- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
YENİ BİR “MEAL”E İHTİYAÇ VAR MI?-2 MÜKEMMEL ÖRNEK YOK, KUSURLULAR ÇOĞALI

D. Mehmet DOĞAN
18 Haziran 2021 Cuma 09:30
Müslümanlık geçmişi bin yıldan fazla olan Türk dilli bir toplumun, kitapla, Kur’an’la ilişkisi hatırlanmalı. İslâmiyeti Türkistan’da, farsçanın etkili olduğu şehir muhitlerinde öğrendik.
Kur’an’ın aslî lisanı yanında birçok dinî terimi, bu sebeple farsçadan aldık. Dinî ilimleri Arapça üzerinden öğrendik. Türkistan muhiti, İslâm ilim tarihinde mühim bir yere sahip. Muteber hadis kitaplarını tedvin eden hadis âlimlerinin çoğu Türkistanlı.
Kur’an’ın mânasını anlama merakından da uzak kalmadık. Eldeki örneklerden ilk türkçe tercümelerin 10. Miladî asırda yapıldığı anlaşılıyor.[1] Kısacası 10 asırlık bir geçmişi var Kur’an’ı dilimize çevirme maceramızın.
“Satır arası” denilen bu tercümelerin farsça tercümeler ile eş zamanlı yapıldığı sanılıyor. Bugün anladığımız mânada bir metin tercümesi veya “meal” sözkonusu değil. Kelime kelime karşılıklar yazılıyor, böylece Kur’an’ın ne dediği, erbabınca anlaşılmaya çalışılıyor.
“Satır arası tercüme”, meal gibi okunabilir değil.
20. yüzyıla kadar, diyebiliriz ki, Kur’an’ı çevirme metodunda pek farklılık olmamıştır.
Modernlikle karşılaşan Müslüman aydınlar, ilim geleneğinin zayıf noktalarını keşfettiler ve doğrudan doğruya Kitap’dan yararlanarak İslâmı anlamak/anlatmak gerektiğini düşündüler.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı (Âkif)
İşte bu yüzden 20. yüzyılda Kur’an tercümeleri mahiyet değiştirdi. Doksan yıl içinde Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce türkçe tercümesi/meali yapıldı.
Bu iyiye mi delalet eder, kötüye mi?
Kimler Kur’an tercümesine istekli idi?
Modernlikle karşılaşan dindar mütefekkirler, Mehmet Âkif gibi.
Bu istekli oluşta yüzlerce yılın birikimi olan dinî ilimlerdeki durağanlıktan kaynaklanan kuşkuyu hissetmek mümkün. Kur’an’a doğrudan muhatap olmak, ondan bugüne yönelik fikirler elde etmek. Aradaki arızalı düşünce, bilgi ve tutumu böylece dışarıda bırakmak…Selef-i salihinin sâf dinine ve heyecanına vâris olmak…
20. asırda başka bir zümre, batıda Hıristiyanlığın geçirdiği “reform”un İslâm’da da yaşanması gerektiği fikrindeydi. Bunlar Kur’an’ı kavimlerinin lisanına çevirerek, İslâmı millileştirmek, kavmileştirmek istiyordu.
İslâm toplumunda müşterek olan ibadet dilini kavmileştirmekle işe başlamak istiyorlardı. Cumhuriyet’ten sonra “Türkçe ibadet” tahayyül ve düşünce olmaktan çıkarılıyor, resmî kanalla uygulanmak isteniyor. Böylece güya bir çeşit milliğe ve laikliğe ulaşmak hedefleniyordu.
Bunun gerçek bir millilik olmadığı ortada. Millet en az bin yıldır Kur’an’a muhatap ve ezan onun ezanı, Kur’an onun Kur’an’ı olmuş. Ne ezanın dilini, ne de Kur’an’ın dilini sorgulamamış. Milletin benimsediği bir şeyi zorla değiştirmek nasıl millileştirmek olabilir?
1930’larda türkçe ezan uygulanıyor ama, türkçe ibadet, her şeye rağmen tatbik edilemiyor. Mehmet Âkif’in kılı kırk yararak ve ısrarlar üzerine kabul ettiği Kur’an tercümesi işinden vazgeçmesinin altında yatan sebep bu.
Herkes, o zamanlar (bugün de öyle) Kur’an tercümesini en iyi Mehmet Âkif’in yapabileceğini düşünüyor. Mehmet Âkif, teklifi kendince makul itirazlarla karşılıyor ve fakat, ısrarlar üzerine kabul ediyor (1925). Yedi yıl çalışıyor, tercümeyi bitiriyor, temize çekiyor, fakat ülkede Türkçe ibadet uygulaması başlayınca, mukaveleyi feshediyor, avansı iade ediyor ve meali göndermiyor...Türkiye’ye gelirken yakın ve güvendiği arkadaşı Yozgatlı İhsan Hoca’ya emanet ediyor. Şartı kendisi dönemezse, imha edilmesi. Bu arada, Türkiye’yi yönetenler Mehmet Âkif’den meali almak için epeyce çaba harcıyorlar. Her türlü yolu deniyorlar. Ölüm döşeğindeki Âkif’e yüklü paralar teklif ediyorlar…Fakat sonuç alamıyorlar.
Mükemmel olmayınca, kusurlular türedi!
Mehmet Âkif’in meali yayınlansa, dolaşımda olsa idi, elimizde bulunsa idi, yine yüzlerce Kur’an mealimiz olur muydu?
Sanmam ki olsun!
Mükemmel yok, mükemmel arayışı var, fakat sonuç yok! (Bu arada, herkesin mükemmelin peşinde olduğu da şüphe götürür!)
Bu mevzuda, Mehmet Âkif’ten sonra ismi anılması gereken şahsiyet kim? Şüphesiz Elmalı M. Hamdi Yazır. TBMM’nin talebi üzerine Türkçe’nin 20. yüzyıldaki tefsirini yapıyor. “Bu tefsir daha aşılamamıştır” diyenler haklıdır. Kendisi de meal-tefsir arası bir eser hazırlamış olan Hasan Basri Çantay, Elmalılı tefsiri için, bu alanda yüksek bir erkân-ı harbiye (genel kurmay) haritası gibidir, ondan daha çok dinî ilimlerle ilgili olanlar istifade edebilir, halk ve bugünün aydınları istenilen faydayı sağlayamazlar, diyor.[2]
Eğer Elmalılı tefsiri olmasa idi, saha meal sahası gibi başıboş kalacaktı. Mehmet Âkif meali hazırlamaktan vaz geçince bu iş de Elmalılı’ya kalıyor. O da Mehmet Âkif’in endişelerini paylaşarak, meali düz, kurallı türkçe ile yapmıyor. Elmalılı mealinde, Kur’an’ın cümle yapısına uygun bir cümle tertibi görülür. Basri Çantay, Elmalılı’nın mealin tercüme şeklini almasından çekindiği için böyle yaptığını belirtiyor.[3]
“Takvaları sebebiyle Kur’an-ı Kerim’in tercümesine çevresindekilerin ısrarları sonucu girişen bazı zevat, lâfz-ı celilin türkçede karşılığını bulamazlarsa aynısını söylemekle iktifa etmişlerdir.”[4]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili’nde “Tercüme bir kelâmın mânasını diğer bir lisanda aynen ifade etmektir” diyor. Tercüme için efradını cami, ağyarını mani bir söz. Bunun için iki dili, kaynak dili ve çevirilen dili, bütün incelikleriyle bilmek lâzım. Mehmet Âkif’in hassasiyeti, türkçe ve arapça hâkimiyeti, asıl meal elimizde olmamakla beraber, elde bulunun örneklerden çok iyi anlaşılmaktadır.
Örnek, model, Âkif ve Elmalılı olmalı. Gerçek bir meal dili, onların incelikleri ifade edebilen zengin dili olmalı. Yaklaşımda da onların hassasiyeti, ihlası olmalı!
Âkif ve Elmalılı sonrası Kur’an-ı Kerim’i mealen de olsa türkçeye çeviren kalem erbabının en büyük handikabı, harf inkılabını takib eden yıllarda gerek resmi gerek gayri resmi, dilimize yapılan müdahalelerde aranmalıdır.[5]
[1] Mehmet Şeker: “İslam tarihinde Kur’an-ı Kerim’in türkçeye ilk çevirileri” Kur’an Mealleri Sempozyumu, C. 1, sf. 10-21
[2] H. Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meal-i Kerim, 7. bs. İstanbul 1972, C.1, sf. 7
[3] H. Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meal-i Kerim, C. 1, sf. 16
[4] Osman Cilacı: “Tercüme teknikleri açısından meallere genel bir bakış” Kur’an Mealleri Sempozyumu, C. 1, 24
[5] Cilacı, agm., sf. 24
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.