09 Kasım 2025
  • İstanbul16°C
  • Ankara12°C
  • İzmir15°C
  • Konya10°C
  • Sakarya14°C
  • Şanlıurfa18°C
  • Trabzon15°C
  • Gaziantep12°C

YASİN AKTAY'DAN: TSK SOĞUK SAVAŞ KONSEPTİNDEN NASIL ÇIKACAK?

Bir hafta sonra 2011 yılının Yüksek Askeri Şûrâ (YAŞ) sürecine bir daha giriyoruz. Daha şimdiden, hatta epey öncesinden beri, bu sürecin sarsıntılarını yaşıyoruz.

Yasin Aktay'dan: TSK soğuk savaş konseptinden nasıl çıkacak?

Diğer yandan Türkiye, BM üyesi 200'e yakın ülke arasında ekonomisi 16. sıraya kadar yükselmişken demokrasiyle yönetilmekte olan 110 ülke arasında hâlâ 87. sırada yer alıyor. Bu çelişkiyi nasıl izah etmeli? Üstelik son zamanlarda yaşanmakta olan gözle görülür ve gündelik hayat içinde hissedilir derecedeki demokratikleşme açılımlarına rağmen bu böyle.

Doğrusu demokratikleşme ölçümlerinde ilk bakılan noktalardan biri asker-siyaset ilişkileridir. Türkiye'nin ilerleme kaydettiği hususlar hâlen yetersiz kalmakta, askerin sistem üzerindeki vesayetçi konumu demokratik ülkeler sıralamasında onu halen aşağılarda tutmaya devam etmektedir.

Askerin değişik yollarla siyaset üzerindeki vesayeti, ilgili ilgisiz birçok kurumda asker temsilcilerin bulunması üzerinden veya MGK'daki askeri varlığın ülkenin yine ilgili ilgisiz birçok konusu üzerinde bir denetim konumunda tutulması, demokrasi seviyesindeki düşüklüğün nedenlerinden sadece bir kaçı. Hiç ilgisi olmayan hususlarda sürdürdüğü bu vesayet TSK'yı kendi içinde verimsizleştirmekte, kendi konularında dahi bir zaafa düşürmektedir. Bugün daha açık bir toplumda bu tespitleri daha kolay dikkat çekilebilir örneklerle söyleyebiliyoruz.

Diğer önemli bir konu da YAŞ'taki yapılanma. Öyle görünüyor ki, askeri bürokrasinin kendi içindeki yapılanma, askerlere terk edilemeyecek boyutlara gelmiştir. Geçtiğimiz yıl YAŞ krizi dolayısıyla yaşananlar, YAŞ'ta tayin, terfi, ihraç gibi konularda "teamül" diye bahsedilen unsurların hiçbir ölçüsünün olmadığını gösterdi. YAŞ'ın bu tür hususlarda istişari bir organdan karar alıcı bir organa gelmesinin tarihi yine darbelerin tarihiyle yakından ilgili. Yine bir darbe ortamında askerler kendi terfi, atama ve kadrolaşmalarıyla ilgili bütün kuralları sivilleri tamamen devre dışı bırakacak tedbirleri alarak tesis etmişler. Demokratik bir ortamda bu durumun sürdürülmesi imkânsızdır.

Geçtiğimiz yıl hükümet karşı çıkmasına rağmen YAŞ, Balyoz Davası sanığı 3 generalin bir üst rütbeye terfisine karar vermişti. Bunun üzerine Hükümet ve Cumhurbaşkanı, adı geçen komutanların terfi ve atama kararnamelerini imzalamamıştı. Bu komutanlar "bir üst rütbeye terfi ettirilmeme işleminin iptali" için AYİM'e başvurmuşlardı. AYİM de bu 3 generalin terfi ettirilmesi yönünde karar vermişti. Kararda terfi kararının tüm YAŞ başkan ve üyelerince şerh düşülmeksizin imzalandığı, bu imzalı kararın hukuken geçerli olduğu, yani YAŞ kararlarının geçerli olması için Cumhurbaşkanının onayının gerekli olmadığı hükme bağlanmıştı.

Bu kararla YAŞ'ın kendini konumlandırdığı siyaset-üstü bağımsız konum bir yana, komutanların terfisinde bu kadar ısrar edebilmesi apayrı bir varlık ispatı meselesine dönüştürülmüştü. Oysa buna hiç gerek yok. Bununla aranan şey TSK'nın zayıflatılması veya yıpratılması değil, daha verimli ve etkili bir TSK yapılanması için bir sistem arayışıdır. Doğrusu bugünkü haliyle TSK hem verimsizliğini ve hantallığını hem de demokratik bir ortama uygun olmadığını kanıtlamış durumda.

En basitinden terfi mekanizmasının dayandığı mantık en basit örgüt sosyolojisi verileri açısından tespit edilebilen bir zaafın yansıması. 926 Sayılı TSK Personel Kanununun 49/d maddesine göre: Hizmet ve görev ihtiyacı sebebiyle bulundukları rütbede hizmete devam etmelerinde zaruret görülen general ve amirallerden her yıl en fazla 36 general ve amiral, Genelkurmay Başkanının teklifi ve YAŞ'ın üçte iki çoğunluğunun kararı ile bir yıl daha aynı rütbede hizmete devam edebilmektedirler. Terfinin bir müktesep hak gibi değerlendirilmesi sonucu, üstelik hiçbir "zorunluluk hali" tanımlanmaksızın her yıl bu rakam fazlasıyla aşılmakta ve General-Amiral sayısı normalin (301) çok üstüne (363) çıkarılmaktadır. Balyoz ve Ergenekon'dan dolayı tutuklu askerlerin TSK'da bir zafiyet oluşturacağı düşüncesi de bu rakamlara bakıldığında anlamsızlaşıyor.

Bu hantallaşmanın en somut görüntülerinden biri de bütün subay sayısının en az üçte birinin hâlihazırda Ankara'da görevli olması. Kuşkusuz bunun hantallaşma kadar Ankara'da hükümet üzerinde vesayeti sürdürme isteğiyle de ilgisi var.

TSK'nın halen soğuk savaş dönemlerinin ihtiyaçlarına ve iç-dış düşman-tehdit konseptlerine göre yapılanmış olması da raporda üzerinde durulan hususlardan biri. Oysa Yunanistan ve Rusya düşmanlıkları dolayısıyla birer ordu bulundurmanın mantığı yok artık. Hele tamamen "iç düşman" tanımına göre Ankara'da zırhlı birlikler bulundurmanın bugün izahı yok. Bunlar Türkiye'nin savunmasını güçlendirmiyor, aksine çok önemli zafiyetler oluşturuyor.

Yeni ve daha güçlü bir TSK için vakit geçiyor. Ama bunu kim ve nasıl yapacak? Bir soru da bu. Cevabın kesin olarak bilinen kısmı bu işin TSK'yı fazlasıyla aştığıdır. Hiçbir "asker ötekileştirmesi "mantığına dayanmıyor bu cevap, tamamen örgüt sosyolojisinin gerçekleri dolayısıyla. Bu çapta bir kurumun reformu sadece o kurumun elemanlarına bırakılamaz. Siyasi sorumluluğu ise tabii ki işin en önemli yanı.

23.07.2011 Yeni Şafak

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.