. “Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir.” şeklinde rivayet edilen Köroğlu’nun davranışı, canlılığını daha yitirmemiştir, toplum belleğinde ve hafızasında yer almaya devam edecektir, halkın.
Yalnızlık denilince aşkla ser-mest olduğun beyan eder, kimi şiirden ve irfandan anlamaz na-mütenasip taîfe. Bu zevat, çağın divaneleri yanında da ne keyfiyet ne kemiyet arz eder. Ne yazık ki tabibden el çekmelerini ister, dururlar. Ne yazık ki ol şairin ifade ettiği aşktan habersiz ve tabibin kim olduğunu bilmeyenler, yalnızlığı isyan bilir, şiirde bu isyanın başlayıp bir bardak suda kopartılan fırtınaya dönüştürür, bu taîfe yalnızlığın sığınak olduğu bir liman bilinmesinden habersizdir ve Tarık bin Ziyad’ın ruhunu incitecek kadar sefil tarzda gemileri yaktıklarını ifade eder. Bohemî yaşantıya adres gösterilen yalnızlığın karşısında mahcup ve suskun olan ne aşk kaldı ne de aşka mutallî gönüller. Dahası bunlar Tabib’in varlığından bile rahatsız olmuş, tespih böcekleri misali imamesiz darmadağın durmakta, şiirin de canına okumak istemekte, tarihe bakarak fikrin de kanına girmektedir.
Manasız bir kabuk gibi görünen bu tarz yalnızlıklara gönül vermiş olanların içinde şairlerin sıkıntısına deva adına sunulan kadeh ve meclis, ruh iklimlerinde kaç şairin intiharına ve ölümüne sebebiyet vermiştir? Kadeh ve meclis arasında üçüncü bir alternatif kabullenmeyen anlayış, aşktan ne anlamaktadır ki beşeriyete sunacağı şiirlere ilham kaynağı bulsun? Sadece şiirde mi?
Çünkü bu asırda insanlığın karşı karşıya kaldığı meselelere nihaî çözümü getirecek hangi irade vardır ki siyasası temiz kalmış? Muktedir görünürken iktidar olmaktan uzak, cesaret sahibi bilinirken ürkeklik icazetli, dünyanın dört bir yanında hakla hukukla başı rahat olmayanların sığındığı liman aynı iken, kaç gemi bu limandan mutlu bir şekilde ayrılıp gitmiştir, geride kalanlar hangi beyaz mendilleri sallamıştır? Sallanan beyaz mendillere bulaşan kan, kaç insanın değil kaç milyon kere milyon insanın gözyaşıyla ıslanmamıştır, gidip de gelmeyenler için, yaşayıp da yeri bilinmeyenler için?..
Globalleşme yalanına sığınıp çözüm yolları tıkanan huzursuzluğu tırmandırarak, kendi yaşam felsefesini ideal, diğerlerini babasız addetme mantığında direten global anlayışın çarpık yüzsüzleri, kendi ülke insanına huzur hakkı tanımazken ithal ettikleri ve ismine yerli düşünce etiketini yapıştırarak, var oluşlarına iman için kul ararken, nereye bulaşmışsa geride gözyaşı-kan ve hüzün bıraktığını bilmez mi? Bir taûn-veba misali gözünü insanlığın değerlerine diken ve vampirleşen görüntüsünü barış-demokrasi ile sıvalayan, çirkin-absurd çehresinden ürken bu heyula, Afrika’nın Kunta-Kinteleri’den özür dilemedi ki… Özür dilemeye gerek kalmadı yüz sene sonra. Kunta-Kinteler yalan olabilir diyelim, bu kez. Ya ateş suyu ile tifus salgınlarıyla, kamplarda aç-susuz bırakılan Geranimonun torunları, ne çabuk unuttu, beyaz derilinin ikide bir barış çubuğu tüttürüp bozduğu anlaşmaları?
Her şeyi Arap Saçı’na çevirtenler, çorba haline getirdikleri ortamda daima yüzleri kara çıkmaya mahkûm olduğu için, ilk iki cihan harbinde meziyetleri gereği ölen milyon kere milyon insanın, hayır ve duasını(!) aldığı için mi, başarılı olamamaktadır? Hangi zorbalık ve zulm, payidarlığını koruyabilmiştir, uzun süre? Bu dünyanın sahibi yok mu?
Kendilerinin bu sefer huzursuz olduğu ortamda huzursuzluğu artırmak için kulp arayanlar, kendi insanlarınca bile lanetlenirken, kendilerini ölümsüz bilen Firavn Nesli misali, ne zamana kadar düşüncelerde piramitlere biatı zorunlu kabul ettirme sevdası uğruna alışılagelmiş tekniklerin dışına çıkarak, insanların beynine hükmetme serbestîsini kendisine ait hak bilecektir?
Yalnızlık zırhına bürünen insanlık, Ömer Muhtar ile karşılık koydu, Tablusgarb’da. Sonuç; tarihte Ömer Muhtar’ı idam eden anlayışın herkes tarafından lanetlenişi tescil edildi. Hindistan’da tuza bile temlik koyan Batmayan İmparatorluk’a karşı çıkan Gandhi oldu. Gandhi’nin çıplak ayakla yürüyüşüne tavrını sert gösterenler, cinayete davetiye çıkardı. Gandhi’nin ismi hala yaşıyor, yüreğinde insanlığın. “Viva Zapata” diyenler, haklı değil miydi? Kırbacıyla insan denilemeyen kimilerinin suratında “Zoro” imzasını bir iki kırbaç şaklamasıyla yazdırtan kahraman, benim ülkemde doğmadı, İberik Yarımadası onun mekânıydı. Wilhelm Tell, ayrı bir kahramandır, Avrupa’da. Kimi başka kahramanları da tanımak isterdim, kuşkusuz. Ben, ancak bu kadarını tanıdım, desem… Unutmadan söyleyelim Zaloğlu Rüstem vardır, hayalî olmayan. Battal Gazî vardır, unutulmayan.
Yalnızlıkla başladık, inanç âleminden misaller sunarak ve toplumu arkasında sürükleyen kahramanlarla devam ettik. Sahi yaşadığımız demde hangi yaşayan ve kendisine “kahramanım “ diyen insan kaldı? Hepsi geçmişte kalanların gölgesinde arslan kesiliyor, kaplan olmaya yelteniyor, parslaşıyor, yırtıcılıkta ne denli usta olduklarını gösteriyor. Bu insanlığın içinde debelendiği acı manzarada sıkıntı çekenlerin günahı kimin boynundadır? Artık,- Peygamber gelmeyeceğine göre, bu işleri kim rayına koyacak, buna kim intizam verecek? Sabıkaları cüzdanlarından taşanlar el kaldırmasa, kaç el havada duracak? Bu insanlık, acılara niçin mahkûm edilip durulmaktadır? Bu kavgalardan medet umanlar kim?
Kalemime misafir etmek istediğim Om Mani Padme Hum Şairi’nin dizeleri geliyor. Hangi yalnızlığı yaşadığımızı itiraf etmeye gerek var mı? Ben, insanlık için konuşmaktayım, ne kendim ne yaşadığım ülke için konuşmuyorum… Bu yazının uzamasına ve okurun haklı şikâyetine, sitemine saygı duymama bir nezaketsizliktir. Anladım ki meramı anlatmak ne kadar uzun sürerse murada varma o denli geçtir. Sahi Om Mani Padme Hum Şairi’nin ismi neydi? İsmini hatırlamadan şiirden alıntı yapmak, çirkindir. “İbrahimmm!...” diyen o sese ne kadar tutkunum, saygılıyım bilemezsiniz, anlatamam. Şiirini bir okuyun, Şairi’ni rahmetle anarsınız.
Gerçekten dünya bir İbrahim mi bekliyor?..
24.01.2011
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.