- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
YAZARLIK ÜZERİNE NOTLAR

M. Ali ABAKAY
Dergide çıkan yazımızı merak eden arkadaşımızla yürüyoruz, beraber. Söz, yazarların çaresizliğinden, kimsesizliğinden açıldı:
-Neden yazarlar, tek bir çatı altında toplanmıyor?
Anlatmaya çalıştım, dilimin döndüğü kadar. Mensubu olduğum Yazarlar Birliği’ni tanıtmaya çalıştım. Sitesinde yer alan yazılardan bahsettim.
Kendisi yazmaya ve çizmeye meraklı biri olarak, ahvale dair çarpıcı tespitlerde bulundu:
-Yazar, eğer topluma hizmet sunuyorsa, en azından bir yere arabasıyla gitmelidir. Kaldığı ev, ihtiyacına cevap vermelidir. Bunun için de geliri olmalı ve memuriyet hayatında bulunmamalıdır. Çünkü…
Ben, “Çünkü” ile başlayan açıklamasını kestim, birdenbire:
-Görmez misin, beraber mesaiden çıktık, Mîrim!...
***
İşyerinden biraz uzaklaştık, yorgunluk çayı içmek için arada bir uğradığımız çay ocağındayız.
Çay ocağındaki çaycı, oturur oturmaz, çay getirmez, bize. Yeni tutulmuş demi beklemek zorundayız. Çünkü kimse müşterisini kaybetmek istemez. Onu aşkın yan yana dizili çay ocağını Diyarbakır’dan başka yerde göremezsiniz. “Yüksek Kahve” dediğimiz Ofis Semti’nde herkesin oturduğu yer bile bellidir.
***
Oturur, memleket meselesi konuşulur ve zaman erir, tesbih taneleri gibi önünüzde. Zamanı belirleyen ya ezan sesidir ya da batmaya yakın olan güneş.
Yazarlığın ülkemizde kişiye fazla bir getirisi olmadığı üzerinde konuştuk, o gün.
-Siz yazdığınızdan bir şey almıyor musunuz?
-Hocam, almasına alıyoruz da yılda bir asgarî ücreti bulmayan gelirle nasıl çoluk-çocuk besler, evi idare ederiz?
- Ben sanırdım ki..
Başkasının sözünü kesmede mahîr olduğum söylenir de bu nezaketsizlik sınırını aşmaz:
-Gazete yazıları, televizyon programları ücretsizdir.
-Sitelerde yazdıklarınız, sempozyumlar gelir getirmez mi?
Gülmemek, elde değil. “Siteler” dediği, kurduğumuz biri edebiyat biri de şehre dair makalelerimizi yayınladığımız site. Sempozyumlara katılanların esas amacının sempozyum konusuna ilişkin görüşlerini herkesle paylaşma isteği olduğunu belirttim. Bazen kişinin kendi imkânıyla sempozyumlara katıldığını belirtince muhatabım, hayal kırıklığına uğradı:
-Bak Mîrim, bir konferans için çağrılan saygı duyduğum bir ağabeyi hatırlarım. İsmi, lazım gelmeyen bir Üniversitenin davetlisi. Yazarımızla sabahtan akşama kadar elimizden geldiği kadarıyla ilgilendik. Konferans bitti, yemekler yendi. Çay faslı ve muhabbet sonrası misafiri hava alanına götürme faslı var. Hava alanındayız. Misafirimize ne sorulsa beğenirsiniz?
Muhatabım, şaşırıp kaldı:
-Teşekkür edilir, eksikliler varsa hoş görülmesi istenir.
Kendisine kestiği uçak biletinin görülme arzusunu anlattım. Uçak biletinin geliş ve gidiş miktarının 20 TL fazlasını o kuruluşun yetkilisi, elini cebine atarak, parayı verdiğini anlattım. Karşısındakinin onlarca kitaba imza atmış, yüzlerce konferans veren biri olduğunu, seçkin bir kurumun, vakfın sorumlusu olduğunu anlattım.
-Peki siz ne yaptınız, bu durumda?
-Başımı önüme eğmedim, yapılanın çirkinliğine tanıklık ettiğim için kendimi suçladım. Allah’tan misafir için aldığım iki paket kadayıfla üzüntümü hafiflettim. Onu da elini cebine atıp, parayı sayan ve bunu bir zarfa bırakmayı düşünmeyecek kadar adab-ı muaşerete sahip olan, muhakkak, kendisine mal etmiştir.
***
Yazarlığı ayağa düşüren sebepleri yavaş yavaş açıklayınca üçüncü kez tazelenen çayımızı yudumlarken, kaç kitap yazdığımı sordu:
-Yayınlanan sayı dört, sahip olduğum kitap sayısı otuzun biraz üzerinde.
-Kitaplığınızdaki kitaplar kaç tanedir?
-Maaşımı hesaplarsam, memuriyet hayatımda alacağım ikramiye 40.000 TL ise iki katı kadar kitaba yatırımımız var. Bu da yaklaşık 10.000 kitap ve dergiye tekabûl eder ki gazetelerden aldığımız kitaplar, sayıya dahil değildir.
Muhatabımın merakı karşısında içimi dökmeye karar verdim, artık:
-Maaşa yapılan zammın oranı ortada. Her ay, maaşımın yüzde onunu kitaba yatırırım. Bu oran, benim gibi bir çalışan için güçlükler oluşturmasına rağmen elden ne gelir? Kitap yayınlansa ve ilgi alanımın içinde bulunsa fiyatının önemi olmaz.
-Kitaplarınızı nasıl korurusunuz?
Merakı gittikçe artan arkadaşımın sorusunu elbette cevapsız bırakmazdım:
-Kolilerde durur. Bir kısmını geçen sene bir kütüphane kurarak bağışladım. Kalanların bir kısmı el altında durur.
***
Kendisiyle korsan yayıncılıktan milyarlarca lira telif parası alanlara kadar oldukça uzun bir yelpazede konuştuk. Şiirlerimden de haberdar olan arkadaşım, bu sefer, neden bu şiirleri kitaplaştırmadığımdan bahsetti:
-Güzel şiirleriniz var, kitaplaşsa ses getirir.
Kendisine emekliliğe az bir zaman kaldığını, emekli olduktan sonra ömür vefa ederse bu şiirleri yayınlayacağımı ifade ettim. İtirazı hemen yükseldi:
-Olur mu, yayınlansa herkes okur.
***
Çay ocağından kalktık, çay parasını vermek istedi, bırakmadım. Çaycı, daima küsuratı almadığı için şaşırdı:
-Öğretmene indirim mi?
Sadece tebessüm ettim.
***
Kendisine şehir tarihi yazarlığını anlattım, her şehirde bir şehir kütüphanesinin artık bir ihtiyaç haline geldiğini belirttim.
O, bana bu ay içinde şehrimizin bir çok sempozyuma ev sahipliğinden bahsetti:
-Sezai KARAKOÇ Sempozyumu’na katıldın mı?
Tebessümle cevap verdim:
-Evet, dinleyici olarak katıldım.
Bana gelenleri tanıyıp tanımadığını sordu:
-Evet, bir zaman ben de bu konuda birkaç çalışma yaptım, yayınladım. Ona yakın tanıdığım vardı, bildiri sunanlardan tanıdıklarımla konuştum, sohbet ettim.
Yakında Diyarbakır Kalesi-Surlarının sempozyumunun olacağını söyledi. Katılıp katılmayacağımı merak ediyordu:
-Vallahi Mîrim, bu konuda ülkemizde ve şehrimizde Diyarbakır Kalesi hakkında ilk kitabı yazan biri olarak, önce surların, burçların, kalenin onarımının yapılması lazım. Ben, bu konuyla da ilgili değilim, açıkça. Bakma beş-on yazımızın yayınlandığına, aldırma söylenene. Bu konuyu bizden iyi bilenler var. Akademisyenlikle bizim bakış açımız birbirini tutmaz. En iyisi bu konuyu kapatalım.
***
Yürüyoruz, ikindi sonrası. Merak ettiği kitapları soruyor, bana:
-Şu kitap var mı?
İstediği kitap konusunda daha önce yazılmış olanları sıralıyorum.
-Yani bu konuda 1930’da kitaplar varmış. Ben yeni duydum.
Kendisine bu kitaplar beraberinde konuyla uğraşanları da sıralıyorum. Arkeoloji meraklısı gencin, arkadaşın yapılanları duyunca yüzü renkten renge giriyor:
-Demek bunlar da olmuş, Hocam.
Gerçekten araştırmacı ruha sahip biri. Merak içinde soruların ardı arkası gelmiyor. Bazen yoruluyorum, açıklamada bulunurken.
***
Yazarları farklı düşünen arkadaşım, daha önceki intibalarından sıyırdığı ruhunu, ortaya koydu, beklenmeyen cesaretle:
-Hocam, her şeyimle yanındayım.
Kendisine şehir tarihi yazarlığı ve şehir kütüphanesi hakkında yazdığımız yazıları okumasını tavsiye ettim. Medeniyetin devamlılığı için oldukça yeni olan bu iki hususu devamlı yazdığım Yazarlar Birliği Sitesi’nden takip etmesini söyledim.
-Hocam, bu işin maddî boyutu ne kadardır?
Kendisine bu merkez için harcanacak maddî değeri belirterek, işin maddî kısmının önemli olmadığını izah ettim:
-150.000 TL bedeli tek başıma öder, bir daire alır, 200 Metrekarelik alanda küçük bir konferans salonu, kütüphane kurarım. Zaten hazırlığımız da var. Önemli olan bunu daima devam ettirmektir. Biz, bunu ticarî olarak düşünmeyiz. Kitap da yayınlarız dergi de çıkartırız. Yalnız, tek kişinin, iki kişinin omuzlayacağı işler, değil bunlar. Mîrim, işimiz bir medeniyetin şehri bugüne getirişini ortaya koymaktır. Ortaya konan cemiyet yapısındaki bozulmayı önlemektir. Yoksa biz, paranın belini de kırarız, bir dernek açıp lokalini işletmeye verir, ayak üstüne ayak atıp ayda aldığımız hava parası ile rahatımıza bakarız. Bizim yazar olarak gayemiz, topluma hizmettir, geleceğe dair kaygıların önüne geçmektir. Biz, bunca sıkıntıya kendimizi zorlamaz, rahatlığın keyfini çıkartırız.
Daha farklı konuları da konuştuk, açıkça; aramızda kalması şartıyla.
Analdım ki yazarlarla tanışmak, kişi-okur için önü alınmaz bir istektir. Fakat yazarların dünyasına girince kişi-okur, karşılarında dertli insanlar görünce hayal kırklığına uğrar. Hayallerindeki kahraman zannettikleri yazarların kendileri gibi insan olduğunu anlarlar:
-Hocam, çalışmalarım vardı. Göstermek isterdim.
Kendisine Şehir Araştırmaları Merkezi- Şehir Kitaplığı kurulduğunda yardımcı olacağımızı söylüyorum. Belki hayal kırklığına uğrayan genç arkadaşım, yazarların sözüyle yazdıkları arasında tutarsızlığı sordu, en son.
Nasıl cevap vereceğime ben de şaşırdım. Ayrılırken, kendisine, “Bir yazarın yazdığı ve söylediği bir birini tutmaz ise, yazdığı gibi yaşamazsa fikirleri ne kadar muhterem olsa bile tutarsız olduğunu “ belirtiyorum.
Bu cevap, kendisini tatmin etmiş olacak ki el öpmeye varan bir eğilişi engellemek zorunda kaldım:
-Bak, yaşadığımız bu, söylediğimiz bu. Gerisi yalandır. Ona göre yazdıklarını derle ve toparla. Önünde koskoca iki sene var. O zaman çalışmalarını değerlendiririz.
Ayrılırken, geri döndü:
-Hocam, ben o zamana kadar hazırlanırım.
***
Yazarlık mı? Geçen gün konuştuğumuz gence verdiğim cevaba göre ben hayatımı şekillendirme kararı aldım:
-Yazdığım gibi yaşamasam ben yazar değilim!..
19.04.2012
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.